Önce genel bir belirleme yapalım:

1-“yanlış hayat doğu yaşanmaz” tespiti, doğru ile yanlışın, gerçek ile gerçek olmayan olguların tespitinde oldukça aydınlatıcıdır.  Siyasi, sosyal, ekonomik ve hatta askeri konularda önümüzde bulunan birden fazla seçenek için tek doğru olanı seçmemiz için, yanlış veya doğru yerde olmamızla direkt bağlantılı olduğu konusunda, sanırız herkes hemfikirdir. Doğru yerde duruyorsak yapacağımız değerlendirme ve izleyeceğimiz yol da doğru olur, değilsek doğal olarak izleyeceğimiz yol da yanlış olacaktır. Ancak doğru yerde olduğumuzda hiçbir zaman yanılmayacağımız anlamına da gelmez. Doğru yerde olduğumuzda, zaman zaman yanılgılarımız da olacaktır. Ama bu yanılgılar genel doğrularımızı ortadan kaldırmadığı gibi, doğru yerde olmadığımız anlamına da gelmez. Tersi durumda ise, yani yanlış yerde olduğumuzda zaman zaman kimi doğrularımız da olabilir. Deryada bir kum tanesi gibi bir şey. Bu, kimi doğruların bizim yanlış yerde olmadığımız anlamına da gelmez. Demek ki yanlış yerde olduğumuzda kimi doğrularımız olacağı gibi, doğru yerde olduğumuzda da kimi yanlışlarımız olabilir. Hiç kuşkusuz ki burada önemli olan stratejik duruş olarak nerede durduğumuzdur. Eğer stratejik olarak durduğumuz yer doğruysa, kimi yanılgılarımızın olması son derece doğaldır.

11-Şimdi esas konumuz olan Efrin’e geçelim. Burada ‘Efrin’den çekilmek mi doğru yoksa kalmak mi, Efrin düştü mü yoksa verildi mi” diye sorulan sorularla fazla zamanı öldürmeye gerek olmadığı kanısındayız. Zira herkes biliyor ki askeri stratejilerde sabit bir yere çakılıp kalma veya taktik bir tepeyi savunup stratejik bir alanı kaybetme, ya da “Kozik”te çakılıp cephe savaşında “ya hero ya mero” anlayışıyla hareket etme diye bir şey yoktur. Düzenli ordularda birbirilerine üstünlük sağlama amacıyla cephede vuruşma, tepe, alan veya saha tutuma taktiği vardır. Dengede olan güçlerin böylesi taktikleri zorunlu ve belki de bir yere kadar kaçınılmaz gibi görünebilir. Buna rağmen, yine de alan tutma zorunluluğu yoktur. Napolyon’un Rusya’da yenilmesinin esas nedenlerinden birisi, Rusya ordusuna komutanlık yapan komutanın klasik taktikle Napolyon’a karşı alan tutarak savaşma yerine, daha çok yer değiştirme taktiğini kullanmasıydı. Mihail Kutuzov; Moskova’yı ateş topuna çevirip, Napolyon’a bırakmış ve ardından karşı taarruzla Fransa ordusunu darmadağın etmişti.

111-Savaşta zaferi hızlandıran taktik zenginlik ve güç dengesidir. Güç dengesinde ciddi bir fark yoksa, o zaman zafer için taktiksel zenginlik daha çok fazla belirgin olarak öne çıkar. Hatta belirleyici bir faktör bile olabilir. Güçte dengesizlik varsa yapılacak tek şey kalıyor: Mümkün olduğunca zengin ve çok değişik taktikleri uygulamak. Yani taktikte zengin olacaksın, kendini büyük gövdeye yanaştırmayacaksın, kaba kuvveti esas alan düşmanınla yakın mesafede, göğüs göğüsse savaşmayacaksın. Onu sürekli yorarak, yer değiştirerek, kendi alanına çekerek ve uzun vadeli bir stratejiyle onu yok etme tarzını uygulayacaksın. Bu, bir gerilla savaşıdır ve tarih bu savaşın zengin deneyimiyle doludur, aynı zamanda zaferiyle de…

