Türk
devletinin artık tek bir gram ağırlığı yoktur. Saygınlık ve devlet olma
konumunu tamamen yitirmiştir. Sözü dinlenmez, ölçüleri tanınmaz, duruşu
anlamsız, oldukça sıradan, basit ve kendini yalanlar üzerinde ifade etme
çabasında olan bir devlet durumuna gelmiştir. Deyim yerindeyse artık itibarı
beş para etmez…
Politik
ağırlığı, saygınlığı olmayan bu devlet ve onu temsil eden hükümet doğal olarak
başka yol ve yöntemlerle kendini ifade edecek, çalışmalarını başka türlü
sürdürecek, uluslararası ilişkilerini farklı eksende işletecektir. Özellikle
AKP ve Erdoğan’la başlayan bu süreç gelinen noktada artık son aşamaya gelmiş
bulunmaktadır.
Peki
Türk devleti ve Erdoğan uluslararası ilişkilerini nasıl dürdürüyor? Hangi
argümanlara, hangi politik çizgiye ve yöntemle kendini uluslararası düzeyde var
etmeye çalışıyor?
Şunu
rahatlıkla ve ikirciksiz bir biçimde ifade edebiliriz: AKP ve Erdoğan artık
rüşvetle, rantla, ihalelerle, hile ve oluşturduğu çetelerle işini yürütüyor.
Artık hiçbir Avrupa devletiyle karşılıklı saygıya dayanan bir ilişkisi yoktur.
Bozulmuş, yıpranmış, tahrip olmuş bir ilişki üzerinden doğru bir siyasetle ilişkilerini
sürdürmesi mümkün olmayacağına göre, doğal olarak rantla, rüşvetle, hile ve şantajla işlerini
yapacaktır. Yani devlet haydut, devletin başı da korsan ve komplocu olmak
zorunda olacaktır. Çünkü saygınlığı ve ağırlığı olmayan bir devlet ve devlet
başkanı vardır.
Dikkat
edilirse Avrupa’da kredisini tamamen tüketen AKP ve Erdoğan Afrika’da, Asya’da,
dünyanın en ücra köşelerinde bulunan, ama demokrasiden, insan haklarından,
evrensel politik çizgiden tamamen uzak ülkelerle ilişkilenmeye başladı. Hak ve
hukukun, demokrasi ve temel evrensel yaşam ilkelerinin nerdeyse yok sayıldığı
bu ülkelerle canciğer olurken, Avrupa ülkelerinden tamamen uzaklaştı. Reel
durumu bu olunca, Avrupa ile ilişkileri doğal olarak gayri meşru olacak.
Resmiyeti esas alan değil, daha çok illegal, kirli, rüşvete dayalı ve el
altından iş yapan bir pozisyonda olmak zorunda kalacak. Bazen haydut, bazen
korsan, bazen de komplocu olacak. Yapılan da budur.
Türkiye
ve Erdoğan Avrupa ile ilişkilerinin yarısından fazlası gayri resmi ilişkiler
üzerinden yürüyor. Avrupa’nın birçok ülkesinde rantçı çeteler oluşturmuş.
Rüşvet, kara para aklama ve rant karşılığında oluşturulan bu gruplar, Avrupa
devletlerinin içinde ayarlattıkları başka çetelerle ilişkilenerek kirli işleri
yürütüyorlar. Diyelim ki Türkiye bir katliam mı yapacak, bir ülkenin
sınırlarını mı aşacak, Cerablus’a mi girecek, İdbil’i mi işgal edecek veya
Efrin’i mi yakıp yıkacak, daha önceden örgütlendirilen bu rantçı çevreler hemen
yoğun bir lobi faaliyetine girerler. Bunlar lobi çalışmasını daha çok Avrupa’da
oluşturulan rantçı lobiciler üzerinden Avrupa’dan taviz koparırlar. Başka türlü
taviz koparmak mümkün değil. Çünkü Avrupa geleneği, oluşturulan kültür ve
yasalar Türkiye’nin isteklerine olumlu yanıt verilmesine olanak tanımıyor. O
zaman gayri meşru yollarla, rant, para
ve rüşvet karşılığında kale içten fethedilir. Elbette ki ABD ile Rusya ve diğer
bazı Ortadoğu ülkelerinin birbirleriyle yaşadıkları blok savaşından ortaya çıkan
çelişkilerden yararlanma durumu inkar edilmez. Ama Avrupa devletleri ile
ilişkileri ve buralardan kopardığı tavizler esas olarak rüşvet, ihale ve
birbirlerini satın alma yöntemi hakimdir.

