Zalime karşı nasıl direnilir?
Zulüm edenlere karşı nasıl savaşılır?
Egemenlere karşı hangi araçlarla mücadele edilir?
Katillere, kan emicilere, talancılara, soygunculara,
sahtekâr devlet rantçılarına karşı nasıl bir duruş sergilenir?
Devlet terörüne, devletin vahşetine, devletin saldırılarına
karşı direnişte hangi araçlara baş vurulur?
Kısacası bir halk direnişi nasıl olur, nasıl
gerçekleştirilir ve hangi yol ve yöntemlere başvurulur?
Bizce fazla uzağa, başka kıtalara gitmeye, değişik örnekler
göstermeye gerek yok... Kürdistan'a, Kürdistan halkına, Cizre'ye, Nusaybine'e,
Silopi'ye, Sur'a, Silvan'a bakmak yeterlidir...
Türk devletinin 24 Temmuz saldırısının ardından başlayan
halk hareketi, bu gün derslerle dolu bir sürece girmiş bulunuyor. Derslerle
dolu bu halk direnişi Kürdistan'da, Türkiye ve Ortadoğu'da yeni bir manifesto
yazıyor. Evet, 21. yüzyılın devrim manifestosu yazılıyor, yeni bir çizgide
varolma, yeni bir zihniyet ve yeni bir bakış açısı ile dünyaya bakma
perspektifinde buluşma iradesini açığa çıkaran bir ders oluyor.
Şehir devrimi, şehirde hendeklerle, barikatlarla tamamen
sivil eksende oluşan yeni bir devrim pratiği ortaya çıkıyor. Kürtler, dağlardan
şehirleri kuşatma taktiğinden ziyade daha çok, şehirlerde sömürgeciliği kuşatma,
işgalci ordunun ve egemenlerin dayatmaları, kural ve kaidelerine uymama, uyarılarını
ciddiye almama, oluşturulan sömürgeci sisteme karşı hendekler kazarak boşa çıkartma
gerçekliğini yeni bir ders olarak sunuyor.
Kürtler aynı zamanda hep “tatlı sularda kalan ve burada
son nefeslerini verirken bile Kürdistan için iki taşı üst üste koyma zahmetine
katlanmayacak kadar Kürtlüğü sevmeyen ilkel milliyetçilere de büyük ders
vermiştir. “Kürt halkı yoruldu, artık direnmek istemiyor” diyen bu tatlı su balıkları
da, bu derslerle dolu direnişten bir şeyler çıkartırlar herhalde.
Kürtler verdiği bu büyük direnişle en büyük dersi Türk
“aydınları”na vermiştir. Kürdistan sorunu konusunda en az Türk devleti kadar
inkârcı ve Kürt halk direnişini hep terör ile aynı kategoride ele alan Türk
“aydın”ı, “demokrat'ı” ve tabii ki “solcu”su da büyük dersini almıştır. Türk
devletinin sömürgecilik politikasını normal görüp, ona karşı direnen Kürt halkına
hep karşı çıkan bu devlet 'aydını' ve 'solcu'su bu direnişte de kendi
devletinin yanında yer almıştır.
“Devletin inkârını, yıkım ve yakma politikasına “ee
tamam devlet iyi yapmıyor, ama...” deyip, Kürt halkının özgürlük direnişine
karşı çıkmak, onu devletin Kürt halkı için çıkarttığı ölüm fermanının gerekçesi
haline getirmek en hafif deyimle ahlaksızlıktır.
Sömürgeciliğe, inkâra, dil ve kültür yasağına karşı ne
yapılabilir? Yüz yıldır inkâr ettiği bir ulus ve bir halk direnişten başka
kendisini nasıl kurtarabilir? Yasaklanmış bir dilin ve kültürün sahipleri
direnmeyecek de ne yapacaklar? Yüz yıldır yalvarıp yakardılar, dilekçe verip
taleplerini sıraladılar, hayran kurban deyip en olmadık davranışlarda
bulundular, isyan ettiler, öldüler, katliamlardan geçirildiler, ama değişen bir
şey olmadı. Çünkü sömürgeciliğin karekteri budur, kendi sistemini inşa ederken
zorla inşa eder, şiddetle ülkeleri işgal eder, girdiği yerde yerel halka ait ne
varsa her şeylerini yasaklar. Sömürgecilik, iradesizleştirme, kişiliksizleştirme,
yerel dinamikleri yok etme politikası ile varlığını sürdürür. Tük devletinin
politikası da böyle olmuştur.
