Her kurum gibi Birleşmiş Milletler de ihtiyaçtan dolayı kurulmuştur. Dünya devletlerinin savaş yerine, yaşamış oldukları sorunlarını barış ve uzlaşı temelinde çözmek amacıyla kurmuş oldukları BM’nin birçok görevi olmakla birlikte, esas olarak dünyada  barış ve güvenliği sağlamaktır. En yetkili birim konumunda olan ‘Güvenlik Konseyi’nin esas görevi ortaya çıkan savaşları bir an önce durdurmak, bir devletin başka bir devlete ve ulusa, farklı bir kültürel yapıya, veya inanç sahibi bir gruba karşı geliştirdiği şiddeti, savaşı ve kırımı durdurmaktır.

BM, aynı zamanda kuruluş amacında “uluslararası ilişkilerde kuvvet kullanılmasını evrensel düzeyde yasaklayıp ilk antlaşmayı yapan” bir kurumdur da. İlk “Birleşmiş Milletler Antlaşması” bu yasağı ifade etmektedir. Yani BM’nin ilk anlaşması şiddeti, zoru ve kuvveti yasaklamak olmuştur. İlk anlaşması da bu eksende gerçekleşmiştir. “Bir devlet başka bir devlete, başka bir ulusa, başka bir inanca ve başka bir gruba kuvvet kullanamaz” diye ilk anlaşmayı yapmıştır.

BM bununla da yetinmemiş, aynı zamanda dünyada adil ve adaletli bir yaşamın inşası için kendini sorumlu olarak görmüş ve bunu maddeler halinde kendi programının ana maddeleri haline getirmiştir. Bu bağlamda BM kendini; “adalet ve güvenliği, ekonomik kalkınma ve sosyal eşitliği uluslararasında tüm ülkelere sağlamayı amaç edinmiş küresel bir kuruluş” olarak tanımlamaktadır.


BM’nin görevi karar aldıktan sonra ‘yan gelip yatmak’ mi?

Elbette ki BM’nin görev ve sorumluluğu tüm bunları sadece teorik olarak dile getirmek, zaman zaman bir araya gelip sohbet etmek, ardından “yan gelip yatmak” değildir, BM’nin en önemli ve karar mekanizmasında birinci derece rol oynayan Güvenlik Konseyi “saldırganlara karşı askeri birlikler kurarak önlemler almak”la da yükümlü olduğu gibi, bu konuda hem sorumluluğu, hem görevi ve hem de yetkisi vardır. Yani Güvenlik Konseyi saldırgan olan, şiddeti, zoru ve kuvveti kullanan bir devlete veya silahlı bir güce karşı farklı uluslardan oluşturduğu silahlı bir güç oluşturarak, haksız yerde kuvvet uygulayan devlete “dur” deme yetkisine sahiptir. Sadece “dur” emri de değil, aynı zamanda “dur” emrine uymayan devleti de vurma iradesine sahiptir.

Evet, BM dünya barışı, uluslararası devletlerin ve halkların güvenliği, kaba gücü olan devletlerin istedikleri zaman kuvvetini kullanmaması, yaşanan sorunların barış ve uzlaşı ile çözülmesi için kurulmuştur. Kuruluş amacı ve ilkeleri böyle tarif ediliyor.

Peki BM, neden günlerdir Efrin’de yaşanan vahşete “dur” diyemiyor? Türk devletinin tamamen işgale dayanan zorbalığını ve gerçekleştirdiği katliamı engelleyecek bir duruş sergileyemiyor? Her gün onlarca çocuk öldürülüyor, köyler şehirler, kasabalar bombalanıyor. Kadınlar, yaşlılar, gençler enkaz altında can çekişe çekişe yaşamlarını yitiriyorlar. Buna rağmen BM’den ses yok.

