Türkiye için “oyun bitti” demek henüz erken, ama artık son derece zayıflanmış ve her “atak” yaptığında birkaç kırmızı kartı birden gören bir Türkiye’den bahsetmek mümkün… Uluslararası güçlerin oluşturduğu farklı dengelerden yaralanan Türk devletinin başı Recep Tayyip Erdoğan artık bu dengelere de oynayamayacak kadar yalnızlığa itilmiş durumda. Daha doğrusu dengeleri oluşturan her güç yolunması gereken tavuk gibi ondan daha fazla yararlanmaya çalışıyor. Bir cambazın bir yere kadar izleyicisini yanılsamalarla uyutabilir, ama ancak bir yere kadar…Ondan sonra izleyiciler defalarca tekrarlanan hareketlerden hem bıkar hem de sihirbazın “kurnazlık”larını çözmüş olur. Kaldı ki cambaz sadece kendi ipiyle oynar. Türkiye öyle bir noktaya gelmiş ki dengelere oynama adı altında gittiği her yerde aynı düzen ve aynı müzik havasıyla çok farklı oyunları sergiliyor olmasıdır. Rusya’da da, ABD’de de, İran’da da, Brüksel’de de çalınan aydın havası ama her yerde oynanan Ankara’nın “2 avrat 6 çocuk” havası...
***                              ***                               ***
Türkiye ile ABD arasındaki stratejik ilişki ve NATO üyesi nedeniyle sürdürülen “en büyük dost” luk ittifakı büyük yara aldı. Ortadoğu’da yaşanan kaos, çelişki ve bölgenin yeniden yapılandırma konusunda yaşanan çelişkiler hala devam ediyor. Türkiye’nin IŞİD ve diğer dinci grupların koruyuculuğu temelinde oluşturmak istediği “farklı” politik ve askeri oluşumlar, ABD’nin Ortadoğu duvarına çarptı. S-400 füzeleri, İran ambargosunun Halkbak üzerinden sahtekarca delinmesi, Suriye’yi yeniden tanıması, Rusya ile ilişkilenerek farklı kulvarlara doğru kulaç açması gibi nedenler ABD elindeki ipi gerebildiğince germe politikasını izledi. Bu nedenle Trump “dur, bana rağmen bir şey yapamazsın” dedi ve bilinen çatışmalı süreç başladı.
                                   ***                              ***                               ***
Dansözlerden daha fazla kıvrak, ilkleri, kuralları, diplomasi ve devletsel ahlakı olmayan yapısıyla derin çatışmaları yaşadığı  Rusya’ya dümen kırarak adeta kendini sözcüğün gerçek anlamıyla peşkeş çekti. Efrin bu sürecin bir sonucu olarak ortaya çıktı. Rusya’nın sonuna kadar Türkiye’ye destek vermesi bu kıvrak tutum ve dümen kırmanın bir sonucudur. Ancak çok iyi biliyoruz ki Rusya’nın bu desteği geçici ve taktikseldi. Bir yere kadar, acil olarak alması gerekeni alana, soyup soğana çevirene ve ABD ile arasındaki mesafeyi derinleştirmeye kadardı. Yapılan bu olmuştur. Putin’nin öyle durup dururken Erdoğan’a “Afrin’i alabilirisin” demedi. Daha önce de “al İdlip’i ver tel Rifat’ı” dememiş miydi? Putin S-400 füzelerini de boşuna pazarlık konusu yapmadı?

