O. Miroğlu’nu bir daha gündemime almayacak, bir daha makalemin
konusu yapmayacak, bir daha herhangi bir biçimde adını ağzıma almayacaktım. Ama
olmuyor işte... İnsan bazen dayanamıyor, bazen konuşulmaması, sessiz kalınması
gereken bir yerde hiç hesapta olmayan kimi “şeyler” nedeniye konuşmak, sesini
yükseltmek zorunda kalıyor.
Bu yazıyı da bu vesileyle kaleme aldım. Adını
ağzıma almamam gereken O. Miroğlu’nun yazarı olduğu gazetede kendi köşesinde Kürtleri "Sultan"ıyla, deyim yerindeyse haddini oldukça
aşan bir üslupla Kürt ulusunu uşaklığını, şaklabanlık ve soytarılığını yaptığı efendisiyle gözdağı verme çabasına girmesi
nedeniye son bir kez bazı şeyleri ifade etmek istiyorum. Şimdiye kadar kişileri eksen alarak yazı yazmadım.
Zaman zaman Erdoğan'ın ruh halini değerlendiren yazılar yazdım. Bunun dışında
kişileri yazmadım. Uzun bir süre önce Mehmet Metiner'i yazdığımı da vurgulamalıyım. Yanlış hatırlamıyorsam uzun bir süre önce Apê
Musa’nın katledilmesi ile ilgili yine bu
“adam” hakkında bir makale kaleme almıştım. Bu, ikincisi oluyor.
Bu yazı, Kürt ve Arap halklarına karşı duyduğum saygının bir
gereği olarak da görülebilir. Nasıl görülürse görülsün, ama O. Miroğlu'nu
yazmalıyım. Henüz daha vakit varken yazmalıyım ki, Kürt ve Arap halkları
gerçekleri görebilsin. Yazmalıyım ki O. Miroğlu denilen zatın gerçekten de değerler
üzerinde kendini nasıl inşaa ettiğini ve bu şahsın Diyarbakır Cezaevi'nde daha
ilk günden itibaren Esat Oktay Yıldıran'a teslim olmuş bir kişilik olduğunu,
Apê Musa'nın şehadetini rant olarak kullanan, ama esas olarak cinayette
işbirlikçilik yapan bir kişilik olduğunu görebilsinler.
Evet, O. Miroğlu 12 Eylül sürecinde bir hareketin üyesi olarak
tutuklanıp cezaevine konulmuştur. 12 Eylül darbesini yapanların, cezaevinde
yapmış oldukları işkence, uyguladıkları vahşet ve estirdikleri terörün çok özel
olduğunu da biliyoruz. Fakat bildiğimiz başka bir şey daha var: Diyarbakır 5
No'lu Cezaevi'nde büyük bir direniş, faşizme büyük bir karşı koyuş ve vahşete
teslim olmama duruşu da vardır. Eğer bu duruş olmamış olsaydı, Diyarbakır 5
No'lu Cezaevi efesanesi diye bir şey de olmamış olacaktı. Yani 5 No'luyu 5
No'lu yapan sadece yapılan vahşet değil, esas olarak orada gösterilen büyük
direniş ve bu direnişlerde yaşamını yitiren devrimcilerdir. Bu devrimcilerin ve
orada direnen hareketlerin kimler oldukları bellidir. Ve ayrıca 5 No'lu da
büyük direnen tek tek bireyler de olmuştur.
İşte Diyarbakır 5 No'lu Cezaevi'ni
esas olarak efsaneleştiren, burayı bir direniş ve vahşete karşı mücadele sahası yapan budur. Burada en
büyük yanılgı şu: 5 No'lu da kalan, orada yatan herkes bu efsaneye katkısı olduğu
anlamına gelmiyor. Burada büyük direnenler de, teslim olanlar da, işkencelere
ve Esat Oktay Yıldıran'ın vahşetine boyun eğip, sınırsız bir biçimde 'evet
efendim' diyenler de, ispiyonculuk yapanlar da vardı.
Hep "5 No'luda yattım, orada
yaşadım, işkencenin en ağırını gördüm"
diyen Orhan Miroğlu, oysa burada, yani 5 No’lu Zindanı'nda değil bir tek gün,
tek bir saat bile direnmemişti. O kadar soru soruldu, ama hiç bir zaman şu soru
sorulmadı: "5 No'luda onlarca ölüm orucu ve açlık grevi eylemi
gerçekleşti, yine uzun süre devam eden bir fiili direniş yaşandı. Siz bu eylem
ve direnişlere hiç katıldnız mı, eğer katılmışsanız hangisine katıldınız?"
