Can çekişen bir halkı, yok oluşun kenarına itilmiş bir ulusu, dumura uğratılmış ve ne idüğü belirsiz bir toplumu, bedeni ve ruhu kendisine ait olmayan kadınları, geleceği olmayan, serseri bir mayın gibi orada burada dolaşan, başkası için savaşta kılıç rolü oynayan bir gençliği düşünün…
Daha da düşünün; yasaklanmış bir ulusu, tarihten silinmek üzere olan bir halkı, bir dili, bir kültürü, bir düşünce ve tüm bunların bileşiminden oluşan bir ruhsal ve tarihsel şekillenme birliğinin paramparça edildiğini düşünün…
Çok eskilere, bundan binlerce yıla gidin ve o binlerce yıldan buyana yaşayan bir halkı, bu halkın kanı, canı, düşünce, ruh, kültür ve diliyle yaratmış olduğu bir ulusu düşünün… Ve uygarlığı, tarımı, hayvancılığı ilk yerleşim ve ilk yaşama geçiren bu ulus ve halkın sömürgeciliğin en katı ve en vahşi haliyle tamamen asimile etme planlamasının en derin halini düşünün…
Ve bir de uygulanan Türk, Arap, Fars vahşetini düşünün. Viran haline gelmiş köyleri, yıkılmış şehirleri, enkaz haline gelmiş kasabaları, sistematik olarak telef olmuş hayvanları, yakılan ormanları düşünün…
Kirletilmiş yaşamları, kırılmış düşleri, yaratılan hayal kırıklıkları, parçalanmış yaşamları, asimile edilmiş kültürleri düşünün...
Varoluşun en güzel hali olan insanı, kadın ve erkeğin benliği, onların ruhu ve ahlaki değerlerinin inkâr edilişleri ve bunun için sonsuz ve sınırsız baskıları düşünün...
Ve inkârcı, sömürgeci, işgalci, talancı, fetihçi, faşist, diktatör ve oligarşi siyaseti esas alan bir devleti ve bu devleti idare eden dinsiz-imansız-vicdansız ve ruhsuz sömürge valileri-kaymakam-asker-polis ve memurları düşünün...
İşkenceyi, askıyı, tecavüzü, meydan dayağı, günlerce çıplak halde ayakta bekletmeyi, sorgulamayı, zindanı düşünün ve bütün bunların sadece bir kişiye, bir gruba, bir köye, bir kasabaya, bir şehre değil, bir ulusa ve bu ulusun toprakları üzerinde yaşayan bir halka yapıldığını ve bunun sistematik olarak kadınlara, erkeklere, gençlere ve yaşlılara yapıldığını düşünün…
Evet, cendereye alınan, bitiş noktasına getirilen bu ulus Kürt ulusuydu, yoğun bir asimilasyona tabii tutulan, erime, yok olma ve tarihten silinme noktasına getirilen halk yine Kürt halkıydı…
İşte 27 Kasım 1978 yılında Amed'in Fis köyünde,  25 Kürdistan devrimcisinin katılımı ile kurulan PKK bu koşullarda kuruldu. Başkan Abdullah Öcalan’ın başkanlığında bir araya gelen bir grup Kürt genci, Kürdistan’ın  makus tarihini değiştirme kararına varırlar. Başkan Abdullah Öcalan toplantının açılışında şunları belirtir : »Bugün burada, bu toplantıda, Kürdistan’ın bu küçücük köyünde bu küçük grupla tarihimizin makus tarihini, halkımızın kaderini değiştirmek amacıyla toplanmış bulunuyoruz. Belki bugün bunun bilincinde değiliz, ama bu toplantımızın yankıları on yıl sonra çok daha net bir biçimde göreceğiz. Belki de bu toplantımızla sadece bizim değil, Ortadoğu’nun da kaderini değiştirmiş olacağız… »
Evet, ilk grupla başlayan PKK öyküsü, bugün milyonları bulmuştur. O gün pek fazla görünmeyen o küçücük grubun toplantısı bugün gerçekten de Ortadoğu’nun kaderini değiştirme noktasına varan bir hareket konumuna gelmiştir. O gün, yani 37 yıl önce eriyen ve bitmek üzere olan bir ulus, bugün yani 37 yıl sonra kendini yeniden demokratik bir ulus biçiminde inşa ediyor, o gün kırılmış iradesi ve düşürülmüş ruh haliyle hiçliği yaşayan Kürt halkı, bugün büyük bir irade gücü ile Ortadoğu’yu özgürleştirme ve demokratikleştirme kararına varmış bulunuyor.