***                              ***                               ***

ABD ile sürdürdüğü ortaklığının yanında çelişkisi de hala devam eden Türkiye, Rusya ile arasına giren İdlip’in getirdiği pürüz,  ABD’ye karşı içerisine girmiş olduğu hatalarını telafi etme arayışı içinde. Bunu başarabilecek mi, süreç gösterecek. İran’la da “cici aylar”ı yaşamadığı kesindir. Tarihsel ve güncel sorunları hala yoğun ve derin. Türkiye’nin ABD ile birlikte, aynı blokta yer alarak kendisine saldıracağına dair son derece kaygılı olan İran’a bu konuda güvence verilse de kesinlikle Erdoğan’a güvenmiyor. Bu nedenle mümkün olduğunca Suriye’yi güçlendirme politikasının daha doğru olacağını düşünüyor. İşte İdlip sorunu bu noktada çok daha fazla İran’ı ilgilendiriyor.
                                   ***                              ***                               ***
Suriye, çeteler ve Efrin konusunda Türkiye tarafından kandırıldığını düşünüyor, oyuna geldiğini açıkça dillendiriyor. Halep ve Suriye’nin diğer bölgelerinden anlaşarak geri çektiği çetelerini Türkiye değil, Suriye’nin kuzey tarafına yerleştirdiğini, sonuçta orasının da Suriye toprakları olduğunu belirtiyor. Bu nedenle Erdoğan’ı sözünde durmayan çetelerle işbirliği içinde olan bir kişi olarak görüyor. Rusya da bu konuda Suriye’yi haklı görüyor, Türkiye’nin sözünden durmayan bir politika izlediğini açıkça söylüyor.
İdlib operasyonu
İdlib operasyonu, kozların paylaşılacağı bir operasyon olacak. Tüm kozlar burada ortaya konulacak. Kimin kiminle yeniden niçin ve hangi amaçla birbirleriyle ilişkileneceği veya savaşacağı bir meydan muharebesi konumunda olacak olan İdlib, aynı zamanda tüm devletlerin yeniden birbirileriyle hesaplaşacakları bir savaş alanı haline gelecek.
Suriye’nin kuzeybatısında, Hatay’a komşu bir il olan İdlib 2015’te Suudi Arabistan ve Katar’ın desteği ile Türk devleti tarafından devşirilen “Fetih Ordusu” denilen çetelerle işgal edildi. O günden bugüne kadar Türk ordusuna bağlı özel bir birimin inisiyatifi ile yönetilmektedir. Türkiye, başta Suriye ve ırak olmak üzere dünyanın birçok yerinden getirmiş olduğu çetelerle özel bir devlet yaratmış durumda, tıpkı Kıbrıs’ta olduğu gibi. İşgal edilmiş yabancı bir ülkenin toprağı üzerinde binleri ifade eden özel bir çete ordusu. Bu çete ordusu aynı zamanda Suriye, Kürtler ve Ortadoğu’nun diğer halkları için bir Truva atı rolünü oynuyor. İdlib, Cerablus, Azaz, Efrin gibi Suriye’nin Kuzey Batı bölgesinin önemli stratejik alanlarını oluşturuyor ve bu stratejik bölge Türk devletinin oluşturduğu çeteler tarafından işgal edilmiş durumda.
Sorun sadece İdlib sorunu değildir…
Gerçekten de sorun sadece İdlib’in işgali veya kurtuluşu değildir. Sorun Suriye’nin Kuzey tarafını bir bütün olarak denetime alınması veya kurtarılması sorunudur. Daha da önemlisi sorun Suriye’nin Kuzey’inde oluşturulan özel bir çete devletine izin verilip verilmemesi sorunudur.
Rusya da, Suriye de, İran ve ABD de, Türkiye’nin giderek bir çete devleti haline geldiğini biliyor. Bu çete devleti güçlenir, radikal İslam çeteleriyle birleşerek büyük bir araziyi denetiminin altına alırsa önüne geçilmesinin mümkün olamayacağını da gayet iyi biliyorlar. Ayrıca Türkiye’nin çetelere ve işgal edilen bölgelere büyük askeri ve ekonomik yatırım yaptığı da bilinmeyen bir durum değildir. “Üç koyup beş alma” politikası sadece Turgut Özal’ın değil, Türk devletinin genel karakteridir. Türk devleti Suriye’nin Kuzeyinde oluşturduğu çete devleti ile Ortadoğu’nun diğer ülkelerine yayılacak, en azından burayı bir sıçrama tahtası olarak kullanabilecektir.
Daha da önemli olan…
Daha da önemli olan burayı esas olarak Kürtlere karşı kullanması, giderek Kürtlerin diğer bölgelerine yayılması ve süreç içinde bu çete devletinin vasıtasıyla Rojava’ya saldırmasıdır. Türk devletinin yaptırım yaptığı bu kontra devletinin başka işi yoktur. İşi- gücü Kürtlerle uğraşmak, sürekli taciz etmek, bulunduğu yerde önce sızmalarla daha sonra açık bir biçimde saldırmak olacaktır. Ama daha da önemlisi Türk devletinin Kürtleri katliamdan geçirme konseptini bu çetelerin eliyle yapacak olmasıdır. Kobani ve Efrin’de yaptığı katliamın çok daha kapsamlı bir biçimde yapmayı düşündüğünü ve bunu bir konsept biçiminde tasarladığını artık bilmeyen yoktur. Uluslararası güçler de bunu biliyor, ancak bu katliam konsepti onları çok fazla ilgilendirmediğini de vurgulamak gerekiyor.