1V-6-Savaşta, kazanma, düşmanı yenme, daha az kayıpla karşı tarafa daha fazla zarar verme düşüncesi ve tasarımı daima birinci planda yer alır. Bu düşünce ve tasarım propagandaya da, taktiğe de, kısacası her şeye yansır ve hatta temel bir yaklaşım olarak ele alınır. Bu tasarım ve düşünceyle konuşulur, tartışılır, taktik üretilir ve savaşan güç kendini bu eksenle motife eder. Savaş, önceden hesaplanıp planlanmış bir strateji temelinde yürütülür, taktik ise bu stratejiye hizmet edecek güncel ve ani gelişmelerle bağlantılı olarak üretilir. Elbette ki güncel taktikler ana taktiğe ve genel stratejiye bağlı olarak uygulanır. Güncel taktik karşı tarafın taktiğine, onun uyguladığı stratejiye, uluslararası politik ve askeri yapısına, yine genel ve özgün gelişmelere, konumlanan yere ve hatta dünyadaki gelişmelere bağlı olarak üretilir ve hayata geçirilir.




 V-Efrin bir şehir. Coğrafik yapısı çok düz olmamakla birlikte, manevra kabiliyetini derinleştiren ve zengin taktiklerle saldırganı köşeye sıkıştırıp kısa sürede yok edecek kadar da stratejik bir alana sahip değildir. Göçmenlerle birlikte bir milyon nüfusuyla birkaç ilçe, kasaba ve 250’ye yakın köyden oluşan bu şehirde tam 59 gün boyunca muhteşem bir savunma savaşı yürütüldü. NATO’nun ikinci büyük ordusu olan Türk ordusu tüm gücünü kullanarak, havadan ve karadan sistemli ve yoğun bir biçimde bombalayarak şehri ele geçirme gayreti içinde oldu. Gece ve gündüz F-16 savaş uçaklarıyla, tankla-topla ve obüslerle durmadan ateş altında tuttukları Efrin halkı ve savaşçıları 59 gün şehri savundu. Muazzam bir güç dengesizliğine rağmen savaşçılar deyim yerindeyse çıplak iradeleriyle halkı ve Efrin’i korudu. Köyler yakıldı, kasabalar yerle bir edildi, nahiyeler haritadan silindi, ancak Efrin halkı ve savunma güçleri buna rağmen büyük direnerek işgalci gücün ilerlemesini engellemeye çalıştı. Erdoğan’ın üç günde alacağız” dediği Efrin tam 59 gün savunuldu ve Erdoğan’ın barbar ordusu şehre giremedi.

V1-Efrin’i savunan güce ve Efrin halkına sadece NATO’nun en büyük ordusu olan Türk ordusu saldırmadı. Aynı zamanda El Kaide, El Nusra ve IŞİD çeteleri de, Erdoğan’ın sömürgeci ve işgalci ordusu ile birlikte Efrin’e saldırdı. Getirilen korucular da bu çapulcu orduya dahil edildiğini belirtmek gerekiyor. Bu tablo neyi gösteriyor; elbette ki korkunç bir güç dengesizliğini. Bir taraf NATO’nun ikinci büyük ordusu, en geliştirilmiş modern savaş aracı, tank-top-bombardıman uçakları ve bitmeyen-tükenmeyen lojistik, öbür tarafta ise bir şehir halkı ve bu halkı savunan bir avuç savunma gücü ve tasarruflu kullanılmak zorunda olunan sayısı belli savunma malzemesi ve lojistii…

V11-Bu genel belirlemelerden yola çıkarak şunları söyleyebiliriz: Efrin merkezinden geri çeklime taktiği doğru bir taktiktir. Uzun bir süreye kadar direnilmiş, kanton savunulmuş, halk işgale karşı muazzam bir biçimde örgütlendirilmiş, tarihte ilk kez bir şehrin havadan ve karadan sistemli olarak bombalanmasına rağmen bu kadar uzun direnebilme kudretini gösteren bir irade ortaya çıkartılmıştır. Direnilmesi kadar direnilmiş, örgütlendirilmesi kadar örgütlendirilmiş, işgalciye darbe vurulması kadar darbe vurulmuştur. Üç günde teslim alınmayacak bir şehir olunmadığı gösterilmiştir. Kürtlerin kolay bir lokma olmadığına dair düşmana da dosta da çok iyi bir biçimde gösterilmiştir.

