Gelinen aşamada “Türk devleti Kürtleri katliamdan geçirmek istiyor, amacı soykırımdır” gibi belirlemelerde bulunmak artık anlamsızdır. Hatta bu tür belirlemeler süreci muğlaklaştırma, Türk devletinin yapmak istediği soykırım konusunda kuşku yaratma anlamına geleceği de kesin bir dille vurgulamak gerekiyor. Çünkü Türkiye yönetimi ve bu yönetimin yarattığı sitem artık normal ve olağan bir yönetim değildir. Tamamen olağanüstü yöntemlerle harekete geçen bu yönetim yapısına karşı normal ve olağan bir mücadele tarzıyla mücadele etmek mümkün olmadığı gibi, doğru da değildir. Üstelik bu mücadele tarzı sonuç vermez. Normal-olağan sitem ve yönetimlere karşı mücadele etme tarzı normal ve olağan olabilir ve sonuç almak da mümkün. Ama olağan olmayan yönetimlere ve bu yönetimin oluşturduğu siteme karşı ancak olağanüstü bir mücadele yöntemiyle sonuç alınabilir.

Soykırım aklı

Çok açık bir dille ifade etmek gerekir ki Türk devletinin klasik rejimi ortadan kaldırılmıştır. Eskiden şu veya bu biçimde oluşan klasik devlet zihniyeti ve kurumsal sistemi paramparça olmuştur. Bunun yerine bir kişinin şahsında ifadesi bulan ama çok gizli bir kontra çekirdeği tarafından yönetilen günlük ve güncel olarak sürekli değişen faşist bir rejim almıştır. Erdoğan-Bahçeli diktatörlüğü, AKP-MHP faşizmi ve buna sınırsız bir biçimde destek sunan Ergenekon-Perinçek ve diğer tüm “farklı” dinci, Kemalist, yeşilci, elmacı denilen milliyetçi ve soykırımcı kesimin ittifakı ile hareketli bir mekanizma inşa edilmiştir. Bu mekanizmaya günlük olarak yön veren, Kürtlerin boğazına dayatılan keskin soykırım kılıcını çalıştıran devletin esas sahibi olan gizli çekirdeğin akıldır. Bu akıl normal klasik devletin  aklı değildir. Tamamen soykırımı esas alan, bu temelde devleti örgütleyen ve eski klasik sitem yerine günlük olarak katliam yapabilecek aktif mekanizmaları yöneten ve yönlendiren bir akıldır. Bu akıl Koçgiri, Dersim, Şeyh Sait, Ağrı ve Zilan soykırımını pratikleştiren devlerin üst aklıdır.

Türk devletini yöneten akıl soykırım aklıdır…

Mevcut durumda devleti yöneten bu akıldır. Daha önce de varolan bu akıl Türkiye, Ortadoğu ve genel konjonktürden dolayı kendini çok bariz bir biçimde dışa vurmuyordu. Zira kendini dışa vuracak objektif ve sübjektif koşulları yoktu. Soykırımın siyaseti veya aklının yaşam bulmasının riskleri oldukça büyüktü. Bu nedenle bu akıl her zaman ortaya çıkmaz. Devletin üst düzeyde tehlikede gördüğü, Erdoğan’ın dediği biçimde ‘devletin ve milletin bekasının zora’ girdiği bir süreçte ortaya çıkar. Bu süreci belirleyen de Kürtlerin mücadelesi ve örgütlü düzeyidir. Ne zamanki Kürtler özgürlüğünü elde etmek için ayağa kalktıysa işte bu akıl o zaman devreye girer. Koçgiri’de, Şey Sait döneminde, Ağrı’da, Zilan ve Dersim’de böyle olmuştur.

Tek akıl…

Soykırım konsepti hayata geçirildiği zaman, Türk soykırım aklı diğer tüm farklı akılları kendi bünyesinde toplar ve tek “milli akıl” haline gelir. Herkesi ve her düşünceyi kendi potasına alır, “milli şuur” ve “milli devlet” söylemi ile en solcusundan en sağcısına, sivil toplum örgütlerinden aile birimine kadar herkesi bu “milli akıl” etrafında birleştirir.

Bugün de böyledir. Erdoğan-Bahçeli-Perinçek-Soylu-Mustafa Destici, İbrahim Çelebi ve burada isimlerini saymaya gerek duymadığımız daha birçok isim ile kurulan “Cumhur İttifakı” bunun en somut ifadesi oluyor. Aslında, “Millet ittifakı” da benzer bir ittifaktır. Kürtleri, Kürt siyasi hareketini ve onunla bir biçimde bağlantılı olan sivil toplum örgütlerini dışında tutan bu ittifak da “Cumhur İttifakı’nın başka bir versiyonudur. Kürt sorunu konusunda her iki ittifak da devletin üst soykırım aklı yönetmektedir.