Sömürgeciliğin bu durumu Kürtlerde karşı tepkiyi yaratmış
ve yapması gerekeni yapmıştır. Yani Kürtler direnmeyi esas almıştır. Türk aydını
ve yazar takımının göremediği ya da görüp de kabul edemediği durum budur. Bir
kere “neden direniyorsunuz?” diyemezsiniz. “Neden barikat kurup hendek kazdınız?”
da diyemezsiniz. “Neden
asker ve polise taş atıyorsunuz?” deme hakkına da sahip değilsiniz.
“Neden öz yönetim kuruyorsunuz?” deme gibi bir hakkınız da yok.
Çünkü Kürtler ülkelerinde sömürgeciliği kabul etmiyor.
Çünkü Kürtler yabancı polis ve
askerleri, kurumlaşmış sömürgeci bir sistemi de istemiyor,
Çünkü Kürtler kendi kendilerini
yönetmek istiyorlar. “Kendi irademizi kendimiz tarafından oluşturmak ve bu
eksende varlığımızı sürdürmek istiyoruz” diyorlar.
Çünkü Kürtler “başkaları bizi değil, biz kendimizi yönetmek, kendi vali ve kaymakamlarımızı kendimiz seçmek
istiyoruz” diyorlar.
Çünkü Kürtler “artık yeter, êdi
bese!” diyerek, kendi topraklarında, kendi vatanlarında özgürce
yaşamak istiyorlar...
Tüm bunlara var mısınız, yok muusnuz? Esas sorun bu. Eğer devletiniz ve siz “hayır, öyle iş mi olur? O zaman herkes kalkar hakkını ister, bu durumda da ortada bir şey kalmaz. Eğer hak talebinde bulunursanız
sonunuz kötü olur” derseniz, Kürtler de, ”tamam, o zaman ben de senin kurduğun
sisteme uymuyorum, dilimi ve kültürümü kendim yaşatmak istiyorum. Siyasal,
ekonomik ve hukuksal kuralların benim için geçerli değildir” der ve insanın
insan olmayla başladığı günden itibaren öğrendiği öz savunma ve direnme hakkını
kullanmaya başlar.
Evet, Kürtlerin yaptığı budur. Eğer
insansanız, o zaman devletinizin vahşetine karşı çıkacaksınız, eğer solcuysanız devletinizin inkârcı ve asimilasyoncu politikalarını şiddetle reddedeceksiz, eğer aydın ve demokratsanız o
zaman Kürt halkının direnişini haklı göreceksiniz, sadece haklı değil aynı zamanda yanında yer alacaksınız...
Eğer “devlet devlet olmanın gereğini
yapar” derseniz, o zaman Kürtler de “ulus ve halk olmanın gereğini yaparız”
derler. Şimdi devletin bir halkı ve ulusu kabul etmemesi, bu ulusu inkâr
etmesi, bu halkı yok sayması mı barbarlıktır, vahşettir, terörist bir tutumdur,
yoksa inkâr edilen bu halkın ve ulusun “hayır beni inkâr edemezsiniz” deyip,
direnmesi mi teröristlik oluyor? Tabii ki Kürt halkı direnecek, tabii ki Kürt halkı haklarını talep edecek, tabii ki Kürt halkı
devletin inkâr ve asimilasyon politkalarına “dur” diyecek. Tabii ki Kürtler
kendisine bir statünün biçilmesi talebinde bulunacak. Başka yol var mı? Varsa
söyleyin...
Nasıl ki IŞİD'in Kobanê üzerinde hakkı yoksa, nasıl ki IŞİD
Kobanê'ye saldırarak büyük suç işlemişse, nasıl ki IŞİD'in Rojava halkına karşı saldırı ve vahşet politikası nefretle kınandıysa, şimdi Bakur'da Türk devletinin Nusaybin, Silopi,
Sur, Cizre ve Kürdistan'ın diğer bölgelerinde uyguladığı politikalar da kınanmalıdır. IŞİD'in Kobanê'ye saldırısna
“barbarlık” diyeceksiniz, ama Türk devletinin aynı düzeydeki uygulamasına
“mecbur kaldı, hendek kazıldı, barikat oluşturuldu, bu nedenle politikası doğrudur”
diyeceksiniz. Bu, en hafif deyimle iki yüzlülüktür. Birisine “evet”, diğerine
“hayır”, birisine “iyi”, ötekine “kötü” demeniz, tipik Türk aydın tarzının bir
karekteridir. Beyaz Türk aydın tarzı bunu ifade ediyor.
Ama siz de kaybedeceksiniz, tıpkı
devletiniz gibi ve siz de artık Kürdistan'da yaşama
imkânı bulamayacaksınız, tıpki ilkel milliyetçiler gibi...