Erdoğan OHAL’i ilan ettikten sonra, ekranların
karşısına geçip şunları söyledi: “Biliyorsunuz ki OHAL'in ilan edildiği
ülkelerde halkın dışarıya çıkması, sokaklarda kalabalıklar halinde bir araya
gelmesi yasaktır. Bakın bizde, yani Türkiye’de böyle bir şey yok. Gidin bakın
şimdi alanlar dolu, herkes dışarda, bayrak salıyor, slogan atıyor ve bir
anlamda OHAL’in gelişini kutluyorlar...”
Bir cumhurbaşkanının sadece kendi halkının değil,
bütün dünyanın gözlerinin içine bakarak dalga geçer gibi konuşması, elbette ki
tarihe geçecek bir durumdur. Bir cumhurbaşkanı böyle konuşamaz, çok ciddi bir
konuda dalga geçemez, acı bir gerçeği sırıtarak, çok yalan bir biçimde ifade
edemez değil mi?
Ama ne yazık ki Türkiye Cumhurbaşkanı bunların
hepsini yapıyor. Hem sırıtarak yalan söylüyor, hem dünyanın gözleri önünde
doğruları çarpıtıyor, hem de çok ciddi bir konuda halkı aldatıyor. “Tüm dünyada
OHAL olunca insanlar korku içerisinde, herkes kendi evinde adeta zindan
yaşamını yaşıyor, ama Türkiye’de herkes demokrasi şöleni havasıyla meydanlarda
bayrak sallıyor...” diyen bir cumhurbaşkanı ile karşı karşıya olduğumuz bir kez
daha açığa çıkmış oluyor.
Aslında bunları Türk Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı
eleştirmek için söylemiyoruz. Esas olarak yıllardır Erdoğan’ı önce belediye
başkanı, sonra başbakan, ardından da cumhurbaşkanı yapanları eleştirmek için
vurguluyoruz. Elbette ki Erdoğan yalan söyleyecek, gerçekleri çarpıtacak,
iktidarının ömrünü uzatmak için dünyanın gözlerinin içine bakarak acaip şeyler
söyleyecek. Ekranların karşısında geçtiğinde efelenecek, Marmaris’te tir tir
titreyecek, Yunanistan’a sığınmak için gerekli girişimlerde bulunacak, daha
sonra darbenin başarısız olduğu anlaşılınca ‘ne Yunan adası be adam!’ diyerek
ucuz kahramanlık yapacaktır.
Yapacak, çünkü iktidarını yalanlarla koruyor...
Yapacak, çünkü gerçekleri saklayarak korku
imparatorluğunu yaratmış...
Yapacak,
çünkü özel bir taktikle iktidarının ömrününü uzatmaya çalışıyor. ..
Zaten ondan doğruyu beklemek doğru değildir. İşi
yalan, gücü korku, mesleği doğruları çarpıtmaktır. Bunları yapmazsa doğru
olmaz, esas yanılgı onun doğruları söylemesidir. Yani Erdoğan işini yapıyor,
görevini yerine getiriyor, iktidarın, devletin, gizli gücün ona verdiği görev
neyse onu yapıyor… Burada bir sorun yok..
Esas sorun işini yapmayan, görevlerinin gereklerini
yerine getirmeyenlerdir. Onun, onun yalanlarının, onun yarattığı korkunun
karşısında büzülenlerdir. Onun görevi yalan söylemekse, halkların görevi de
doğruları haykırmaktır. Onun işi korku yaratmaksa emekçilerin işi de bu korkuya
boyun eğmemektir. Onun işi OHAL ilan etmekse işçi sınıfının da işi onun
yaratmak istediği sistemi tanımamaktır. Durum bu kadar açık ve net iken, “bu
adam neden böyle yapıyor?” demek doğru değildir.
Bir işkenceciye “neden işkence yapıyorsun?”, bir
sömürücüye “neden insanları sömürüyorsun?”, bir diktatöre “neden diktatörlük
yapıyorsun?” denilmez. Denilmez, çünkü bunlar onların görevi, onların işidir ve
bunları yaptıkları için işkenceci, sömürücü ve diktatördürler. Nasıl ki bunlar
işlerini yapmakla sorumludurlar, bunlara karşı direnmek de elbette sorumluluk
ister. İşkenceciye boyun eğmemek, emeğini sömürücüye peşkeş çektirmemek,
diktatöre karşı mücadele etmek de sorumlu olmayı gerektirir.
