Özgürlük Hareketi daha kurulmadan, henüz ideolojik aşama sürecindeyken ABD’yi dünyanın, Türkiye’yi Ortadoğu’nun, Avrupa devletlerini ise Avrupa’nın jandarması olarak görüyordu. Daha sonra Özgürlük Hareketi, bir parti olarak ortaya çıkması ve ardından başlatmış olduğu silahlı mücadele boyunca da bu belirlemeleri söylemeye devam etmiştir. Hiç kuşkusuz ki bu belirlemeler öylesine tespit edilmiş ve öylesine söylenen belirlemeler değildir. İçerikten yoksun kuru kuru söylenen ve ortaya atılan bir iki kavramsal yaklaşım da değildir. Sorun projesel, sistemsel, ideolojik ve felsefiktir. Şunu demek doğru olacaktır: ABD ile Özgürlük Hareketi arasında tepeden tırnağa kadar bir farklılık vardır. İki ayrı dünya, iki ayrı ideolojik yapılanma, iki farklı sistem ve iki farklı yaşam sözkonusudur. Bu, Avrupa devletleri açısından da böyledir.
Elbette ki bu tespit, bu iki farklı dünyanın sürekli birbirileriyle fiili olarak savaşacakları anlamına gelmez. İdeolojik farklılık sürekli bir fiili savaşı gerektirmiyor,  iki ayrı cephede olmak Her zaman sıcak savaş içinde olunacağı anlamına da gelmez. Hatta zaman zaman global bağlamda kimi taktik yakınlaşmalar da olabilir. Bunlar kimi politik manevraların ortaya çıkarttığı sonuçlardır.
Bu politik manevralar gerçeğin özünü değiştirmez. Yani kimi taktiksel yakınlaşmalar stratejik mesafeyi daraltmaz. Taraflarda ideolojik bir değişiklik veya stratejik düzeyde geri çekilme durumu yaşanmadığı sürece bu ayrılıklar devam eder. Örneğin, Rojava’da IŞİD’e karşı ortak noktalarda ortaya çıkan taktiksel yakınlaşma Özgürlük Hareketi ile ABD’ arasındaki duruşu fazla etkilemez. Zira her iki taraf da kendi duruşlarını korudukları gibi, dünyaya bakış açılarında da değişen bir şey yoktur. Yani ABD, Özgürlük Hareketi’ni eskisi gibi kendi siteminin karşıtı ve ideolojik düşmanı olarak görmeye devam ederken, Özgürlük Hareketi de, ABD’nin oluşturduğu sistemin insani bir sistem olmadığını ve hâlâ savaşla beslenen emperyalist bir güç olduğunu savunuyor. Demek ki aradan yıllar geçmesine rağmen her iki gücün birbirine yaklaşımlarında değişen bir şey olmamıştır. ABD de hâlâ ABD, Özgürlük Hareketi de hala Özgürlük Hareketi’dir. Burada bir yanlışlık var mı? Elbette ki yoktur, ya da en azından Özgürlük Hareketi açısından bir yanlışlık, bir sorun sözkonusu değildir. Zira ABD kendisini var eden saldırganlık çizgisinden, sergilediği yaşam tarzından, dünyaya egemen kılmaya çalıştığı insani olmayan sisteminden, daha da anlaşılır bir ifadeyle emperyalist emellerinden vazgeçmemiştir.
Tüm bu nedenlerden dolayı ABD bundan yirmi yıl önce yaptığı bir komplo ile Başkan Abdullah Öcalan’ı Türkiye teslim etmiş, 90’lı yıllarda Özgürlük Hareketi’ni “terörist” listesine almış, bugün de PKK Merkez Komite Üyeleri Murat Karayılan ile Duran Kalkan ve KCK Eşbaşkan’ı Cemil Bayık için yakalama kararını çıkartmıştır. Bu anlamda ABD’nin üç Kürt lideri ile ilgili almış olduğu yakalama ve yakalayanlara ödül verme kararı hukuki değildir. Tamamen ideolojiktir, aynı zamanda haydutça bir tutumdur. Amerika kıtasından kalkıp Ortadoğu’yu kan gölüne çevir, bununla da yetinmeyerek Kürdistan toprağında üç Kürt lider hakkında yakalama ve tutuklama kararını çıkart… Elbette ki bu, kelimenin gerçek anlamıyla haydutluktur. Esas teröristlik de budur.