V111-Efrin direnişinde askeri olarak büyük bir kudret ile işgalci ve yağmacı orduya büyük darbe vurulmuştur. Tutulması gereken alanlar tutulmuş, cepheden savaşılması, savunulması gereken yerlerde hem savaşılmış, hem de savunulmuştur. Ancak yer değiştirilmesi, alan boşaltılması, şehirden geri çekilmesi gerektiği zamanda da, taktiksel geri çekilme süreci yaşanmıştır. Geri çekilme veya çekilmemenin yaratacağı sonuçlar dikkate alınarak şehir merkezinden çekilme taktiği geliştirilmiştir. Ya büyük kayıp verilerek, şehir bir bütün olarak yakılıp yıkılarak kalınacaktı, ya da bunlar fazla yaşanmadan taktiksel olarak geri çekilme yaşanılacaktı. Yapılan geri çekilme taktiğinin uygulanmasıydı…

1V-Hiçbir güç tuttuğu alandan, kaldığı şehirden, bulunduğu savaş mevziisinden geri çekilmez. Bunu ne bir ordu, ne bir müfreze, ne bir birlik, ne bir komutan, ne de bir savaşçı yapar. Fakat “somut koşulların somut tahlili” denilen tespit, aynı zamanda askeri sanatta da geçerli bir tespittir. Siyasette düz rota izleme ve farklı taktiklerle politik duruş sergileme sonucunda alınacak darbeyi kısa sürede düzeltmek mümkün olabilir, ama askeri alanda alınacak büyük bir darbenin telafisi kısa sürede mümkün değildir. Bu nedenle askeri alanda taktik hata, bir ordunun sonunu da getirebilir. Dolayısıyla Efrin’den geri çekilme taktiği bir de bu bağlamda ele almak gerekmektedir.




 X-Askeri taktik ve stratejiler politik süreçlerden ve uluslararası güçlerin birbirlerine karşı konumlanmalarından kopuk değildir. Bu durum Ortadoğu için çok daha geçerli olduğunu belirtmeliyiz. Türk devletinin Efrin’i işgal etmesi Erdoğan’ın kendi başına aldığı bir karar olmadığı gibi, bir iki devletin basit çıkarlar temelinde verdiği bir uygulama da değildir. Bir konsepttir. ABD de, Rusya da, İran ve Suriye de, Avrupa devletleri de bu konsepte yer almaktadır. Her bir devletin çatıştığı, uzlaştığı, örtüştüğü noktalar vardır. Ancak Efrin’in Türk devletine verme konusunda adı geçen tüm devletlerin çıkarları vardır. Çıkar ve uzlaştığı nokta şu: ABD, Rusya ve Avrupa devletleri Başkan Abdullah Öcalan’ın felsefesine ve ideolojik yapısına dayanan bir Kürdistan istemiyorlar. İkincisi İran, Suriye, Irak ve Türkiye Kürt statüsüne dayalı en ufak bir girişimi bile kabul etmiyorlar. Lozan’ı, Lozan’da oluşan statüyü, orada oluşan hukuku istiyorlar. Lozan’ın aşılması onlar için bir savaş gerekçesi oluyor. Ayrıca ABD ile Rusya’nın Ortadoğu’yu paylaşma konusunda yaşadıkları çelişki, yine  Rusya’nın, Türkiye’yi ABD’den koparmaya çalışması, ABD’nin Türkiye ile yaşadığı sorunları gidermeye dönük tutumu da buna eklendiğinde, Efrin’in Türk ordusuna teslim edilmesi konusunda ilgili devletlerin neden hemfikir olduklarını daha iyi anlamaktayız.

X1- Savaşların gidişatını belirleyen iç ve dış koşullar ve uluslararası devletlerin konumlamaları olduğunu biliyoruz. Efrin’e yapılan saldırı sürecinde devletlerin konumlanması, Kürtlerin aleyhinde olmuştur. Bir anlamda Kürtler yalnız kalmıştır. Hemen hemen tüm devletler bir biçimde işgalci Türk ordusunu desteklemiştir. Kürtler, aynı zamanda NATO gücüne ve Rusya’ya karşı direnmiştir. ABD sadece sessiz kalmamıştır, Rusya sadece Suriye hava sahasını açmamıştır. Rusya, aynı zamanda Suriye rejimini ve İran’ı da yönlendirmiş, sessiz kalmaları konusunda adeta Türkiye ile tehdit etmiştir. Kürtleri de aynı biçimde “ya Suriye rejimine teslim olacaksınız ya da Türklerin katliamına katlanacaksınız” demiştir. İşte Efrin direnişi, Efrin halkı ve Efrin’i savunan fedailer bu koşullarda savaşmışlardır.