Daha da önemlisi BM neden saldırgana, haydutta, şiddeti ve kuvveti haksız bir biçimde kullanan ve giderek büyük bir katliama planlamasına giren Türk devletine “dur” diyeceğine, Efrin halkına “tehlikeli” yerden kaçmayı öğütlüyor? Daha da kötüsü BM, PYD’nin halkın Efrin’den çıkmasına izin vermediğine dair eleştiri yapıyor. Böyle olabilir mi? Gerçekten de savaşa karşı olan, barış ve kardeşliği bir ilke olarak ele alan bir kurum, saldırganlık ve haksızlık üzerinde inşa edilen bir kuvveti durduracağına, saldırıya, katliama ve soykırıma maruz kalan Kürt halkına “neden evinden, köyünden, şehrinden çıkmıyorsun, yerini yurdunu terk et ki ölmeyesin, yoksa sorumlusu ben değilim”  diyebilir mi? Ama ne yazık ki BM bunu diyor. Katili ensesinden yakalayıp gerekli cezaya çarpıtacağına, kurbana evini terk etmesini, yurdunu bırak başka yerlere gitmesini emrediyor. “Senin ne işin var burada be adam, çek git yoksa seni vurur” demesine getiren BM’nin ne kadar yanlı, adaletsiz ve kendi konumunu peş para etmez bir hale geldiğini artık netleşmiştir.

BM’nin vazifesi soykırımcıyı durdurmak mı yoksa mağduru göç ettirmek mi?

BM’nin kendi ülkesinde, kendi toprağında, kendi evinde, kendi bağ ve bahçesinde saldırıya ve şiddete maruz kalan bir halka “neden kaçmıyorsun, neden köylerini, toprak ve ormanlarını, bağ ve bahçelerini terk etmiyorsun” deme gibi bir görevi mi var? Hayır, BM’nin böyle bir görevi, sorumluluğu olamaz. BM’nin ilk ve ivedi işi-görevi, saldırgan ve soykırımcı konumda olan gücü durdurmaktır. BM’nin, saldırgan konumunda olan Türk devletine “neden saldırıyorsun, neden köyleri, şehir ve bağ-bahçeleri bombalıyorsun, senin burada  ne işin var” deme gibi bir sorumluluğu vardır. Acil görevi budur. Yani halka “kaç nereye gidiyorsan git, yoksa ölürsün” diyemez. “Ey saldırgan, neden halka kuvvet uyguluyorsun, neden çoluk-çocuğu katlediyorsun, neden başka bir ülkenin halkını acımasızca bombalıyorsun” demek zorunda olan BM, halkı korumak, adaleti sağlamak, savaşı katliama dönüştüren soykırımcı gücü durdurmak durumundadır.


Peki BM neden bunu yapıyor?

Elbette ki devletlerin ikiyüzlülüğünden dolayı bunu yapıyor. BM esas olarak 5 ülkenin denetimindedir. Alınan tüm kararlarda belirleyici konumunda olan BM Güvenlik Konseyi’dir. “Ambargo, uluslararası müdahale ve barış gücü tesis etme” gibi kararlarda 5 daimi üyenin tutumu esas olarak belirleyicidir. Konseyin 5 daimi üyesi ABD, Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa’dır. BM’nin ipini esas olarak bu 5 ülke elinde tutmaktadır. Bu ülkelerden herhangi birisi “hayır” derse olmaz, “evet” derse olur.

Demek ki BM kendi başına bağımsız, irade sahibi bir kurum değildir. İpi uluslararası devletlerinde olan tamamen bağımlı olan bir kurumdur. ABD’ye veya Rusya’ya göre hareket eden, kararları bu iki gücün tutumuna göre şekillenen bu kurumun duruşunu belirleyen uluslararası güçlerdir. Kararların şekillenmesi de, çıkan kararların hayata geçirilmesi de bu iki gücün politik yaklaşımına bağlıdır.

BM’nin bu genel işleyiş ve komundan hareketle bakıldığında, