“Size söylemek istediğim, ölümün her zaman bizimle, hep yanı başımızda
olduğudur; önemli olan ondan ne zaman kaçıp kurtulacağımız değil, inandığımız
fikirler için elimizden gelenin azamîsini yapıp yapmadığımızdır… Eğer en başta
bir amacın hizmetkârı değilsek, halkın, adalet ve özgürlüğün sevdalısı
değilsek, yeryüzünde bir hiçiz demektir.” (Frantz Fanon)
İnsanın varoluş hali,
onun en doğal halidir. Bu, doğallığından zerre kadar bir şey yitirmemiş haldır.
Düşünsel, ruhsal ve zihniyetsel olarak sadece ama sadece İNSAN olmanın en derin
halini yaşamaktadır. Lekelenmemiş duygunun, paslanmamış düşüncenin, hakikatle
yoğrulmuş zihniyetin en yükseklerde temsilini bulan bir haldır. Bu insan hali
aynı zamanda analitik ve duygusal zekanın optimal bir düzeyde hayata geçiren
özgün bir halin de ifadesidir.
Ruhunu birlikte
yaşadığı diğer insanların ruhuyla, duygularını toplumsal duygularla, beynini
ait olduğu toplumun hizmetine sunan, dolayısıyla bencilik ve bireyciliği,
egoizmi ve “ben”i, bilmeyen, hep “biz” diye düşünen ve yaşayan bu “doğal” insan
aynı zamanda bir lotus çiçeği olduğu da söylemek mümkün…
Birlikte üretme, ortak
tüketme, komünal yaşama felsefesi insanın varoluş hali olduğu bilinciyle
düşünür, yaşar ve toplumsallığın olmazsa olmaz bir ruh, bilinç ve duygu eylemi
olarak görür.
İnsanın doğal hali
doğallığın en temiz halidir. Aslında ikici doğadır. Leke görmemiş, akışına ket
vurulmamış, iradesi ipotek altına alınmamış, dışarıdan herhangi bir müdahaleye
maruz kalmamış, duygusal ve analitik düşünce tarzının ortak iradesi ile
yaşamını birinci doğayla birleştiren en özgür insan haldir.
* * *
“Peki bu karanlık çağda, kapitalist modernitenin yarattığı bu bencil ve bireyci
çağımızın en berbat zamanında böylesi doğal bir halle yaşayan insanlar var mi”
diye bir soru sormanın da en doğal bir hal olduğunu vurgulamak gerek. Hiç
tereddütsüz ve ikirciksiz bir biçimde “elbette ki vardır” diyebilecek başka bir
çağın başlangıcında olduğumuzu da vurgulamalıyım. Kapitalist modernitenin
karanlık, bireyci ve bencil, insanı metalaştıran, kadın ve erkeği
fahişeleştiren çağına karşı “altın çağ”, “demokratik modernite çağı,
“ahlaki-politik toplumun İNSANLIK ÇAĞI” nın temsilcileri, onun öncüleri, bunun
için bıkıp usanmadan hakikat arayışı içinde olan İNSANLAR’ın varolduğu
belirtmek gerek. Onları başka yerde, başka dünyada, başka çağda aramaya,
“bunlar kimlerdir” deyip zamanınızı harcamaya gerek olmadığı gibi, onlar gökten
zembille inmeyecekleri bilinciyle birazcık etrafımıza bakarsak hemen
bulabileceğimiz çok yakınımızda olduklarını göreceğiz.* * *

Hele hele bazıları var ki gerçekten de anlatmak oldukça zordur. Ne kelimeler
yeterli, ne de onları izah etmek mümkün. Çünkü bu insanlar bir anlamda
evrensellikten insan denilen varlıkta anlam bulmuş, doğanın bin bir
zerreciğinde hal bulmuş ve deyim yerindeyse doğa ile toplumsal bütünsellikte
var olmanın en doğal haline, oradan da düşünme, konuşma ve doğru yaşama bilinci
ile toprağın ve uzayın derinliklerine nüfuz eden kişilerdir. Kendi yaşam
duruşlarıyla bilincimizi, ruhumuzu, düşünce dünyamızı, duygu ve insanlığımıza
ait ne kadar erdemlerimiz varsa hepsini, ama hepsini tepeden tırnağa
ayaklandıran, bizi insanlığımızın en doğal haline, o tertemiz ve pak olan
“ahlaki-politik toplum” diye tabir ettiğimiz zamanın en güzel ufuklarına
götüren insanlar vardır. Özü, sözü, duruşu ve hayatı birbirini tamamlayan, her
birisinin arasında en ufak bir çelişki olmayan, her zaman ve her koşulda “ben
sizim, siz benim” diyen, ama daha çok olduğu gibi görünen, göründüğü gibi
yaşayan bu insanlar elbette ki nadirdir, ama vardırlar…
* * *
İşte Mam Zeki bu doğal ve ahlaki-politik toplumun en özge insanlardan birisi
olarak doğdu, büyüdü ve güneşe, doğaya, toprağa ve evrenin o muhteşem
derinlerine doğru yola çıktı. Ruhunu başka bedenlere taşıyarak, başkalarının
bedenlerinde yaşamak üzere Ezidixan’ın kutsallığında ebediyen yaşamaya yeniden
kulaç açtı. Mam Zeki’i anlatılmaz, o zaten kendini yaşamıyla, doğalığıyla,
ahlaki-politik duruşuyla yeterince anlattı. İnsanlığın ilk bilge insanları gibi
şiddetten ve erkten arındırılmış bir bilgeliği ve Rusipiliği ile kendini önderi
olduğu toplumuna kabul ettirdi. O, 73 kez katliama uğramış toplumuna, 73 kez
soykırıma uğramış toplumu da onu bir baba gibi, bir abi gibi, bir yoldaş, bir
bilge ve güneşin kutsallığı ve kurtarıcılığı kadar pak ve yarınlarına umut
olabilecek kadar yüksek anlamlar yükleyen bir yüce kişi olarak kabul etti. Bu
nedenle ona Şengal dağının ve Laleş’in kutsallığından anlam bulan güneş gibi,
göğe doğru yükselen ve önüne çıkan her türlü kötülüğü yakıp kül eden kutsal bir
ateş topundan yoğrulmuş “üstün” bir varlık gibi kutsadı…
* * *