O. Miroğlu'nun vereceği cevabı olmayacak
ve eğer samimi, dürüst davranırsa yanıtı bir tek kelime olacak: “Hayır”. Evet, “hayır” diyecek, "yok katılmadım"
diyecek. Çünkü gerçekten de Miroğlu herkes gibi
vahşet sürecinde 5 No’luda kalmış, oradaki tüm işkencelere tanıklık etmiş,
kendisi de bu vahşetten nasibini almıştır, ama cesareti olmadığı için,
“direniş” diye bir kavramı sözlüğünde, ruhunda, kalbinde barındırmasına izin
vermediği için direnmemiştir. Çok işkence görmüştür, çok büyük hakaretlere
maruz kalmıştır, Türk askelerinden ağza alınmayacak küfürler yemiştir, ama bir
tek saat bile direnme cesaretini göstermemiştir. Şimdiki gibi orada da, yani o
vahşette de boyun eğmiş, cellatlar karşısında tir tir titremiş, zebaniler karşısında
hep diz çökmeyi bir yaşam biçimi haline getirmiştir. O. Miroğlu’nun gerçekliği
bu iken, o sanki tüm direnişlerde yer almış, sanki dik durmuş, sanki devletin
işkencelerine karşı bir yurtseverin göstermesi gereken tutumu sergilemiş gibi bir hava ile konuşuyor, yazıyor, tartışıyor.
İkincisi, O. Miroğlu'nun en çok rant konusu yaptığı Apê Musa
katledilirken, kendisinin de yaralanmış olmasıdır. Bunun da şaibeli bir durum
olduğu çokça yazılmıştır. JİTEM mensubu bir kadından bahsediliyor. Diyarbakır
Devlet Hastahane'sinde çalışan bir hemşireden, "General Zinar"
denilen Abdullah Kanat ile ilişkisi olan, ama aynı zamanda O. Miroğlu'nun da en
iyi, en yakın ahbabı ve dostu olduğu söylenen bir kadından söz ediliyor. Hatta
O. Miroğlu'nun, Apê Musa'nın vurulmasından bir gün önce bu kadınla uzun uzun
konuşup “sohbet” ettiği de söyleniyor. Bu konuda ciddi iddialar var. O. Miroğlu'nu
çok iyi tanıyanların da bu konuda oldukça 'fazla' konuştuklarını da biliyoruz.
Acaba O. Miroğlu bu konuda ne diyecek ve
nasıl bir yanıt verecek? Mardin halkı ve tabii ki Türkiye halkları da bu
sorunun yanıtını bilmek isteyeceklerdir.
Aynı O. Miroğlu, kanal kanal
dolaşarak, IŞİD’in terör
örgütü olmadığını, saflarında yer alan partinin
dediği gibi bazi öfkeli gençlerden oluşan meşru bir örgüt olduğunu durmadan
belirtiyor. Ama ona göre PKK büyük bir “terör” örgütü, büyük katliam yapan “eli
kanlı” silahlı bir “vahşi” örgüt. Gittiği her yerde, katıldığı bütün
programlarda, kemiğini yaladığı “entel” çevrelerde aynı kara propagandayı
durmadan, bıkıp usanmadan tekrarlıyor. Yani tüm dünyanın vahşi, canavar ve
büyük bir terörist örgüt olarak gördüğü IŞİD’i masum gösteririken, PKK’yi ise
terörist bir örgüt olarak lanse etme çabasına girmekten usanmıyor.
"IŞİD terör örgütü değildir" diyen bir kişinin
5 No'luda direnmiş olması, Apê Musa'nın katilleriyle işbirliği yapmaması mümkün
mü? Kürtleri cayır cayır yakan, Kürt kadınlarına tecavüz edip onları pazarda
satışa çıkartan IŞİD gibi bir vahşi yapıya "terörist değildir" diyen
bir kişilik, namuslu ve dürüst olabilir mi? Sabahtan akşama kadar PKK'nin
terörist olduğunu söyleyen bu kişilik, Kürt halkını vahşice katliamdan geçiren
IŞİD'e "terörist değildir" diyor. Kendini beş dolara, bir tas
çorbaya, bir kaç kuruşa pazarlayan bu kişilik, ihanet ettiği halka vekil
olabilir mi? Apê Musa'nın kanına girmesine rağmen, yıllardır rantını yemek için
durmadan mağduriyet teorisini yapıp kendini yaşatmış işbirlikçi olan bu
kişilik, Kürt halkını temsil edebilir mi?
Ama O. Miroğlu hızından hiç bir şey yitirmeden ihanetine ve
Kürdistan halkına tehditler savurmaya devam ediyor. İleri geri konuşmakla yetinmeyen O. Miroğlu, bir de
Kürt halkını, soytarılık yaptığı Sultan’ı ile tehdit edecek kadar ileri gitmiş
durumda. “HDP, Sultan’ı iktidardan düşürecek. Hayır, HDP, Sultan'la bu kadar
insafsızca uğraşmasının bedelini ödeyecek. Kürt halkının o Sultan’a minnet
borcu var” diyerek, adeta devletten daha fazla devletçi, JİTEM’den daha fazla JİTEMci,
IŞİD’ten daha fazla IŞİDci davranıyor. Bir adım daha, “ya PKK silahları bırakacak
ya da onun örgütlü olduğu her yerde kimyasal kullanalım” diyecek kadar zalim ve
kendi halkına düşman bir konuma gelmiş bulunuyor. Bu kişiliğin geldiği
nokta Harpagos’un, Metiner’in, Mahçupyan
kişiliğinin bulunduğu noktadır. Bu nokta lanetli bir noktadır. Cehhennemi
halklara ve insanlığa yaşatma noktasıdır. Halklara, özellikle Kürt halkına
inkarı reddi ve ölümü dayatma noktasıdır. Ama halklar, Kürtler ve insanlık bunu
unutmayacaktır.
3 Kasım 2015