1 Kasım seçimleri ile ilgili konuşan konaşana. Ekranlarda analiz yapanlar o kadar çok ki ve o kadar da yüzeysel analizlerde bulunuyorlar ki...

Sanki devrim oldu, sanki eski sistem yerine başka bir sistem geçti, sanki rejimle birlikte bambaşka bir yönetim iktidara geldi de 1 Kasım seçiminden önce Erdoğan’a ve AKP sistemine atıp tutanlar, şimdi yüz seksen derece dönüş yaparak çok farklı konuşmaya başladılar.
İnsan hayret ediyor, insan bazen ne söyleyeceğini bilemiyor, bazen de ortaya çıkan kişilik tablosuna karşı nasıl bir kavram kullanacağı bilemiyor. “Oportünist”, “liberal”, kaburgasız”, “iki yüzlü”, “tutarsız”, “yalancı”, ”her dönemin adamı” gibi kavramlar da artık karşılamıyor. Akşam farklı, sabah farklı şeyleri ifade eden o kadar “uzman” kişilikler var ki, saymakla bitmez.

Bu durum aynı zamanda Türk toplumunun hangi düzeye getirildiğinin de bir ifadesi oluyor. Karektersiz, kişiliksiz, yalancı ve iki yüzlü bir kişilik oluşumu yaratılmışsa, elbette ki bu toplumsal şekillenmenin, ortaya çıkan toplumsal ahlak ve siyasetsel gelişmenin bir sonucu oluyor. Gerçekten de büyük bir ahlaki çöküş ve siyaset terbiyesizliği boy vermiş. Kişilik dumura uğramış, kimin eli kimin cebinde belli değil. Birbirinden yararlanma ve birbirini kullanma yaşamın bir parçası haline gelmiş adeta. “Ortaklık, öküzün ölümüne kadardır” sözü, tam da Türk toplumunu ifade ediyor. Toplumun ve sorunların çözüm merkezi olması gereken siyaset sonuna kadar kirletilmiş ve esas olarak da sorunların tıkanma aracına dönüşmüş durumda.

İşte böylesi bir toplumun “uzmanları”, neredeyse 24 saat boyunca TV ekranlarında 1 Kasım seçimlerinin sonuçlarını irdeliyor ve sözde bilimsel sonuçlara ulaşmaya çalışıyorlar. Bu “uzman”ların vardığı nokta aynı: “AKP son 3 ayda geliştirdiği büyük projelerle 4 milyon seçmenin fikrini değiştirmiş, HDP ise, PKK’ye karşı sağlam durmadığından 1 milyon civarında oy kaybına uğramıştır.”

Evet, “uzman”lar böyle düşünüyor, böyle konuşuyor ve böyle değerlendiriyorlar. Onlara göre PKK süreci bozdu, PKK müzakere masasını devirdi, PKK şiddeti sınırsız kullandı, PKK Kürdistan’da onlarca çocuğu katletti, PKK, HDP’nin başarısını hazmedemedi ve dolayısıyla AKP’den önce PKK seçim sonuçlarını böyle olmasını istedi.

Uzmanların gerekçesi böyle:  “PKK savaşı başlattı, halk HDP’yi cezalandırdı.” Kargaların bile güleceği bu gerekçeler de, elbette özel savaşın taktiklerinden birisidir. Türk Gladyo’sunun çok özel savaş taktikleri vardır. Ve ekranda konuşan bir çok “uzman” da bu Gladyo denilen özel oluşumun has elemanlarındandır. Yoksa gerçekler nasıl tersyüz edilir ki? Ortada duran, elle tutulan, gözle görülen doğrular nasıl yalan haline getirilmek istenilir ki? Bu özel olarak yetiştirilmiş “uzman”lardan oluşan Türk Gladyo’su olmazsa nasıl olur da hırsız, katil, yalancı, hortumcu bir yönetim, bir parti, bir adam 14 yıl boyunca iktidarda kalacak ve her seçimde de biraz daha fazla oy alacak?

Elbette ki “uzman” denilen bu kişiliklerin işi bu. Karayı ak yapma, doğruyu yalan gösterme, yalanı doğrularla yoğurarak doğru olarak sunma, dostu düşman, düşmanı dost olarak gösterme, 3 ay içerisinde 4 milyondan daha fazla oy kaymasını yaptırma onların esas görevidir. Böyle olmazsa inkâr, kan-irin, şiddet, kırım ve katliamlar üzerinde inşaa edilen Türk Gladyo Cumhuriyeti yüz yıldır nasıl ayakta kalacaktı ki?

Tabii ki “uzman”lar 1 Kasım seçimi düpe düz, alenen, gösterile gösterile yapılmış bir darbedir demezler. 7 Haziran’da ortaya çıkan tabloyu kabul etmeyen, ısrarla, öfke ve şiddet dolu bir hırsla koalisyon kurmak istemeyen Erdoğan’ın kendisini tek başına "Sultan" yapma ve yaptırtma darbesi olduğunu söylemezler. Yargılamaktan kaçmak, kendini ilelebet başkan yaptırmak ve devletin olanaklarını aile ve çevresine peşkeş çektirmek için iktidarı resmen gasp eden Erdoğan’ın sadece son 3 ay içerisinde öldürdüğü otuzdan fazla çocuktan bahsetmezler.

