Türkiye halkına "nedir ülkenin bu hali" diye
sorulsa; "ülkede katı kurallarla yönetilen bir diktatörlük var" diye
yanıtlar soruyu.
Türk aydınına sorulsa;
"her tarafı yakıp yıkan bir faşizm var hocam " diye yanıtlar.
Yazarına, demokratına,
emekçisine, işçisine, kadına, gençliğe sorulsa, onlar da benzer yanıtlar
verirler.
Muhalif partiler belki
biraz daha liberal, ama onlar da en azından Türkiye'nin gidişatının hiç de iyi
olmadığını, böyle giderse büyük bir iç savaşa neden olacağını, Ortadoğu'da
çıkacak savaşın esas sorumlusunun Türkiye olacağını, Osmanlıcılık hayali ile
yanıp tutuşan yönetimin büyük yanlışlar içerisinde olduğunu yüksek sesle
haykıracakları kesindir.
Kadınlar zaten rahatsız.
Çünkü artık 'Türkiye Cumhuriyeti' yerine "Tecavüzcü Cumhuriyet"
diyorlar. Gerçekten de öyle, çıkartılan yasalar erkeklerin kadınlara nasıl daha
kolay tecavüz edecekleri yönünde. "Tecavüz et", sonra da
"evleneceğim de" ve kurtul.
Bir kaç ay sonra da "geçimsizlikten dolayı boşanıyoruz" yalanını uydur
ve tecavüz edilen çocuğu sokağa bırak. Önce şiddet uygula, kız çocuğunun
ağzını-burnunu dağıt, bedenini parçala, sonra zorla tecavüz et, ardından da
"evleniyorum" yalanıyla kurtul..
Gecenin veya gündüzün
herhangi bir saatinde gözüne kestirdiğin küçük kız çocuklarını izle, takip et
ve herhangi karanlık bir köşede "korkusuzca" ve vahşice tecavüz et,
sonra da "kuma" olarak evine getir, bir köle olarak kullan. Mikrofonu
hangi kadına uzatırsanız uzatın size "bu ne biçim devlet?", "bu
nasıl bir kanun?", "bu ne biçin hükümet?" diye yakınır.
Gençliğe sorarsanız onlar
da benzer tarzda eleştiri yapar, hatta gençliğin verdiği heyecanla bazen de
yüksek sesle bağırır. İşçiler açlık ve sefalet içerisinde, emekçiler iş
bulamıyor, esnaf çaresiz, turizm firmaları zaten iflasın eşiğindeler...
Peki madem herkes
şikayetçi, herkes yakınıyor, herkes aç ve sefalet içerisinde boğulmalarına
rağmen neden ses-seda yok? Hatta Kürtlere karşı savaşan askerler de Türkiye'nin
gidişatından memnun değil, bürokratları, memurları ve daha da ötesi faşizmi
katı bir biçimde uygulayan AKP'nin içerisinde yer alan bir çok milletvekilini
de bu gayrimemnunlar kategorisine dahil edebiliriz. Bülent Arınç'tan tutalım
Mehmet Ali Şahin'e, Mehmet Şimşek'ten Başbakan Binali'ye kadar
"sorunlu" kişiler.
Peki neden ses yok, neden
herkes ölüm sessizliğinde, neden batmak üzere olan Türkiye halkları kefene
sarılmış durumda?
Tek bir nedeni var:
örgütsüz olmasından. Memnun olmayan milyonlarca insan örgütsüz, dolayısıyla
güçsüz, perspektifsiz, ne yapacağını bilmeyen bir konumda. Türkiye'de memnun
olmayan milyonların dağınık ve örgütsüz olunduğunun, bir hiçi ifade ettiğinin
de en somut göstergesi...
