Özgürlük Hareketi’nin saflarına katıldığında daha sonraki yıllarda nelerle karşılacağını bilmezdi elbette. Ancak katıldığı safların keskin, yürüdüğü yolun sarp, verdiği kavganın son derece çetin olduğunu biliyordu. Saflar belirginleştikçe, ilerlediği yol uzadıkça, verdiği kavganın rengi netleştikçe o da artık yavaş yavaş yaptığı işin, çalıştığı zeminin, yürüttüğü faaliyetlerin gerçekten de hem çok zor, hem de kutsal derecede anlamlı olduğunu anlamıştı. Sadece anlamamış bu gerçekliği aynı zamanda bilincine de kazımıştı...

​Artık saf duyguları ile değil, bununla birlikte bilinç ve düşünce gücünü de katarak ilerliyordu girdiği yolda. Duygu, bilinç ve düşünce gücü onu hergün biraz daha derinleştiriyor, biraz daha olgunlaştırıyor, hergün biraz daha hakikata bağlanıyordu...
​Daha sonraki yıllarda bunların da yetersiz olduğunu farkına varmış ve artık komple bir kişilikle ancak hedefe kilitlenemsinin mümükün olabileceği gerçeğine varmıştı... Bu üç ana unsur olmazsa Kürdistan’da ayakta kalmanın, bir kılıç gibi keskin olunmadan girdiği kutsal yolda ilerlemenin ve sorunsuz bir biçimde zafer ipini göğüslemenin imkansız olduğunu anlamıştı.

​Bu gerçeklik onu büyük bir inat, ısrar ve irade kesikinliğine vardırmıştı. Artık hakikat yolcusu olarak, gerçeğe sadakatla bağla bir nefer olarak, bir havari olarak varoluşunun bilincide olan bir militandır o. Hakikatı olmazsa olmaz olarak bilincine varması ile birlikte neleri yaşayacağını, neleri göreceğini ve nasıl bir yolun yolcusu olacağını gayet iyi biliyordu...

​Bu nedenle her alanda olduğu gibi, ama en çok da inatı, ısrarı ve imanı derinleştirmenin daha daha anlamlı, daha doğru ve daha sonuç alıcı olacağını düşünür. Çünkü Kürdistan gibi bir devrimde ısrar, inat ve iman olmazsa değil ömrünü adamak, bir tek gününü adamak bile mümkün değildi. O, bunu biliyordu ve bu nedenle “ey düşman, ey halkımın katili, ey Kürt halkının cellatları, ey vahşi ve kalleş sömürgeciler, siz ne yaparsanız yapın, ne ederseniz edin ruhumu asla teslim alamayacaksınız” diye yemin eder. “Sizden bin kat daha inatçı, bin kat daha ısralı, bin kat daha imanlı olacağım ki size boyun eğmeyeyim, diz çökmeyeyim, bedenimi parça parça etseniz de ruhumu teslim almayasınız” diyerek, bir kez daha yemin eder...
​Ve gerçekten de bu yeminine sadık kalarak davrandı, yaşadı ve son nefesini verirken de büyük bir inatla “elveda yoldaşlar, elveda halkım, elveda Serokêmin, elveda partim” deme büyüklüğünü gösterdi.


​“Felekin çemberinden geçme” diye bir söz var. O da sadece bir kez değil, onlarca kez bu çemberden geçti. Onlarca kez tutuklandı, çok ağır işkencelerden geçti, ömrünün yarısı zindanlarda geçti. Hayri Durmuş, Kemal Pir, Mazlum Doğan ve yüzlerce yoldaşı ile birlikte Amed zindanında kaldı ve burada düşmana taviz vermeden yaşadı. Çok işkence gördü, zulüm yaşadı, Esat Oktay Yıldıran’ın özel uygulamalarına tabi tutuldu, ama partisine, önderliğine ve yoldaşlarına leke sürmedi. Bu vahşet deryasından kurtulduktan sonra sistemin sunduğu yaşamı daha tahliye olduğu gün şiddetle reddetti ve yönünü özgürlük dağlarına verdi. Özlemini çektiği yoldaşlarına kavuştuğunda “hayatım burada bitecek, eğer birgün ölürsem burada öleceğim, eğer birgün şehit düşersem bu dağlarda şehit olacağım” dedi büyük bir duygusal ve hüzünlü ruh haliyle.

​O bir fedaiydi. Görev insanıydı, partisinin emrinde bir neferdi. “Son nefesime kadar sizinle olacağım Serok” diye söz vermişti. O bir yolcuydu, özgürlüğün, gerçeğin ve hakikatın arayışçısı olarak varlığını adamıştı partisine. Partinin vereceği göreve “yok” diyemezdi ve bu nedenle yeniden yola çıkmıştı. Yolu Kürdistan’dı. Yeniden Kürdistan’a gidecek, orada halkını örgütleyecek, GAP’ta gerilla savaşını geliştirecekti. Yola çıktığında onu uğurulayan yoldaşlarına “sözüm söz, kararlılığım kesin, ısrar ve inatım hala derindir” demiş ve yola çıkmıştı.

