Mavilere bürünmüş ak saçlarıyla bir kadın düşünüyor şimdi
karanlık bir hücrede...
Bir kadın
karar alıyor şimdi hepimizden çok farklı bir gündemle...
Şimdi, şu an
bir kadın eriyor her gün, her saat, her dakika, her saniye...
Bir kadın
yoğunlaşıyor durmadan ve yoğunlaştıkça ruhunu, bilincini, duygularını yeniden
yeniden yaratıyor...
Bir kadın
yürüyor şimdi milyonların önünde ve herkesin adına...
Ve bir kadın
tıpkı bir anka kuşu gibi sadece kendini değil cinsini ve halkını kendi
küllerinden, eriyen bedeninden yoğunlaşan ruhundan yaratıyor yeniden...
Ve Leyla,
arkadaşları Leylalarla, Beritanlarla, Zilanlarla, Delallerle, Armançlarla
birleşerek milyonlara ışık olmuş bir Kürt kadını olarak gündemi belirliyor...
74 GÜNDÜR
BÜYÜK BİR DİRENİŞ İÇERİSİNDE
Leyla Güven
cinsinin ve konumunun bilincinde olan, ruhsal, düşünsel ve eylemsel duruşu ile
bir Kürt kadını olarak bugün 74 gündür büyük bir direnişin içinde. Leyla Güven
sadece direnişin içinde olan bir kadın değildir, aynı zamanda bu direnişin
öncüsü ve önderi olarak gündem yaratan bir misyon sahibi. Sadece bu da değil,
aynı zamanda fedai düzeyde bir direnişin yaratıcısı. Başka bir şey daha var;
fedai halk gerçekliğine ulaşan bir eylemin de yaratıcısı, öncüsü ve onun temel
taşını döşen bir eylemci.
Bugüne kadar
açlık grevi gibi ölüm riskinin çok yüksek olan, daha doğrusu fedai düzeyde
değerlendirilen eylemlerin daha çok partili-kadro kimliğini taşıyan
şahsiyetlerin öncülüğünde gelişen eylemlerdi. Gerek açlık grevi ve ölüm
oruçları, gerekse diğer fedai eylem biçimlerinin gelişim süreci hep böyle
olmuştur. Örneğin Diyarbakır cezaevinde yaşanan fedai eylemlere öncülük eden ve
hatta katılım sürecine dahil olan bireylerin tümü de parti kimliği ile
katılmışlardır. “Sempatizan”, “taraftar”, “çalışan” diye tabir edilen
yurtseverlerin katılımı daha çok genelleşen eylemler sürecinde olmuşlardır.
HEDEFE DOĞRU
KOŞAN KADIN LEYLA GÜVEN
Diyarbakır
zindanında şahadetle sonuçlanan tüm eylemler öncü konumunda olan partililer
tarafından gerçekleştirilmiştir. Ali Erek’ten Mazlum Doğan’a, Hayri Durmuş’tan
Cemal Arat’a, daha sonraki süreçte biçim alan kurtuluş mücadelesinin en keskin
olduğu dönemde de böyle olmuştur. Başkan Abdullah Öcalan’a dönük gerçekleşen
uluslararası komplo sürecinde de fedai eylem çizgisi bu minvalde şekillenerek
bugüne kadar gelmiştir. Belki de ilk kez fedai bir eyleme öncülük etme
düzeyinde öne çıkan DTK Eşbaşkanı ve HDP Milletvekili Leyla Güven oldu.
Bu anlamda
Leyla Güven’in eylemi, partisel çizgiden yurtseverlik çizgisine doğru değişimsel
bir hat temelinde gelişen bir hamlenin en keskin hali olarak değerlendirmek
gerekmektedir. Ya da partisel çizgi ile yurtseverlik çizginin fedaisel düzeyde
buluştuğu bir hamlenin en keskin hali olarak da değerlendirmek mümkün. Nasıl ve
hangi pencereden bakarsak bakalım sonuçta Leyla Güven şu an Mazlum, Hayri ve
Kemal Pirlerin öncülüğünde gerçekleşen tarihi zindan direnişinin bulunduğu
şehirde, tarihe geçecek yeni bir eyleme damgasını vuran bir Kürt kadını olarak
hedefe doğru koşan bir eylemci. Zamanın ruhunu iyi okumuş, tarihe ve Ortadoğu
toplumlarına damgasını vuracak bir eylemi planlamış ve bu eylemini yüksek bir
sesle tüm dünyaya duyurmuştur...