Savaşı başlatanın PKK olmadığını, müzakere sürecini bitiren ve savaşı başlatanın Erdoğan olduğunu bilen bu uzmanlar elbette ki doğruyu söylemezler. Halbuki seçim kararından sonra başlayan süreç bir seçim süreci değil, sözcüğün gerçek anlamıyla kanlı bir süreçtir. HDP’ye dönük yapılan saldırılarının haddi hesabı yoktur. 190 civarında binası yakıldı, 300’den fazla HDP’li hunharca katledildi, 600’den fazla üyesi tutuklandı, 60’a yakın Belediye Başkanları tutuklandı, seçim boyunca bir tek miting yapamadı. Seçim meydanlarında sadece elinde Kuran'la Erdoğan ve çömezi Davutoğlu vardı. HDP mitinglerinde bombalar patlayıp masum insanlar paramparça olurken, onlar meydanlarda başı-boş, ipini koparmış, faşizm ve ırkçılık zehiri ile zehirlenmiş yığınlar karşısında zil takıp göbek atıyorlardı.

“Uzman”lara göre Demokratik Özerklik ilan edildiği için ve bu nedenle halk  bu taktiği doğru bulmadığı için HDP sandıkta gereken cevabı almıştır. Elbette ki “uzman”lar oturdukları yerde bol keseden atıyorlar. İnsanların gözünün içine baka baka yalan söylüyorlar. Masalarının ününde duran bölgelerden gelen oy oranlarına bir baksalar, böyle konuşmayacaklar diyeceğiz, ama öyle değildir. Böyle yalan konuşmak durumundadırlar, çünkü görevleri yalan söylemek ve onlarca kez, binlerce kez aynı yalanı tekrarlayarak toplumu inandırmaya çalışmaktır. Bunun için Haber Müdürü, Koordinatör, Genel Yayın Yönetmeni ve araştırma şirketlerinde koltuk sahibi olmuşlardır.

Yalan parayla değildir, ama parayla yalan söyleyen bu “kocaman adamlar”ın mumlarının ancak yatsıya kadar yandıklarını da gayet iyi biliyoruz. Halbuki Demokratik Özerklik yaşamını benimseyen ve bunun için Erdoğan’ın, devletin ve "saray"ın hegomonik iradesine karşı büyük direnen bölgeler, 7 Haziran’ın gerisine düşmemişlerdi. Hendek savaşını veren Cizre, Lice, Silvan, Yüksekova, Silopi, Başkale, Varto, Digor gibi yerlerde de aynı biçimde oy oranlarını koruyan bölgeler olmuştur.

İşin özeti şudur: 1 Kasım seçimi seçim değildir. Olağanüstü bir seçim bile değildi. Faşizmin, diktatörlüğün, sınırsız şiddetin uygulandığı, sandıkların bulunduğu yerlerlerin asker ve polisin kuşatması altında olduğu, sandık başında HDP görevlilerinin yaka paça gözaltına alınıp tutuklandığı kanlı bir seçim süreci yaşandı. Dolayısıyla seçim “zaferi” diye bir şey de yoktur. AKP-Erdoğan ve Davutoğlu ne seçimde bir şey kazanmış, ne de seçimden zaferle çıkmıştır. Bir çok yol ve yöntem, siyasi ve şiddet iç içe kullanılan ve adı “seçim” olan bir darbe yapılmıştır. Darbenin zaferinden bahsedilebilinir "darbe başarıya ulaşmıştır" denilebilir, ama asla seçim “zaferi” diye bir şeyden bahsedilemez.

Kanla, şiddetle, bombalarla, sokaklara sürülen katil sürüleriyle, binalara yerleştirilen keskin nişancılarla, metropollerde özel vurucu faşist gruplarla estirilen terörle, Kürdistan'da uygulanan vahşetle, katledilen onlarca Kürt çoçuklarının cansız bedenleriyle kazanılan bir seçim "zafer"i de demek mümkün.

1 Kasım seçimi bu perspektifle ele alınmalı, yoksa yanılgı ortaya çıkar. HDP'nin bir tek miting bile yapamadığı, seçmenlerinin bombalarla katledildiği, kasatura ve döner bıçaklarıyla biçildiği bir seçim ortamında barajı aşması bile bir başarı olarak görülmese bile, bir yenilgi değildir.

HDP’nin, dolayısyla Bloğun en büyük eksikliği faşizme, Erdoğan'ın uyguladığı özel şiddete ve devletin vahşi yüzüne karşı çelikten bir örgüt gücüne ulaşmamış olmasıdır. Azraille mücadele deyim yerindeyse "şeytanca" olmalıydı, bu konuda büyük bir özeleştiriye ihtiyaç vardır...


 
Yukarı