​Kavgaya gidiyordu, savaşa gidiyordu. Ölmek de vardı, sakat kalmak da vardı, yeniden tutsak olmak da. Bunu gayet iyi biliyordu. Bu bilinçle yola çıkmıştı ve bu bilnçle fedai olmuştu. Deneyimliydi, tercübesi derindi, karalı, inatçı, ısrarlı ve sonuna kadar imanlıydı. Ancak düman da vahşiydi, zalimdi ve bir devlet tercübesine sahipti, tüm gücünü seferber eden bir zulüm aygıtı olarak gerillaya yönelmişti. Gerillanın iradesini kırmak, Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etmek ve katliamlarını derinleştirmek için ne gererekiyorsa onu yapıyordu. Büyük operasyonlar ve seferler düzenliyordu.
​Ne yazık ki kez daha düşmüştü tuzağa, bir kez daha tutsak olmuş, bir kez daha esir olmuştu vahşi düşmana. GAP’a geldikten kısa bir süre sonra  düşmanın operasyon ve ölüm seferlerini aşamamış ve yıllar sonra bir kez daha düşmanın eline geçmişti. Yine sorguda, yine işkence tezgahında, yine gözleri-elleri ve ayakları bağlı halde acı çekiyordu düşmanın sorgularında... Ve ardından yine zindan, yine baskılarla yoğurulmuş, yine cehennemi bir yaşam süreci...

​Ancak ısrarından, inatından ve imanından en ufak bir aşınma olmamış, tam tersine inadı daha fazla bilenmiş, ısrarı daha fazla keskinleşmiş, daha fazla büyüyen bir öfkeyle zindan mevzisinde yerini almıştı. Kavgasını burada, bu mevzide, bu cephede devam sürdürecekti.
​Yıllar geçmişti. Hala dimdik ayaktaydı, hala zindi bir ruhla yarını bekliyordu. Yarınları dağlardaydı, özgürlük vadilerindeydi, kekik kokan Cudi’de, Garzan’da, Zağroslardaydı. Ne pahasına olursa olsun bekleyecekti, karasevdaya tutulmuş bir sevdalının nasıl ki sevdasını bekliyorsa, nasıl ki sonsuza kadar, ömrünün son demenine kadar ‘O’nu bekleme gücü ve cesareti buluyorsa, o da bekleyecekti. Mem zin’esiyle buluşmamıştı, Devreş Adulê’sine kavuşmamıştı ama o kavuşacaktı, daha doğrusu kendini böyle yoğunlaştırmış, böyle derinleştirmiş, böyle kilitlemişti...
​Gün gelir yeniden özgürlük dağlarında partisiyle, yoldaşlarıyla buluşur. Büyük bir hasretin verdiği büyük bir mutluluğu yaşar özgürlük dağlarında yoldaşlarıyla. Zaman hızla akar, dağ, vadi, ova demeden yürür, dinlemek nedir bilmeyen bir ruh haliyle varoluşunun en derin halini yaşar... Ancak bedeni artık kaldırmaya gücü yetmez genç ruhunun mutluluk dolu heyecanını. Zindan, işkence, tutsaklık, esaret bedenini yıpratmıştır en derin yerinden. Ancak omurunda değildir onu yoran bedeni, önemli olan ruhudur, bu ruhtan aldığı coşku ve heyecandır....

​Bu kez Rusya’dadır. Rusya’nın ucsuz bucaksız spetlerinde Kürtlerin izinin peşindedir. Kayb olan tarihini, makusu ters giden halkının peşinde oradan oraya koşmaktadır. Fakat Rusya’nın politikacıları onu çıkarları gereği Türkiye teslim eder. Yine zindan, yine tutsaklık, yine esaret süreci ve yine hasretle dolu özgürlük özlemini yaşar derinden. Zindan sanki kaderi olmuştu, işkence, tutsaklık, düşmanın işkenceleri sanki yaşamının bir parçasıydı. Ancak o yaşama ve bu “kader”e yakınmadı hiç bir zaman. “Madem ki özgürlük böyle gelecek, madem ki onur ve şeref böyle elde edilecek, madem ki ulusum ve halkım böyle kurtulacak o zaman ben de hazırım bu yaşama” diyerek, ızdırap dolu yaşama katlanmasını bildi. Umudunu yiritmedi, “bu sefer artık sondur” demedi hiç bir zaman. Her tutsaklığın ardından mutlaka özgürlük gelir, tıpkı her karanlıktan sonra aydınlığın mutlak olduğu gibi. “Bir kez daha dağlarıma kavuşacağım, hiç kisenin kuşkusu olmasın, düşman ne yaparsa yapsın eğer öleceksem orada, dağlarımda, yoldaşlarımın yanında öleceğim” diyerek umudunu hep diri tuttu...

​Bir kez daha o karanlık dehlizler onun iradesini, umudunu ve ısrarını kıramadı. Ancak bedeni artık ruhunu taşıyamayacak kadar kuvvetten düşmüştü. Hastaydı, kanserdi, ölüm hücreleri bedenini tamamen sarmıştı. Düşmanın başedemediği bedenine kanser hücreleri başarmıştı. Tahliye edildi, hastaydı ancak mutlu ve çockuyla doluydu, çünkü dağların yolu, özgürlğük mekanlarının patikaları açılmıştı ona. Fazla durmadı, ilk fırsatta özgür alanlara, yoldaşlarının yanına gitti. Bir ayağı tedavi merkezlerinde, öbür ayağı dağdaydı...

​Ve bu yiğit insan, ınatçı devrimcinin, özgürlüğü ruhunda taşıyan partilinin, düşmana taviz vermeyen PKK militanın bedeni yakalandığı amansız kanser hastalığına yenilerek Süleymaniye’de aramızda ayrıldı.


​Evet ısrarda ısrarın, inatta inatın, imanda iman’ın  gerçekliği ruhunda taşıyan bu devrimci, bu militan, bu PKK neferi Mecit Gümüş’tür.  Onu, yani “Mahmudê Reş’i asla unutmayacağız...
Ruhu şad olsun...
 
 
Yukarı