LEYLA
GÜVEN'İN TARİHİ EYLEMİNİN GEREKÇESİ
Leyla Güven
şu çağrı ile tarihi eylemine giriş yapmıştır: "Sayın Abdullah Öcalan
herhangi bir insan değildir. Varlığı kendisiyle veya bir grupla sınırlı olan
herhangi bir politik insan da değildir. Sayın Abdullah Öcalan bir toplumun, bir
halkın, bir ulusun önderidir. Onun yapacağı her konuşma, vereceği her
perspektif veya kendisine dönük yapılan her muamele bir ulusu, bir toplumu, 50
milyonu aşan bir halkı direkt etkileyecek kadar belirleyici konumunda olan bir
liderdir. Sayın Öcalan'ın bu konumu Ortadoğu'nun kaderini de belirlediğini
herkes biliyor. Nasıl ki Sayın Öcalan Kürt toplumu çok yakından etkiliyorsa,
aynı zamanda Ortadoğu'yu da direkt etkileyen bir önderdir.
Yıllara
yayılacak bir savaşı da, Ortadoğu'yu büyük bir barışa kavuşturacak bir süreci
de belirleyecek bir liderdir. Bu nedenle Sayın Öcalan'a dönük uygulanan tecrit
tüm topluma uygulanan bir tecrittir. Bu tecrit kalkmalı, yeni bir sürecin
başlangıcı olarak Sayın Öcalan'a yapılan muamele saygı temelinde olmalıdır...
Tüm bu nedenlerden dolayı bugünden itibaren süresiz ve dönüşümsüz açlık grevine
başlıyorum..." İşte Leyla Güven'in tarihi eyleminin gerekçesi budur.
NE LEYLA TEK
KİŞİDİR NE DE EYLEMİ TEK KİŞİLİKTİR
Tek talep ama
binlerce sorunu çözecek bir eylem. Tek kişilik bir eylem fakat Türk ve Kürt
halkının, Ortadoğu ve diğer halkların geleceğini belirleyecek bir kaç ulusun
iradesini bağrında taşıyacak kadar etkili bir duruş. Bu nedenle Leyla Güven'in
eylemi sadece bir kişinin tecridinin ortadan kaldıran ve dolayısıyla bir
kişinin geliştirdiği bir duruş olarak ele alınmamalı, bu bağlamda ele alınırsa
büyük bir yenilgi olacağı kesindir.
Zira artık
gelinen aşamada ne Leyla tek kişidir, ne de eylemi bir kişilik eylemdir. Nasıl
ki başkan Abdullah Öcalan bir kişi değilse, nasıl ki ona uygulanan izolasyon
politikası bir kişiye uygulanan izolasyon değilse ve nasıl ki yaşanan tecrit
Türk-Kürt, Ermeni-Asuri ve Süryani, Arap ve Fars halklarının geleceğini de
belirleyecekse Leyla Güven'in eylemi de bu bağlamda tersi bir etkiyi yaratacak
kadar büyük ve anlamlıdır. Elbette ki Başkan Abdullah Öcalan'a uygulanan katı,
sınırsız ve mutlak tecridin kaldırılması sadece Leyla Güven'in görevi değildir,
herkesindir. Sadece demokrat, aydın, devrimci, ya da Kürtlerin de değildi.
ÖCALAN ARTIK
EVRENSEL BİR ÖNDERDİR
Her toplumun,
Türklerin de, Arapların da, Farsların da, kısacası Ortadoğu yaşayan tüm inanç
ve halkların da "olmazsa olmaz" görevleridir. Çünkü Kürtler hep,
"Öcalan bizim için savaşın da barışın da gerekçesidir" dediler. Bunu
herkes biliyor, Erdoğan da, Erdoğan'ın kurduğu savaş kabinesi de, Ortadoğu'yu
Öcalan'sız yeniden yapılandırmak isteyen Rusya da, ABD de gayet iyi biliyor.