Kısacası mazlumlar zalimlerden daha güçlü ve daha
sorumlu davranmak zorundadırlar. Yoksa zalimlerle, zalimlerin oyunlarıyla,
onların yaratmış olduğu korku imparatorluğu ile baş etmeleri mümkün değildir.
Baş etmek; baş eğmemek, baş vermemek, başı dik
tutmak demektir. Mazlumlar her zaman ve her koşul altında zalimlere
başkaldırmak durumundadırlar. Şikâyet etmek, ağlayıp sızlamak, zavallı konuma
girmek kurtuluş değildir.
Erdoğan’ı, AKP’yi ve gizli çekirdeğin yarattığı
savaş kabinesini düşünelim. Erdoğan nasıl iktidara geldi, nasıl hükümet oldu,
savaş kabinesini nasıl oluşturdu, on yıldan fazladır nasıl hep seçimlerle kendi
konumunu güçlendiriyor? Türkiye'ye, Türkiye halklarına, inançlara, halk ve
uluslara ne verdi? Daha da önemlisi on yıldan fazladır PKK ile, Kürtlerle
yürüttüğü savaş neyin nesidir? Bu savaşta ölen, öldürülen, hayatlarını kaybeden
insanlar neden öldüler, verilen değerlerin karşılığı ne oldu?
Tüm bu soruları Erdoğan değil, hükümet, savaş
kabinesi, devlet de değil, emekçiler, işçiler, yoksullar, emeğini pazarda
satanlar ve savaşa giden askerler soracak. Sadece sormayacak, aynı zamanda
Erdoğan’dan, devletten hesap soracak, savaşın nedenlerini, neden öldürüp, neden
öldüklerini sorgulayacak ve emekçi “ben fabrikalarınıza”, asker “ben
askerliğinize”, emekçi “ben büronuza”, çiftçi “ben pazarınıza gitmeyeceğim”
diyecek.
Ama böyle gelişmiyor süreç. Asker ölmeye/öldürmeye,
işçiler sömürülmeye, çiftçi sessiz kalmaya devam ediyor. Halklar suskun, Ermeniler,
Çerkezler, Türkler, Araplar ve “ötekiler” ölüm sessizliğinde, emekçiler bir tas çorba
peşinde koşmaktan yorulmadı hala, aydınlar korku ve panik içinde.
Erdoğan çalıyor, bankaları boşaltıyor, vuruyor,
öldürüyor, ülkeyi soyup soğana çeviriyor. Savaşı derinleştiriyor, emekçileri,
işçileri, köylü ve çiftçileri sömürmeye devam ediyor. Halk adına ülkelere
bağırıp çağırıyor, sonra işler ters gidince bu kez tükürdüğünü yalıyor,
ülkelere baş kaldırıyor sonra gücü yetmeyince bu kez yalvarıyor ve en son
olarak da herkes adına OHAL ilan etmiş bulunuyor. Darbe önlendi, ama cunta
iktidarda, askerler meclisi bombaladı, fakat Erdoğan meclisi çalıştırmıyor, bir
anlamda lağv etmiş durumda. Sadece o konuşuyor, o sorguluyor, o karar veriyor
ve o herkesi yargılıyor.
Bu onun işi, peki ya SİZ, SİZ ne yapıyorsunuz?
SİZ hangi güne duruyorsunuz?
Neden sesinizi çıkarmıyorsunuz?
Türkiye halkları, Anadolu’da bulunan “ötekiler”,
emekçiler, işçiler, azınlıklar, aydınlar, yazarlar, öğrenciler, kadınlar,
aleviler, gerçek müslümanlar, kısacası demokrasiden, özgürlükten, insanlıktan
yana olan, “ben insanım” diyenler, NEREDESİNIZ?
NEDEN SESSİZSİNİZ, neden?