Yansıtma, psikolojide ruhsal bir hastalığı ifade eder. Bu hastalı[in aynı zamanda paranoyak denilen hastalık ile birlikte oluştuğunda çok daha büyük bir tehlikeyi arz ettiğini vurgulamak gerek.

Yansıtma, insandaki çok farklılığı ve değişkenliği ile var olur ve ondaki düşünsel, ruhsal, psikolojik, duygu ve mantıksal anormallği gösterir. Tüm bu rahatsızlıkların dışa vurum hali çok korkunç olur. Zarardan öte kendisiyle birlikte büyük bir felaketin nedeni de olabilir.
Bu hastalığın tehlike boyutu, kişilerin bulunduğu mevki ve toplumsal kategorideki varlığı ile birlikte çoğalır veya azalır. Yansıtma ve paranoyak hastalığını birlikte taşıyan kişi eğer toplumun kaderini belirleyecek bir mevkide yer alıyorsa, çok daha vahim bir sonucu ortaya çıkartır.
Hastalıkta öne çıkan özellik, hastanın esas olarak kendinde bulması gereken kusurları başkalarında bulmasıdır. Kendinde var olan her kusuru çok daha abartarak, çok daha katlayarak ve çok daha derinleştirerek başkasında bulur. Yüzüne tuttuğu aynada gördüğü ne kadar kötülük, ne kadar olumsuzluk, ne kadar anlamsızlık varsa hepsini kendine rakip gördüğü ya da günlük yaşam içerisinde hoşlanmadığı kişilerde bulur. Kendine ait olan ne kadar kusur varsa başkalarına mal eder. Yani ona göre her kes “kirli”, o ise “sütten çıkmış ak kaşık ”tır.
Kendini sevmeyen, kendinden nefret eden, halinden, davranışlarından, ruhsal dünyasından memnun olmayan bu kişilik, başkasını sevmez. Başkasından nefret eder; başkasının halinden, davranış ve ruhsal dünyasından memnun olmaz. Çünkü kendine ait olan tüm kusurları karşısındakine, başka birisine, rakibine veya günlük yaşamda beğenmediği birisine yakıştırarak yansıtır. Davranış biçimleri olarak ortaya çıkan hallere "yansıtma" denilmesinin nedeni de bundandır.
Uzmanlar buna, "aşağılık kompleksi ile paranoyanın eşlik ettiği egosal halden ileri geldiğini ifade ederler. Erdemli, namuslu, onurlu ve toplumsal değerleri ruhunda taşıyan kişilerin asla girmemesi gereken bu hallere, eğer birisi giriyor ve bu hastalığı ruhunda yaşıyorsa, o kişinin "erdemsel açlığın en derin noktasında" olduğunu vurgulayan Filiz Alev, bu durumda olan kişilikleri şöyle ifade eder: " Bu kişiler insanlık erdemlerini bir başkasında görürse, tıpkı aç bir hayvanın açlık dürtüsüyle avına saldırdığı gibi, kendini önemseme ve önemsetme açlığından dolayı, tamamen ilkel bir içgüdüyle... o kişiye ve aç olduğu o erdemlere saldırır."
Kişinin kendi suçunu başkalarında arama, kendi hata ve hırsızlıklarını, yapmış olduğu kötülükleri, işlediği suç ve günahları başkasına mal etme, kendi zaaflarını başkalarının zaafıymış gibi dillendirme durumu, yansıtmayı paranoyak bir ruhla dışa vuran kişiliğin temel özelliğidir.
Kuşkucudur, güvensizdir; hep komploya/tuzağa düşürüleceği korkusu ile gezer, dolaşır, uyuyup kalkar. Hayatında başarı elde edemediği için başarılı olanları kıskanır, sevmez. Eline yetki ve güç geçerse onların, deyim yerindeyse canına okur. Çapulcudur, ama başkasını çapulcu görür. Hırsızdır ama, başkasının hep hırsız olduğunu söyler. Küfürbazdır, ama başkasının küfürbaz olduğunu vurgular.
Her ortamda her şeyi söyleme hakkını kendinde bulur, ama başkasının konuşma hakkının elinden alınması için ne gerekiyorsa onu yapar. Göz göre göre haksızlık yapar. Adaletsizliği bir yaşam biçimi haline getirir. En iyisini, en güzelini, toplumun kabul ettiği en anlamlı şeyleri hep kendine mal eder. Ondan öncesi ve sonrası yoktur. Kendisi, tarihi de toplumu da refahı da yaratmıştır; ondan sonrası sefalet ve eziyettir.
Ahlaksızlığın zirvesinde yaşar, ancak kendini en ahlaklı kişi olarak görür. Zalimdir, zulümkardır, hak yiyendir. Ancak her zaman mağduriyet pozisyonuna girerek, duygu sömürüsünü yapar ve böylece toplumun duygularıyla kendine büyük olanaklar yaratır. Kendini uyanık, politik, her şeyden anlar ve her şeyi bilen olarak görür. Bu konuda gerçekten de zaman içerisinde kedini ikna eder hale gelir. Yani kendini yalancı, dalavereci, üç kağıtçı, kandıran ve zalim olan birisi değil de; haksızlığa uğrayanın, adalet ve şefkate anlam verenin, emekçinin ve barışa ekmek-su kadar ihtiyaç duyanın gerçek dostu olarak görmeye başlar. Kısacası o kendini cennetin gerçek sahibi olarak görürken, başkalarını da cehennemde o yakıcı ateşi sürekli körükleyen zebaniler olarak görür…

Filiz Alev bu kişiliği şöyle tarif eder:
Kendi suçunu bir başkasına atmak”; “Yaptığını inkar etmek”; “Kusurlarını reddetmek”; “Kendi namakbul yaptıklarını makul ve makbulmüş gibi görmek”; “Salt kendini mükemmel görüp, başkasını küçümsemek”; “Kendinde olmayan erdemleri varmış gibi göstermek”; “Kendinde olan kusurları başkasına mal edip onu öyle görmek ve göstermeye çalışmak; kendinden üstün olanları… kendine tehlike sayıp, sırf bu nedenle onu küçük düşürmek, zor durumda bırakmak, suçlamak, yargılamak, kınamak…büyüklük/üstünlük/bilmişlik taslamak”; “Ezmeye ya da sindirmeye veya caydırmaya çalışmak…”
Bu kişiliği tanıdınız mı? Daha doğrusu bu hastalığın pençesinde olan bu kişiliği biliyor muyuz? Birçok kişinin “evet, evet tanıyoruz” dediğini biliyorum. Gerçekten de tanıyoruz bu hastayı.
Evet, Türkiye’yi kaosa sürükleyen, barış masasını devirip yeniden savaş cephesini derinleştiren, Kürdistan’ı, Kürt şehirlerini yakıp haritadan silen, yüzlerce kadını, çocuğu ve genci bodrum katlarında diri diri yakan ve vahşice katletme emrini veren, son olarak da darbe girişimi ile birlikte “fırsat bu fırsattır” deyip, hayatı halklara zindan eden bu kişi Erdoğan’dır…

 


 
Yukarı