Çok daha
önemli bir gerçeğin altını çizmek gerekiyor. Başkan Öcalan'ı artık sadece
Kürtler değil, demokrasiden ve özgürlükten yana olan herkes Öcalan'ı hem
destekliyor hem de onun özgürlüğünü talep ediyor. Başkan Öcalan artık eskisi
gibi sadece Kürtlerin özgürlüğünü istemiyor, bunu aştı ve kendini
evrenselleştiren bir önder konumuna taşıdı. Yeni paradigması enternasyonalist
bir paradigma haline gelmiştir. Bu nedenle bir avuç hegemonik gücün dışında
herkesin yaşam tarzına hitap eden bu paradigma bugün tüm dünyada kabul artık
kabul edilir bir noktaya gelmiştir.
İtalya'dan
İspanya'ya, Latin Amerika'dan Fransa'ya, oradan İsviçre'ye, Kanada'dan
Almanya'ya kadar yoğun bir biçimde ilgi duyulan bu paradigmanın önderini uzun
vadede esir tutmak, zindanda kötü muameleye tabi tutmak veya mutlak tecride
mahkum etmek düşünülemez. Eskiden sadece Kürtler tecride kaşı tutum alırken
şimdi tüm dünyada ciddi düzeyde bir tepki vardır. Leyla Güven'in eylemine ve
sürece yaklaşımına bu perspektifle bakıldığında gerçekten de tarihi bir eylem
olduğu kendiliğinden anlaşılacaktır.
LEYLA GÜVEN
ZAMANIN RUHUNU OKUDU
Leyla Güven
adeta zamanın ruhunu okudu. Türkiye ve Kürdistan'daki gelişmeleri izledi,
yoğunlaştı, sürece baktı, Erdoğan-Bahçeli diktatörlüğünün konseptini inceledi,
AKP-MHP faşizminin Rojava devrimine ve Kürtlere karşı almış olduğu soykırım
kararlarını düşündü ve "işte tam da zamanıdır" diyerek tarihi
eylemini gerçekleştirdi. Gerçekten de artık büyük bir eylemin, sonuç alıcı bir
hamlenin zamanıydı. Çünkü üç yıldır Başkan Öcalan'dan haber alınmıyordu. Artık
bıçak kemiğe dayanmış ve Kürt halkı büyük bir öfke ile bir şeyleri yapmanın
arayışına girmişti.
Herkes merak
içinde, öfke içinde, arayış, içinde ama somut olarak ne yapacağını fazla bilmeyen
bir ruh haline sahipti. İşte Leyla Güven bu sürecin ve bu öfkeye, bu arayış ve
bu ne "yapacağız" bilememenin çaresizliğine çare oldu.
"Çaresizlik de, zavallılık da çözümsüzlüktür. Düşman bu iki olgundan yola
çıkarak bizi teslim alıyor. Ama ben de devrim yapmış Kürt kadınlarının onurlu
bir üyesi olarak, DTK Eşbaşkanın bana verdiği görev ve misyon gereği çaresiz
kalmayacağım" diyerek, daha şimdiden tarihin altın sayfalarına adını
yazdırmayı başaran Leyla Güven gerçekten de muhteşem bir eylemin sahibi oldu.
ERDOĞAN HİLE
İLE DİRENİŞİ KIRMAK İSTEDİ
Erdoğan ve
Türk faşizmi Leyla Güven'in öncülüğünde gelişen "tecridi kıralım, faşizmi
yıkalım, Kürdistan'ı özgürleştirelim" hamlesini kırmanın çabası içerisine
girerek, Başkan Abdullah Öcalan'la 15 dakikalık bir görüşme gerçekleştirdi. Bu
görüşme tamamen bir hileydi. her zaman olduğu gibi bu sefer de hile ve
yalanlarla direniş sürecini tasfiye etmek isteyen Erdoğan, ancak bu sefer deyim
yerindeyse granit taştan yapılmış bir duvara toslandı. Leyla Güven gibi bir direnişçinin
kandırılamayacağını çok iyi bilmesi gerekiyordu, ancak soykırım konsepti ile
sürekli yatıp kalkan birisinin bunu düşünmesi ve bilmesi zaten mümkün değildi.