X11-Efrin’de direnen QSD ve halk gerçekten de dişini tırnağına takarak direnmiştir. Her türlük yokluk ve savaş araçlarından yoksun bir biçimde mücadele etmiştir. Ordusu, cephaneliği, silahı-tankı-topu-uçağı-lojistiği olmayan, havada ve karada savunma gücü neredeyse sıfır olan, ama öte yandan havada ve karada her türlü teknik ve savaş araçlarına sahip olan, ABD, Rusya, İran ve Suriye’nin değişik biçimlerde desteğini alan NATO’nun ikinci büyük ordusu vardı. Muazzam bir güç dengesizliği orta yerde dururken sonuna kadar yerinde çakılıp kalmak, cepheden dövüşmek, mevzi değiştirmemek, tepe ve şehirlerde kalamaya devam etmek en iyimser ifadeyle körlük olurdu.

Evet mevzilerden, tepelerden, köy, kasaba ve en nihayetinde Efrin şehir merkezinden geri çekilme olmayabilirdi. Bu taktik birkaç günü daha götürebilirdi, işgalci güçlere biraz daha darbe vurulabilirdi, şehre giriş noktasında karşı tarafa bazı kayıplar da verilebilirdi. Ama sorun bu değildi. Sorun işgalci gücü havada durduramama sorunuydu. Havada etkili olamayan direnişçi gücün kendini koruyamaması ve buradan gelen ve gelecek olan darbenin büyük olması, tasfiyenin derin olma ihtimalinin oldukça yüksek olmasıydı.




X111-Halkın biraz daha erkenden tahliye edilmesi veya geri çekilme sürecinde birkaç bin fedainin şehirde tutulması tartışma konusu olabilir. Örneğin madem şehirden geri çekilecekti, o zaman işgalci güç şehrin kapısına dayanmadan önce halkın tahliyesi sağlanabilirdi. Son anda, düşman merkeze dayandıktan sonra halkı şehirden çekme taktiği oldukça sorunlu bir taktik olmuştur. Yine merkez bir bütün olarak değil de, birkaç bin fedai bırakılarak şehir savaşı yapılabilirdi. Tartışma konusu olabilecek bu her iki konuda direnişi yönetenlerin mutlaka yanıtları olacaktır.  Ancak direniş liderleri mutlaka bazı şeyleri hesaplayarak böylesine bir sonuca ulaşmışlardır. Ancak askeri açıdan her şeyi önceden düşünmek ve ona göre adım atmak, bazı olasılıkları  hesaplayıp buna göre kimi tedbirleri almak elbette ki askeri komutanların bilmesi gereken bir husustur. Önümüzdeki günlerde her iki konu ile birlikte şu an dile getirmediğimiz diğer tüm konular da mutlaka tartışılıp bazı sonuçlara varılacaktır.

X1V- Sonuç olarak şunu belirtelim ki savaş hala devam ediyor. İşgal ve direniş bir anlamda iç içe sürüyor. İşgalci gücün nerede nasıl durdurulacağı ve kendisinin bundan sonra nerelere yöneleceği konusunda kimi tartışma ve değişik görüşler olsa da, sonuçta 3.dünya savaşının bir parçası olarak devam eden Efrin direnişi, çok daha farklı araç ve taktiklerle hızından hiçbir şey kaybetmeyecektir. Durum ne olursa olsun, kim ne derse desin, hangi güç nasıl konumlanırsa konumlansın Kürtlerin, Efrin halkının direnişi boyutlanarak devam edecektir. Belki de tüm Rojava’yı, Kerkük’ü, Şengal’ı, Kandil’i, tüm Güney ve Kuzey’i de içine alacak bir savaş boyutuna ulaşacaktır. Şu gerçeklik hala büyük bir olasılıktır: Kobani Kürtlerin mücadelesini, irade ve hakikatini tüm dünyaya kabul ettiren bir direniş şehri olarak ortaya çıktı, Efrin ise Kürtleri bir statü olarak tüm dünyaya kabul ettirecek bir direniş şehri olacaktır. Yani İşgal ve direniş Efrin’le başladı, ama hiçbir şey Efrin’le bitmeyecektir. Efrin’i çok ama çok aşan bir süreç başlamıştır. Herkes kendini buna göre ayarlayıp konumlandıracaktır. Kürtler tüm zamanların en doğru ve en aktif kavgasını verirken, risklerden çok daha fazla avantajlara sahip olduğu kesindir. Bu nedenle diyoruz ki: Efrin düşmedi…



 
Yukarı