ABD’nin kararı IŞİD’le savaşan Kürtlere soykırımı dayatan bir karardır…
Bir Kürt yurtseverin dediği gibi; “sen kimsin? Kendini ne sanıyorsun? Hangi yetkiyle, hangi hakla, hangi hukukla böyle bir karar alıyorsun?” Elbette ki ABD’nin bunu Türkiye’yi kurtarmak, Erdoğan’ı memnun etmek ve daha sonra Türk devleti ile Erdoğan’dan sonuna kadar faydalanmak için yaptığını biliyoruz. Amaç Türkiye’yi Rusya’ya kaptırmamak, Türkiye’yi kendinden daha fazla uzaklaştırmamak, Türkiye’de bilinçli ve yapay bir biçimde oluşturulan “Amerika karşıtı” havayı dindirmek, Türk devletini İran’a karşı kendi yanına çekmektir.
Kürt halkı; “PYD terörist değildir, Kuzey Suriye’de bulunan Kürtler bizimle birlikte IŞİD’e karşı savaşan kahramanlardır, ancak PKK teröristtir ve bu konuda Türkiye’yi sınırsız bir biçimde destekliyoruz” diyen zihniyeti de çok iyi biliyor. Kuzey Suriye’yi yanına alma, mümkünse PKK karşıtlığı temelinde örgütleme, burayı Suriye-İran ve hatta olası bir “Türkiye’nin ıslah olmaz” tutumu karşısında bir tampon bölge olarak kullanma taktiğini de anlayabilecek kadar biliyor ve tanıyor. Sözün kısası; nereden bakılırsa bakılsın ABD’nin üç Kürt önderi hakkında almış olduğu karar tamamen ideolojik, pragmatik ve haydutça bir karardır.
Türk faşizmini beslemeyi, Erdoğan diktatörlüğünü ayakta tutmayı, Türk devletinin ağzına bir parmak bal çalmayı, bu anlamda Rusya-İran ve karşı konumunda olan devletlerin önüne set çekmeyi esas alan bu kararın hem hukuki, hem insani, hem de adaletli olmadığı gibi, Kürt halkına karşı düşmanca bir karar olduğunun da altı çizilmesi gerekmektedir. Bazılarının dediği gibi “Kuzeye karşı kağıt üzerinde alınan bu kararın karşılığı Rojava’yı koruma kararı” asla değildir. Bu tür yorum ve değerlendirmelerin tamamen çiğ, basit ve zamanın, ABD’nin Ortadoğu politikasının ruhunu okumama anlamına geldiği kesindir. Üstelik ABD’nin, Türkiye’de faşizme karşı olan ve Kürt sorununu demokratik siyaset ekseninde çözmek için belli bir çaba içinde olan siyasi partilere ve sivil toplum örgütlerine “PKK ile aranıza mesafe koyun” dediğini ve bu konuda büyük çaba sarf ettiğini biliyoruz. “PKK ile aranızda mesafe varsa zaten sorun yoktur, PKK’yi terörist olarak görmüyorsanız o zaman terörist konumundasınız” yaklaşımının ABD’nin esas yaklaşımı olduğu da bilinen bir durumdur. Aynı dayatma Rojava yönetimine de yapılmaktadır. “Biz Rojava’yı savunuruz, bu konuda Türkiye’yi bir biçimde ikna ederiz, ama PKK ile aranıza mesafe koyun, yoksa Türkiye’yi ikna edemeyiz” gibi dayatmalar, Rojava devriminden bugüne kadar dayatılan temel bir yaklaşım olmuştur.