Erdoğan-AKP-Ergenekon-Perinçek-Yeşil sermaye sınıfı-Bahçeli-MHP gibi faşist blokun tek bir konsepti var: Soykırım siyasetini hayata geçirmektir. “Çökertme” denilen planın doğru okunmasının karşılığı da soykırımdır. Bu soykırım konsepti, “barış” sürecinde “dağı dikenden temizleme”, yani “gerillayı dağdan indirme” yönetimi ile uygulamak istenmişti. Erdoğan, “gerekirse baldıran zehrini de içeriz” demesinin nedeni de buydu. Aslında baldıran zehrinin karşılığı gerillayı “barış” veya “diyalog” yoluyla silahsızlandırmak ve ardından sistemli bir soykırım hareketine girişmekti. Erdoğan’ın “acele etmeyin, bildiğimiz bir şey var ki bunu yapıyoruz” demesinin altında bu soykırım politikası yatıyordu. Sonuçta “gerillanın tasfiyesi “barış” yoluyla olmayınca, dolayısıyla ‘dağ dikenden arındırılama’yınca, işte soykırım aklı denilen akıl o zaman devreye girdi. Bu süreç soykırımın kanla-şiddetle ve fiziki imhayla gerçekleştirilme, ama aynı zamanda Rojava devriminin, giderek de Özgürlük Hareketi’nin bir bütün olarak tasfiye edilme sürecinin yeniden bir konsept halinde ele alınma süreci oluyor. IŞİD ile sınırsız bir biçimde ilişkilenmesi, Efrin’in işgali, Şengal’ın hedeflenmesi, Kuzey’de şehirlerin yakılıp yıkılması,  tekniğe dayalı savaşın tırmandırılması, Güney’in işgali, Kandil ile ilgili konsept bu sürecin çok somut bir biçimde ifadesi olmaktadır. Şu anTürk devletinin soykırım aklı bu sürecin zirvesini yaşamaktadır.

Hiç kuşkusuz ki soykırım konseptini hayata geçirenlerin adına konuşan Erdoğan “bunları bitireceğim” derken, “Kürt  halkının soykırımdan geçireceğim” demek istiyor. “Onlar bizden 7 can aldı biz onlardan 700 terörist öldüreceğiz” derken de aslında hepinizi, tüm Kürtleri öldüreceğiz” demek itiyor. Erdoğan’ın Efrin işgali sürecinde her gün “bu kadar kelle aldık, şu kadar teröristi vurduk, uçaklarımız her gün YPG/YPJ denilen teröristlerin merkezini vuruyor” derken de, “Kürtleri bitireceğiz” demek istediğini bilinmeyen bir durum değildi.

Peki soykırım aklı başarılı olabilir mi?

Kürtler hala büyük bir komplo çemberinin içinde olduğu ve bu halkın Önderi Başkan Abdullah Öcalan da hala bir komployla karşı karşıya olduğu doğrudur. Komplonun yirminci yılında hala farklı ve çok çeşitli komplo konseptlerinin hayata geçirilmeye çalışıldığı da doğrudur. Başka bir doğru da Türk devleti bu çağda da sistemli bir soykırım politikasını hayata geçirebilir. Aslında soykırım konsepti zaten bir biçimde uygulanıyor. Askeri ve siyasi soykırım belli bir bütünsellik içinde devam ediyor. Fakat güçlerinin doruklarında oldukları sanılan birçok devletin, imparatorluğunun, diktatörün çok kısa bir zaman dilimi içerisinde yerle bir olduklarını da gayet iyi biliyoruz. Tıpkı şimdiki Türkiye gibi önce çatışma ve savaş, ardından bunalım ve kaos, sonra sağa sola saldırma ve hatta birçok ülkeyi işgal etme, ardından uluslararası savaşlara girme, diktatörlük ve baskı rejiminin ardından yıkım…Güçlerinin doruklarında oldukları sanılan veya dışarıdan böyle görünen Roma İmparatorluğu, Osmanlı İmparatorluğu, Çarlık, Baas rejimi, Mısır diktatörlüğü gibi devlet, rejim ve yönetimlerin nasıl yıkıldıklarını gayet iyi biliyoruz. Çürüme, yozlaşma, adaletin, hak ve hukukun rafa kaldırılması, klasik devlet formunun bozulması, savaş ve saldırganlık politikasının diktatörlükle derinleştirilmesi doğal olarak askeri, siyasi ve ekonomik kaosu, ardından da çöküşü getirecektir. İşte Türkiye şimdi tam da bu noktadadır. Yani Erdoğan’ın, soykırım aklının hayat bulduğu Türk devleti mevcut durumda Roma, Osmanlı, Çarlık ve Baas rejiminin tam yıkıldığı süreçteki haline benziyor. Hiç kimse Roma’nın “muhteşem” ve “görkemli”  olduğu bir dönemde yıkılacağını tahmin etmezdi. Ama aslında bu “görkemli” ve “muhteşem” yapı bir enkazdı ve kuvvetli bir tekmeyle kısa bir sürede yerle bir oldu. Evet, balkanları kaybederek “hasta” yatağına yatırılmış, ama hala “cihanın gücü” olarak görülen Osmanlı İmparatorluğu’nun 1. Dünya savaşının enkazı altında kalacağını da kimse fazla tahmin etmiyordu. Osmanlı yönetimi Almanlarla birlikte hala savaşı kazanabileceğini, hala cihanda, üç kıtada at oynatıp kılıç sallayacağını düşünen İttihat Terakki’nin üç paşası olan Talât-Enver-Cemal üçlüsünün akıbetini de gayet iyi biliyoruz. Rusya’da kendini dünyanın Çarı olarak gören 2. Nikolay’ın 17 Ekim devrimi ile nasıl alaşağı edildiği de iyi biliniyor. Saldırganlığı bir konsept halinde uygulayan, canı istediğinde  komşu ülkeleri işgal eden Saddam’ın ipe gidişini, kendini “bitmez tükenmez Mısır’ın tek sahibi” diye lanse eden Hüsnü Mübarek’in nasıl bir ay içinde sedye üzerinden mahkemelerde süründüğünü de iyi biliyoruz. Bunlar yıkımı, kıyımı, şiddeti, katliam ve işgali esas alan, adaletle, hukuku ve doğrularla savaşmayı bir yaşam biçimi olarak gören diktatörlerdi.