Bu anlamda PKK Kürt ulusunun yeniden yaratılışı, Kürt halkının büyük bir fiziki ve kültürel asimilasyondan kurtarılması hareketi olarak doğdu. Sadece bu da değil, PKK aynı zamanda Kürt kadının yeniden doğuşudur. İradesi kırılmış, kişiliği elinden alınmış, benliği ve ruhu başkasına ait olan Kürt kadınının irade, kişilik ve benlik haline getirilişidir.
PKK insanlığın dili, tarihi ve beşiği diyebileceğimiz kadim Kürt halkını yeniden diriltmiş, onun dili, tarihi, gözü, ayakları ve ruhu olmuştur. PKK, ortak bir iradenin, ortak bir yaşam ve düşüncenin de merkezi olmuştur. Birlikte üretme, birlikte tüketme ve birlikte yaşama felsefesinin Ortadoğu’daki temel duraklarından birisi olmuştur. Devlet, devletsel otorite, tekçilik ve her şeyin siyah ve beyazdan ibaret olmadığını, farklı kimlik ve inançların aynı çatı altında yaşamanın mümkün olabileceği gerçeğini de göstermiş ve bunun mümkün olabileceğini de kanıtlamıştır.
PKK bir tek ulusun, bir tek kimliğin, bir tek inanç ve bir tek düşüncenin değil, herkese aynı mesafede, herkese aynı bakış ve aynı perspektifle yaklaşan evrensel bir hareket olarak ortaya çıkmıştır. Büyük bir direnç, kuvvet, enerji ve irade keskinliğini yaratak PKK, Rojava’da kurduğu ortak ve eşit sistemle halkların ve inançların kardeşliğinin mümkün olabileceğini kanıtlamıştır.
PKK  korkuyı iliklerine kadar yaşayan bir halk gerçekliğini, büyük direnen, büyük düşünen, büyük iradeleşen ve büyük bir cesaret gücüyle büyük bir özgürlük tutkusuna ulaşan bir halk gerçekliğini yaratmıştır. Yani büyük bir korku imparatorluğu ile yaşamaya mahkum edilmiş bir halk gerçekliğini, büyük bir cesaret gücüne ulaşan bir halk kararlılığına çevirmiştir. Bu anlamda PKK aynı zamanda büyük bir cesaret ve büyük bir fedai ruh ve kişilik yaratmıştır…
Elbetteki PKK’yi PKK yapan bu cesaret, büyük fedai ruh ve kişiliktir. Bu ruhun ve kişiliğin en gözde temsilcileri ise Mazlum Doğan, Kemal Pir, Hayri Durmuş, Agit, Bêritan, Zilan, Rüstem Cudi ve Arin Mirkan gibi cesur yürekli fedailerdir… PKK’nin ruhu Mazlum Doğan’dır, Kemal Pir onun eylem ve enternasyonal halidir, Hayri Durmuş hareketin en mütevazi ve onun bıkıp usanmadan, dağ-ova, kasaba-köy demeden sürekli koşuşturan havarisidir. Bêritan ve Zilan onun eylem, irade ve tanrıçasal gücüdür.

Kısacası PKK hala duru, zelal ve helal bir su gibi  akmaya; 37 yıl sonra da hala Fırat gibi hırçın, Dicle gibi nazlı, dalgaları sonsuz ve  sistemli yürüyüşü ile dünyayı şaşırtan keskin bir irade olarak özgürlük hayalinin peşinden koşmaya devam eden, kirlenmemiş bir ütopya arayışçısı, kir-çamur-kötülük ve sistemsel hastalık kapmayan bir lotus çiçeği gibi saygınlığını kurmaya devam ediyor… Özgürlüğe inanma andı, insan olma bilinci, sosyalizm-eşitlik ve ortak yaşamı olmazsa olmaz bir varoluş hali olarak gören ve buna bir hayat felsefesi olarak anlam veren hakikat arayışı ile geleceğe doğru yürüyen PKK’nin 37. Kuruluş Yıldönümü başta Başkan Abdullah Öcalan’a ve tüm insanlığa kutlu olsun..! 
 
Yukarı