Salih
Müslim’in Prag’ta gözaltına alınması da bu rüşvet ve çeteler üzerinden gelişen
kirli ilişkilerin bir sonucudur. Salih Müslim, İnterpol listesinde yer almadığı
gibi herhangi bir Avrupa ülkesinde de aranmamaktadır. En ufak bir kriminal ve
terörle ilgili olarak sorunu olmayan Salih Müslim’in gözaltına alınması, Avrupa
hukuku açısından sözcüğün gerçek anlamıyla bir skandaldır. Ama bu skandalı
yaratan Çek Cumhuriyeti’nin içinde oluşan çetelerdir. Türk devleti, Salih
Müslim’i almak için Çek Cumhuriyeti’nin içinde satın alınan çetelerle
ilişkileniyor ve bilinen gözaltı süreci böylece başlatmış oluyor.
Çek
Cumhuriyeti, toplantıdan önce ve toplantı içinde Salih Müslim’in güvenliğini
ciddiye alarak tedbirler alıyor. Ancak ne oluyorsa her şey aniden değişiyor.
Gece saat 23.00 civarında otel odasından alınan Salih Müslim gözaltına
alınıyor. Tabi ki gelişmeler bununla bitmiyor. Aynı gece Prag havaalanına özel
bir uçak iniyor. Uçak o gece sabaha kadar havaalanında bekliyor. Mahkeme
başlayana ve Salih Müslim tahliye olana
kadar uçak havalimanında “uygun” bir
yerde durmaya devam ediyor. Daha da önemlisi Salih Müslim uçağa binip Prag’tan
ayrılana kadar “uygun” yerde duran uçak daha sonra havalanarak Türki’ye uçuyor.
Haydut devletin komplocu
başbakanın foyasını açığa çıkartan bilgi notu…
Bu
sırada PYD’ye gelen bir bilgi notuna göre, Salih Müslim’in gözaltına alınmasının
tesadüf olmadığı gibi herhangi bir polis-İnterpol ilişkisinden kaynaklanan bir
purosudur hatasının olmadığını gösteriyor. Bilgi notu şöyle: “ Türkiye, Salih
Müslim Avrupa’ya geldikten birkaç gün önce İnterpol üzerinden aranma durumuna
getirmek istedi. Bu amaçla hem ilişkilendiği çeteleri, hem de devletler içinde
satın aldığı bazı bürokratları devreye soktu. Ardından Prag’ta arayışlara
girdi. Bazı savcı, hekim ve bürokratlara ulaştı. Bunlara toplam 7,5 milyar
dolar rüşvet verdi. Buna göre Salih Müslim gözaltına alınacak, ardından mahkemenin
vereceği iade kararı ile getirilen özel bir uçakla Türkiye götürülecek. Tüm
hazırlıklar bu temelde oldu…”
Peki
sonra ne oldu?
Sonrası
malum. Kamuoyu oluştu. Kürt dostları devreye girdi. Kürt halkının tepkisi sert
oldu. Dünyanın dört bir yanında Salih Müslim ve Kürtlerle dayanışma komiteleri
oluştu. Ve belki de çok daha önemli olan Çek Cumhuriyeti kendi içinde satın
alınan çeteler konusunda bilgi sahibi oldu ve gerekli müdahalede bulundu. Yani
Türk devleti Çek Cumhuriyeti’nin hükümetini ve birinci derecede sorumlu olan
şahsiyetleri değil, bürokrasi içinde yer alan bir grup bürokratı satın alarak
kirli komplosunu gerçekleştirmek istedi.
Sonuç,
Kürt düşmanlığı üzerinde politika yapan ve tüm gücünü bu politikadan sonuç alma
çabasına veren Türk devleti ve Erdoğan yapmayacağı hiçbir komplo yoktur.
Türkiye’yi, kendini, kabinesini, hatta başka şeylerini bile bunun için
satar. Efrin’e dönük saldırı ve orada
yapmış olduğu çocuk katliamı bunun en somut örneğidir. Salih Müslim’i Türkiye
götürmek için bu kadar ayak oyunları, hile ve rüşvet veren birisi ne yapmaz ki?
21. Yüzyılda devletleri satın almak, devletler içinde bürokratlara rüşvet
vererek kirli işlerini yürütmek ve bu bağlamda dünyanın en büyük haksızlığını,
adaletsizlik ve hukuksuzluğunu yapmak herhalde sadece Erdoğan’ın ‘nevi şahsına münhasır’dır.
Fakat bu şantaj,
rüşvet, satın alma işleri, bürokratlara farklı hediyeler verme, ülkesine
çağırıp lüks yerlerde gezdirip besleme çabası da sonuç vermeyecektir. Tarihe
bakın, yıkılan, kaybeden, tarih sahnesinden silinen tüm devletler ve
diktatörler ömürlerinin son deminde bu kirli yöntemlere başvurmuşlardır. Ama
hiç birisi de kurtulamamıştır. Neron da,
Mussolini de, Franco da, Hitler de boğazlarına kadar yozlaşıp kirli ve komplo
yöntemleriyle kendilerini kurtarmak istemişlerdir. Ancak hiç birisi de
kurtulamamıştır. Erdoğan da böyle olacak. Tarihin hükmü böyledir. Kurtuluş yok…