Rusya Türk devletinin Ortadoğu planını biliyor
Elbette ki Rusya da, Türk devletinin Ortadoğu ile ilgili konseptini biliyor. Türk ordusunun İdlib’te, Azez ve Cereplus’ta bulunması demek, NATO askerlerinin buralarda bulunması demek olduğunu da Rusya gayet iyi biliyor. Eğer Türkiye ile ABD arası açılmaz ve Türkiye giderek daha fazla ABD’ye yanaşırsa, o zaman Rusya’nın NATO askeri olan Türk askerlerinin Suriye torağında bulunmasını kabul etmeyecek, dolayısıyla kendisi için büyük bir tehdit olarak görecektir. Bu durum İran için de oldukça tehlikeli olacaktır. Türkiye’nin S-400 füzelerini alma konusunda oyalama taktiğini geliştirmesi, İran’a yapılan ambargo konusunda kesin ve net bir tutum almaması Rusya’yı rahatsız eden başka bir nokta olmaktadır. Bu nedenle Rusya Türkiye’nin kendisini oylama taktiğini af etmeyecek gibi, İdilip’in havadan bunun en somut örneği olsa da daha da devamı gelecek. Ya Türkiye tamamen Rusya’ya teslim olacak ya da çok fazla şey kaybedecek. Aslında her hal-u-karda kaybedecek ve her hal-u-karda hem ABD’ye hem de Rusya’ya yaranamayacak. Uluslararası devletlerin hakim olduğu ve erkek aklının dünyayı yönettiği bu çağda bir kadının iki erkekle resmi olarak nikah kılamayacağı artık Erdoğan’ın anlaması gerekiyor…
Son hesaplaşma olabilir mi?
İdlib operasyonu Suriye ve Türkiye için son savaş olabilir mi, tam kestirmek oldukça zor, ama yaşanan tüm süreçlerin son halkası olabilir. Operasyon ve çetelerin darbe alması Türkiye için bir kırılma noktasına dönüşme ihtimali oldukça yüksektir. Zira çeteler, Türkiye’nin Ortadoğu’ya ve Kürtlere karşı hamle yapması açısından oldukça stratejik bir konuma gelmişlerdir. Türkiye onları sadece pazarlıkta kullanılması gereken bir faktör değil, hamle yapmadan önce mayınlı tarlaya gönderilen eşek konumuna getirmiş durumda. Bu nedenle İdlib operasyonu Türkiye ile Suriye ve belki de Rusya ile İran arasındaki kırılma boyutunu daha da derinlere götürecek gibi…Buna İran’ı da eklemek gerek.
Türkiye ne yapacak?
Türkiye riskleri görüyor. Rusya ile Suriye ve İran’ın da içinde olduğu bloğa karşı fazla bir şey yapamayacağını gayet iyi biliyor. ABD ile ilişkisinin limoni olduğu bir dönemde yaltaklandığı blokla arasındaki makasın derinlere doğru açmasının yaratacağı sonuçları tahmin edebilecek kadar Ortadoğu’yu tanıyan bir devlet. Bu durumda yapacağı tek şey var, çeteleri pazarlık konusu yapmak. “Tamam, o zaman çetelere yer açın, bununla birlikte QSD güçleri de bölgeden çıksın, sadece Rus ve Suriye askerleri bulunsun” diyecektir. Yanı sıra çetelere aradığı bölge büyük bir ihtimalle Kürdistan sınırları boyunca bir “yer” olacaktır. Erdoğan eskiden beri “tampon bölge” dediği uygulama bu süreçte gündeme sokmak isteyecektir. Erdoğan’ın kafasında geçen “yer” Hatay’dan Ceylanpınar’a kadar uzanan sınır boyu olacaktır. “İşte burası” diyerek, uzun süreden beri hayal ettiği tampon bölgeyi böylece oluşturmuş olacaktır. Yani bir anlamda iki milyondan fazla olan çete ve ailelerini Kürdistan’a yerleştirecektir. Bununla hem Kürdistan’ı yeniden işgal etmiş olacak, hem katliam yaptıracak silahlı bir güç örgütlemiş olacak, hem de Özgürlük Hareketi’ne karşı silahlı bir kontra gücü devşirmiş olacaktır.


Doğru yaklaşım ne olmalı?
Doğru yaklaşım Türkiye yer vermemek, pazarlık masasına oturtmamak, çetelerle içerisine girmiş olduğu kirli ilişki ve işledikleri savaş suçlarından dolayı Erdoğan’ı adalet divanına vermektir. Ona, “Seni ilgilendirmiyor, dolayısıyla karışma. Burası başkalarının yurdu ve toprağı. Çeteler de seni ilgilendirmez. Ama eğer ‘ilgilendiriyor’ diyorsan o zaman al götür’ demek en doğrusu olacaktır. Gerçekten de bir milyondan fazla insanın kanına giren çetelere sahiplenmek, onlarla başka ülkelerinin toprağını işgal etmek, binlerce kadına tecavüz etmek, sivil insanların başlarını gövdelerinden koparmak suçtur, katliamdır, hatta soykırımdır. Bu anlamda Erdoğan  suçludur, savaş suçlarını işleyen suçlularla işbirliği içinde kan dökmüştür, çocuk öldürmüştür, kadınlara tecavüz etmiştir, sivil insanları acımasızca katletmiştir. Böylesi bir Erdoğan’la antlaşma masasına oturanlar da hiç kuşkusuz ki savaş suçunu işleyen bir suçlu ile suç ortaklığını yapmış olacaklardır...





 
Yukarı