Demek ki nicelik, yani örgütsüzdük
fazla önemli olmuyor, önemli olan nitelik, yani bilinçli ve örgütlü olma
halidir. Nicelik olarak daha az, ama nitelik olarak çok daha ileri düzeyde olan
halklarin ve sınıfların çok daha doğru sonuçlara gittiklerini biliyoruz.
Önemli olan şikayet etme,
yakınma, dört duvar arasında yüksek sesle haykırma değil, yaşanan sorunların
bilincinde olma ve bu bilinçle faşizme karşı sonuç alacak örgütlü bir güce
ulaşmadır. Türkiye'de olmayan budur. Türkiye'de duygusal tepki de yoktur. Keşke
olsaydı. Duygusal tepki giderek bilinçli tepkiyi yaratır. Ancak Türkiye'de bu
da yoktur.
Türkiye'de hakim olan
korkudur, sinmişlik ve irade kırılmasıdır. Kırılan irade, kafalarda yaratılan
korku imparatorluğu doğal olarak her şeyi kabul etme ruhunu oluşturuyor.
Türkiye'de bu ruh hakimdir. Yoksa bu sistemin ayakta kalması mümkün olmazdı.
'Tecavüzcü Cumhuriyet'ten bahsediyoruz ve herkes de bu adlandırmaya katılıyor.
Bu cumhuriyet, yani Erdoğan'ın, faşizminin cumhuriyeti aslında sadece küçük
çocuklara değil, herkese tecavüz ediyor. Çıkan o yasaysa "tüm topluma
tecavüz edeceğiz" mesajıydı.
Ancak buna rağmen ses yok,
çıt çıkmıyor, deyim yerindeyse birkaç "çatlak" sesten başka nefes
bile alınmıyor. Öfke var; ancak yoğunlaşmamış, tepki var; ancak içe dönük,
memnun olmama var; ancak korku çok daha derin...
Şimdi totaliter rejime,
Erdoğan diktatörlüğüne, AKP faşizmine karşı dik duran sadece Kürtler var. Bir
de bir avuç namuslu devrimci, demokrat, yazar, gazeteci ve aydın. Bu iki dik
duruş dışında ciddi bir tepki yok. Tepki olmayınca Erdoğan istediğini söylüyor,
istediğini yapıyor, istediği zaman kızıyor, istediği zaman küfür ediyor,
istediği zaman tecavüz yasaları çıkartıyor, istediği zaman hem yalan söylüyor,
hem de savaşı yaygınlaştırıyor...
Böyle devam ederse,
sessizlik sürerse, direnme sadece Kürtlere kalırsa Ortadoğu'yu kana bulayacak
çılgınlıktan asla kaçınmayacak. Faşizm budur işte. Mussolini'yi, Franco'yu,
Hitleri sadece kitaplarda okumuştuk. Onlar Erdoğan'ın ta kendisi işte. Onlar da
tıpkı Erdoğan gibi iktidara geldiler ve zamanla İspanya'yı, İtalya'yı, Almanya
ve tüm dünyayı kana buladılar. Şimdi Erdoğan Ortadoğu'da bunu yapmaya
çalışıyor. Osmanlı İmparatorluğu nasıl bir savaşa sürüklendi, nasıl da binlerce
asker öldü ve nasıl da üç kıta bugünkü sınırlara sığınabildi?
Tüm bunlar bize neyi
gösteriyor? Ne pahasına olursa olsun Erdoğan faşizmini durdurmayı. Kürtlerle
birlikte dik durmayı, memnun olmayanlar olarak Kürtlerle aynı cephede saf
tutmayı; Türkiye halklarını, Kürtleri, Mezopotamya ve Anadolu ve hatta Ortadoğu
halklarını kurtarmayı gösteriyor. Ya
faşizme boyun eğilecek, ya da ona teslim olmayarak halklar kendi özgürlüklerini
gerçekleştirecekler. Başka seçenek yok. Tam da bu noktada ya siyaha, ya da
beyaza "evet" denilecek...Üçüncü bir yol yok...