Fakat Leyla
Güven bunu ona hem nasıl bir kadın olduğunu, hem kandırılamayacağını, hem de
eylemi ve duruşu konusunda son derece ciddi ve kararlı olduğunu göstermesi
gerekiyordu. Zaten ilk tepkisinde "Sayın Öcalan'la bir kez görüşülmesi
için değil tecridin bir bütün olarak ortadan kaldırılması amacıyla eyleme
başladım. Mehmet Öcalan'la görüşülmesi tecridin ortadan kaldırılması anlamına
gelmez. Bu nedenle direnişim devam edecek, açlık grevini bırakmayacağım"
diyerek, Erdoğan'ın sahte ve hileye dayalı politikasını boşa çıkartmasını
bildi.
Leyla Güven
DTK Eşbaşkanı, HDP Milletvekili ve Kürt kadın hareketinin öncülerinden bir Kürt
kadınıdır. Erdoğan'ın ne kadar sahtekar ve ne kadar sinsi olduğunu gayet iyi
bilir, kendisi de bu konuda nerede, nasıl ve hangi yol ve yöntemi izleyerek
doğrultu kazanacağını da gayet iyi bilir. Kısacası Erdoğan baltayı kendi
ayağına vurmuştur.
LEYLA GÜVEN
ÖLÜM SINIRINDA...
Leyla Güven
açlığın 74. gününde. 74 gün boyunca açlık grevinde olmak ölümün kenarında,
onun keskin uçurumunda dans etmek demektir. Açlık grevinin 74. gününde direnmek
aynı zamanda ölüme de direnmek anlamına geliyor. Eylemde bulunun eylemci
aslında burada ölümün ömrünü kendi iadesiyle birazcık da olsa uzatmış oluyor.
Sonuçta 74. gün keskin bir kılıcın ucunda ölümle dans etmeye benziyor. Bundan
dolayı gelinen aşamada Leyla Güven'in eylemi artık ölüm sınırındadır. Bu
nedenle herkes, hepimiz mutlak anlamda bir şeyler yapmalıyız.
Evde,
televizyonların başında oturarak, sosyal medyada bazı şeyleri paylaşıp öfke
seline kapılarak hiç, ama hiç bir yere varamayız. Bu ne tecridi kırar, ne de
Leyla Güven'in hayatını kurtarır. Yapılacak tek şey var: Leyla Güven'e destek
vermek değil, her yerde ve her koşulda onunla birlikte olursak ancak hayatını
kurtarabiliriz. Son olarak şunu belirtmek gerekiyor: Ağlamak, sızlamak, 'neden
böyle oluyor', 'artık bıraksın' demek hiç bir biçimde doğru olmadığı gibi Leyla
Güven'in eylemine de gölge düşürme anlamına geleceği bilinciyle duruşumuzu
ortaya koymak ve her yerde onunla aynı duygu ve aynı düşünceyi paylaşmak en
doğru yaklaşım olacaktır.
LEYLA
GÜVEN'İN HAYATINI KURTARMA GÖREVİ BİZE DÜŞMÜŞTÜR
Leyla Güven
bugünü görmüş ve buna göre tarihi açıklama ile eyleme başlamıştır. Ne kadar zor
ve çetin bir yola çıktığını ve bu yolda büyük engellerin de olduğunu/olacağını
biliyordu. Daha da önemlisi tecridi kırmanın, devleti deyim yerindeyse imana
getirmenin, Erdoğan'ı belli bir noktada yoğunlaştırmanın öyle kolay olmadığını
biliyordu. Zaten bunun için daha ilk açıklamasında "tecrit kırılana dek
eylemimi sürdüreceğim" demiş ve terzi Hermes’in sınavı kadar zor olan
sürece girmiştir.
İşte şimdi bu
zor sürecin en keskin aşamasında olan Leyla Güven'in hayatını kurtarma görevi
bize düşmektedir. Hayatının kurtuluşu bir boyutuyla bize bağlıdır. Onunla omuz
omuza olursak, onun haklı gerekçelerini kendi gerekçelerimiz haline getirip,
yaşamın her alanında onun yeşillere bürünmüş ve ak saçları ile yürüyüş
halindeki olan o güzel fotosunu taşıyıp adını ve isteklerini haykırırsak
kesinlikle "biz" kazanacağız, kadınlar kazanacak, gençler, çocuklar
ve halklar kazanacaktır…