İtirafçı itirafçıdır. İtirafçının sağcısı-solcusu, islamcısı-ateisti yoktur. Hepsi de omurgasız ve insafsızdır, hepsi de ruhsuz ve vicdansızdır...

İtirafçı ruhunu kusan, vicdanını belleğinden silen, kalbinde varolan insani kırıntıları iç dünyasından silip süpürendir; düşüncesini sofrada servis yapandır itirafçı...
İtirafçı; korkuyu ruhunda ve beyninde sonsuz ve sınırsız bir biçimde yaşatan, bu korku ile kendini pazarda en ucuz bir sıfatla sunan en tortu kişiliktir...Tortu yığını içerisinde anlamsızlaşan itirafçı, aynı zamanda kurtlaşmış, çürümüş ve kokuşmuş bir meftadır...
Tortu, özü alınmış herhangi bir maddenin atılması gereken kırıntılar yığındır. Hiç bir işe yaramayan kırıntı ve yığının yerinin çöplük olduğunu biliyoruz. Çöpe atılan, atılmış veya atılacak maddenin tortu hali olan ‘şeyler’in işe yaramadığı gibi, bu ‘şeyler’in içinde yer alan bazı ‘şey’lerin de mide bulandırıcı olduğu bilinen bir durumdur.

İşte itirafçı bu ‘şeyler’in içinde yer alan ‘bazı şeyler’in ta kendisidir. Yani mide bulandırıcıdır, bir sinekten daha da öte mide bulandıran bir hale sahiptir. Y.K, itirafçılar için “kusmuk” diyor. Gerçekten de kusmuk özü alınmış tortudur, ama biliyoruz ki mideyi en çok bulandıran da odur, yani kusmuktur.

Bir an insanlığını, insan olma erdemliliğini, özünü ve ruhunu yitirmiş bir insanı düşünelim. Bu insanın artık insan değil de, tamamen tortu, kırıntı, ya da daha doğru bir ifadeyle kusmuk haline geldiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Bir limonun, bir portakalın, ya da özü alınmış herhangi bir meyveden geride kalmış tortu yığını ile insanlığını, onur ve ruhunu bir tas çorbaya satan bir itirafçıyı yan yana koyalım. O zaman göreceğiz ki, çok farklı olan iki ‘şey’in nasıl da tek ‘şey’ haline geldiğini... Bu, aynı zamanda yapısı, bileşimi ve özü çok farklı olan ‘şeyler’in tortuda buluşmaları, birleşmeleri ve aynılaşmaları anlamına da geliyor...Ayrıştıran öz, buluşturan ise tortudur...

İtirafçı çukurun en derin haliidir. Çukurda her türlü tortu birikir ve burada korkunç derecede bir pislik yığını haline gelir. Çukur, tortu ve pislikten oluşan itirafçı, aynı zamanda büyük bir utanmazdır. Utanma duygusunu, yüzündeki utanma astarını söküp attığı için artık her şeydir o; kılıktan kılığa giren bir soytarı, namusunu peş paraya satan bir namussuz, ülkesini, halkını ve vatanını satan bir haindir de...

Omurgasız, yalancı, iftiracı, ruhunu ve beynini servis yapan itirafçı, aynı zamanda müthiş bir yalancıdır. Yüzü kızarmayan büyük bir yalancı, büyük bir kalleş, büyük bir ruh hastasıdır...

Bu profilin en yalın hali, bir zamanlar Fetullah Gülen’in Türkiye genel sorumlusu, her koşulda ve her şartta Fetullah’la birlikte olan, her konuşmasına “Hocaefendi”yle başlayıp onunla bitiren Hüseyin Gülerce’dir.

Hüseyin Gülerce sağcı, islamcı, faşist ve karşı cephede bir itirafçı olmasına rağmen insanı tiksindiren bir noktaya gelmiş durumda. Neden itirafçı oldu değil, söyledikleri şeyler yalandır anlamında da değil, ama kusmuk, tortu ve kırıntılaştığı için insan tahammül edemiyor bu kişiliğe...

Söyledikleri her şey doğru, örneğin evlilikleri Kataloglara göre yapılıyor, Fetullah bir tarikat, politize olmuş bir cemaat, kendilerinden olmayanları dıştalayan, onlara yaşama hakkını tanımayan ırkçı, faşist bir yapılama. Bunlar doğru ve daha da ötesi Kürt düşmanı, gerçekler düşmanı, yalanı-dolanı, tuzağı yaşam biçimi haline getirmiş bir grup. Kürtlere düşman bir yapı olduğu da son derece doğru. Şantajla, elinde bulundurduğu kasetlerle, rüşvetle, zorla, şiddetle, parayla, devletin olanaklarıyla kendini sürekli yeniden inşa eden bir tarikat...