Güneş doğmadan önce kalkar ve güneş battıktan sonra, çoğu zaman da gecenin
ardından güneşin yeniden gün yüzüne çıkışına kadar derinleşen yoğunlaşması ile
dinmek nedir bilmeden güneşe ve ateşi kutsal gören halkının hizmetinde çalışır
ve yeniden yoğunlaşarak halkının bir daha kırımdan geçmemesi için toprağa,
havaya, suya ve güneşe olan bağlılığını onlarca kez tekrarlayarak
ahlaki-politik toplumun kuruluşu ve kurumlaşması için emeğin en pürüzsüz ve
verimli halini ortaya koyardı. “Güneşimizin bir daha karartılmaması, suyumuzun
akışına engel konulmaması, teneffüs ettiğimiz havanın kirlenmemesi,
toprağımızın kutsallığının korunması, inancımızın halkımızla birlikte bir daha
kılıçtan geçirilmemesi için daha fazla fedakarlık etmeli, daha fazla
örgütlenmeliyiz” diyen Mam Zeki adeta Şengal dağının kutsallığında, Laleş
efsanesinin gizemlerinde saklı olan komünal özünün gerçek temsilcisi olarak
yaşadı hep…
Güneşin sıcaklığı
kadar sıcak, ışınları kadar kristal ve saf, yıldızlar kadar parlak, halkı kadar
duygusal ve hüzün yüklü olan yüzüne 73 fermanı okumak mümkündü. Varlığı,
duruşu, fedakarlığı büyük bir cesaret ve umut kaynağı olarak insanı
sarmalayarak büyük bir enerji kütlesine dönüştüğü herkesin hem fikir olduğu
başka özellikleriydi. Mam Zeki denilince varolmanın ağırlığı, hayatın kaynağı,
mücadele ve komünal bir ruhun her tarafa enerji dağıtan büyük bir toplumsal
projenin öncü gücü akla gelirdi…
Avrupa’da kendisine
sunulan tüm “olanak”ları tereddütsüzce reddetti. O hiçbir zaman Avrupa’da
varolan olanakları ve imkanları bireysel yaşamına zemini yaparak 73 fermanı
unutacak biri olmadı. Ne bunu düşündü, ne de buna tenezzül etti. 73 kez
katliamdan geçirilmiş halkının acılarını adeta bir peygamber gibi daha küçük
yaştayken ruhunun derinliklerinde hissetti ve büyüdükçe bunun açıcını çok daha
hissederek varoluşunu anlamlandırdı. Bu nedenle Avrupa’ya geldikten sonra da
bilinçaltında varlığını sürdüren bu acı ve dramı çok daha fazla yoğunlaşarak
kendini bir derviş gibi önce yalnızlaştırdı, sonra Özgürlük Hareketi ile
tanışarak kendi doğal kutsallığını çok daha üst bir mertebeye vardırdı.
Bireysel yaşamını ve ailesel çıkarlarının tümünü ruhundan söküp attı. Kendini
bir bütün olarak sadece ama sadece halkının kurtuluşuna, inancından dolayı
halkının yaşamış olduğu katliamları durdurmanın kavgasına dadı. Hiçbir şey onu
bu düşünceden, bu kavgadan ve bu kutsal mücadeleden alıkoyamadı. Dosta dost
düşmana düşman, halkçı, inançlı, azimli, kararlı ve ruhunu tamamen iyilik ve
güzelliğe açan bir derviş misali yaşadı, mücadele etti ve bu yolda şahadet
mertebesine ulaştı. “Rahattan rahatsız olma”nın en yalın hali olan “bir lokma
bir hırka” felsefesi ile yaşadı, bunu yaşamlaştırmak için de bıkıp usanmadan
çalıştı.

Mam Zeki vuruldu ama
biliyoruz ki o ölmedi, ruhunu başka ruhlarla birleştirerek güneşin sofrasında
bağdaş kurmaya gitti. O şimdi daha önce güneşe giden yoldaşlarıyla, Şengal’den
kaçırılan ve hunharca katledilen binlerce kadın soydaşlarıyla, başları
gövdelerinden kopartılan genç ve yaşlı dindaşlarıyla güneşin etrafında halaya
durmuş halde. Güneşe ve ateşe akın ruhu şimdi milyonlarca Kürdün bedeninde,
onların bilincinde ve kalbinde. Onu vuranlar ve onun vurulmasında ihanetin en
büyüğünü yaşayanlar şimdi daha fazla korkmalıdırlar. Mam zeki bir iken milyon
oldu, Şengal bir iken binler oldu, nasıl ki Berivan milyon olduysa, şimdi de Mam
Zeki Şengali bir ulus, bir halk oldu. Herkes bunu bilsin ki Mam Zeki Kürdistan
halkının keskin kılıcı, dinmeyen öfkesi, bitmeyen hak ve adalet arayışı büyük
intikamı ve asla bitmeyecek özgürlük ruhu oldu…