Soykırım aklı da kaybedecek

Erdoğan da, Bahçeli de, Perinçek de, Ergenekon da, her türden faşist yapılar da kaybedecek, bu, kesin ve mutlaktır. Çünkü bunların yaptıkları her şeyi diğerleri de, yani yıkılıp kaybedenler de yaptılar ve yerle bir oldular. Eğer kaba güçle, savaşlarla, işgallerle, hak ve adaleti ortadan kaldırmakla, demokratik bir sistem yerine diktatörlüğü esas alan bir yapı ile başarılı olunsaydı Roma, Osmanlı, Çar, Baas rejimi başarılı olur, yıkılmazlardı. Elbette ki bunlar kendiliğinden yıkılmadılar. Karşılarında güçlü bir irade gördükleri için yıkıldılar.

Bu genel geçer durum Türkiye için de geçerlidir. Türkiye’de de bir irade vardır ve bu irade örgütlü Kürt halkının iradesidir. Kürtler bunu yapacak güçtedir. Zira Kürtler eski Kürtler değildir. Bugün Ortadoğu’da hatırı sayılır bir gücü ve saygınlığı vardır. Kürtler kendilerini mutlak anlamda soykırım çemberinden kurtarmak zorunda olduklarını bildiği gibi, bu çemberden çıkış için ciddi düzeyde ittifaklara ihtiyaç duyduklarını da biliyorlar. Mücadele etmenin de, ittifak oluşturmanın da koşulları vardır. Çünkü soykırım konseptini uygulayan akıl sadece Kürtler için tehlikeli değil, giderek diğer halklar için de tehlikeli bir konuma gelmiştir. Ortadoğu’nun bitmeyen savaşında rol oynayan bu akıl’dır. Hem savaşın öncüsü, hem soykırımın uygulayıcısı. Zaten savaş, kriz ve kaos ortamında soykırım uyguluyor. Savaş, gerginlik, kriz ve kaossoykırım için en uygun ortamdır, bunu çok iyi bilen soykırım aklı her dört olguyu da birlikte sürdürüyor. Türkiye halkları için de oldukça tehlikeli bir noktadadır. Faşizm herkes için tehlikeli olduğu gibi, Türkiye halkları için de tehlikelidir. Bu durumda ortak bir cepheye, ortak bir mücadele platformuna, ortak bir duruşa ihtiyaç vardır. Varolan yetmiyor, bu ihtiyacı çok daha örgütlü bir güce dönüştürmek gerekiyor. Çürümüş, yozlaşmış ve kaosun ortasında olan bir devlet ve yönetim yapısından kurtulmak için bir tek şeye ihtiyaç vardır: Kuvvetli bir TEKME!Bu, aynı zamanda 20. Yıla giren uluslararası komploya karşı da büyük bir intikam gerçeği olmuş olacaktır. Komployu boşa çıkartmanın en doğu yanıtı da bu olacaktır. 

  

 
Yukarı