Aslında ABD kararı “teröristleri” yakalamak için aldığı bir karar değildir. Tam tersine terörü destekleyen, besleyen, ayakta kalmasını sağlayan, Ortadoğu’yu daha fazla kana bulaştıracak bir karardır. Bu karar Kürtlerin IŞİD’e karşı sürdürdüğü mücadeleyi etkileyecek, Arap halklarının mücadelesini frenleyecek ve bu anlamda IŞİD’e büyük oranda güç kazandırmış olacaktır. Daha da önemlisi IŞİD’i besleyen, destekleyen, El Nusra ve diğer silahlı çete grupları sınırsız bir biçimde kucaklayan Türkiye daha fazla palazlanarak Ortadoğu’yu kan deryasına çevirecektir. Kürtlerin soykırımını esas alan konsepti de hayata geçirecek, daha ileri bir aşamada ABD’ye de kafa tutacak kadar kendini silahlı çete gruplarıyla örgütleyecektir.

ABD kararı tehlikelidir…
Tüm bu nedenlerden dolayı ABD’nin almış olduğu karar son derece tehlikelidir. Aynı zamanda Ortadoğu’da yıllara sarkacak bir savaşın da önünü açan bir karardır. Kürtler açısından zaten son derece tehlikeli ve düşmancadır. Kendilerine “siyaset uzmanı” diyen bazı unsurların dediği gibi, Rojava’yı koruma amacıyla böyle bir karara varılmamıştır. Çok açıkça şunu belirtmek gerekiyor ki eğer Rojava yönetimi ABD’nin istediği tarzda değil “mesafe” denilen adımı atma, hafiften biraz taviz verse kesinlikle PYD’yi de, QSD’yi de, YPG/YPJ’yi de terör listesine alır ve Rojava’yı bir lokma olarak Türk devletine sunar. ABD dini-imanı olmayan, hiçbir hukuk tanımayan, uluslararası sözleşmeleri kendine göre yapan ve dünyayı kendi haydutluk kurallarına göre biçim vermeye çalışan bir yapıya sahiptir.
ABD’nin kararına karşı ulusal birlikle mücadele edilmelidir…
Özgürlük Hareketi tüm bunları bilen bir harekettir. Kürt halkı da biliyor, anlıyor ve ona göre tepki gösteriyor. Kararın ne kadar tehlike arz ettiğini bilen Kürt halkı her gün biraz daha fazla tepki gösteriyor. Ancak esas tepki ulusal birlik ruhuna uygun bir örgütlemeye gitme temelinde olmalıdır. Ulusal birlik olur ve dört parçanın bütünselliğinde bir politik ve askeri örgütlenmeye gidilirse, işte o zaman yeni komplolar, Kürt halkına soykırımın dayatıldığı konseptler boşa çıkartılabilir. Soykırım konseptine karşı Kürt halkının konsepti de birlik ve ortak mücadele konsepti olmalı ki, uluslararası güçler gerçekler karşısında diz çökebilsin. Yoksa geçmişte olduğu gibi bugün de Kürtler soykırımdan geçirilebilir. Hiç kimse “bu çağda katliam olmaz, soykırımı gerçekleştiremezler” diye yanılgıya girmemeli. Türk devleti arkasına aldığı uluslararası güçlerle katliam da yapabilir, soykırım da. Rojava’da Efrin’in işgali, Kuzey’de Kürt şehirlerinin yakılıp yıkılması ve binlerce insanın katledilmesi bunun en somut örneğidir. Demek ki Türk devleti katliam da, soykırım da yapabilir. Bunu engelleyecek tek şey var: Ulusal birlik ve topyekûn mücadele kararlılığı…


 
Yukarı