Kısacası dini imanı, vicdanı olmayan, ruhu kötülüklerle, gerçek İslamın da çirkin gördüğü ruhlarla dolu olan bu yapılanmanın nefretle, büyük bir kin ve öfkeyle reddedilmesi ve ona karşı keskin bir mücadele içerisinde olunması gerekiyor. Bu, bir görev ve sorumluluktur.
Ama tüm bunlar ve en az Fetullah ve onun tarikatı kadar çirkin olan, tüm kötülükleri ve münafıklıkları ruhunda taşıyan Hüseyin Gülerce’nin doğru ve mümin bir kişilik olduğu anlamına gelmez. Daha düne kadar Fetullah’ın çirkinliklerinin üreticisi, taşıyıcısı ve bu çirkinliklerin halka maledilmesi için bıkıp usanmadan çalışan bu kişiliğin büyük bir sahtekar olduğunu vurgulamaya bile gerek yoktur. Hüseyin Gülerce bilinmeyenleri itiraf etmiyor, görünmeyen çirkinlikleri günyüzüne çıkartmıyor ki, Fetullah’ı, Fetullah’ın çirkinliklerini, onun ürettiği yalan teoriler zaten yıllardır söyleniyordu. Ve bunu en çok somut bir biçimde ortaya koyan da Kürt Özgülük Hareketi’dir. Bu da çok iyi biliniyor. Gizli-kapalı-bilinmeyen bir şeyi ifşa etmeyen Hüseyin Gülerce en çok çirkin olduğu yıllar Fetullah’la birlikte olduğu yıllardır. O yıllarda Fetullah’ı tanıyordu, biliyordu, anlayışını da, düşüncesini de, zihniyetini de, üslubunu da, ruhunu da ve hatta planlarını da gayet iyi biliyordu.

İyi biliyordu, fakat o zaman o da Fetullah’ın ‘nimetler’inden yararlanıyordu. O zaman Fetullah ile Erdoğan arasında bir ittifak vardı ve Erdoğan “ne istediniz de ben vermedim” dediği dönemlerdi. Bu dönemlerde Fetullahçıların bir “eli yağda bir eli baldaydı”. Erdoğan’ın verdiği o şeylerden sonuna kadar yararlanıyordu. O zaman Fetullah'ın verdiği bursla kızını okuttuğu yıllardı.

Şimdi, daha doğrusu Erdoğan’la yaşanan çatışma ile birlikte olanakların, o ‘bal’ ve ‘yağ’ın giderek kesileceğini anlayınca yan çizmeye başlayan Hüseyin Gülerce, bugünlerde büyük bir itirafçı ve iftirafcı olarak öne çıkan bir isim oluyor.

Biz devleti, orduyu, hükümeti, kabineyi yürütüyoruz” diyen Erdoğan da Fetullah’ı tanımıyormuş. O da Hüseyin Bey gibi sadece “Hizmet Hareketi” olarak bilidiğini söylüyor. Nasıl oluyor da “cihanda yenilmemiş tek devlet” dediğin bir yapıyı yönetiyorsun da, tam bir küfür küpü, vahşi, şerefisz vatan haini dediğin bir kişiyi yıllarca tanımıyorsun, yaptıklarının farkına varmıyorsun? “Hadi oradan be adam” denilmez mi?

Hüseyin Gülerce’ye de “hadi be adam oradan” demek gerekiyor. Çok zeki olduğunu söyleyen Hüseyin bey, Fetullah’ın yardımcısı ve ikinci adamı olarak görev yapmasına rağmen anlattığı tüm pislikleri görmemesi mümkün mü? Aslında Hüseyin Gülerce Türkiye halkıyla dalga geçiyor. Kendisinin deyimiyle gözlerinin önünde insanları, müridlerini, hoca ve yandaşlarını “tekme tokat dövdüğü”nü biliyor, görüyor, duyuyor. Yine kadınları kullandığını, kadın ve erkekler dahil olmak üzere herkesin birbirini kandıran ve ''birbirini aldatan” bir hareket, bir kişlik olduğunu biliyor. Ve buna rağmen hala “ben bilmiyordum, tanımıyordum, farkında değildim” diyor. Kör, sağır, salak, manyak, geri zekalı” olduğunu söylese sorun yok, herkes inanır, “tamam” der. Öyle ya kör, sağır, geri zekalı olan birisinden ne beklenir ki. Ama öyle değil, “zeki bir insanım, birçok şeyi önceden görürüm, hislerim çok kuvvetli” diyor itrafçı Hüseyin Bey...

Diyelim ki, görmedin, göremedin ama, Fetullah’la ilgili birçok şey söylendi. Mesela Ahmet Şık “İmam’ın Ordusu” adıyla bir kitap yazdı diye alelacele evi basıldı, sonra da zindana atıldı. Nedim Şener aynı konularda hem yazdı, hem de konuştu, o da benzer bir süreci yaşadı. Yine Gülen’nin iç yüzünü açığa çıkartan birçok makale, kitap yazıldı, program hazırlandı. Bu yazı ve programlarda Fetullah’ın ne yaptığı, ne yapacağı ve gelecekte ne gibi bir planlama içerisinde olacağı çok açık ve net bir biçimde ortaya konulmuştu. Kürt hareketi neredeyse hergün yazdı, çizdi, açıklamalarda bulundu. Hüseyin Gülerce tüm bunlara karşı Fetullah’ı savundu, aklayan birçok karşı yazı yazdı. Madem ki “görmedin”, ama Fetullah’ın kirli çamaşırlarını orta yere seren, deyim yerindeyse gözlerine sokan yüzlerce somut örnekler sunuldu. Neden bu kadar yazı, açıklama ve kitaba rağmen gerçekleri görmedin, hergün onlarca kez “hocaefedi” demekten vazgeçmedin?

Dememiz o ki itirafçı aynı foseptik çukurunun en alçak yerinden alınıp yoğrularak şekil almış ne idüğü belirsiz yaratıktır. Aynı anlama gelen foseptik çukurunda biriken tortudur. Sağcısı da, solcusu da, Hırsitiyanı da, Müslümanı da, Ateisti de böyledir...



 
Yukarı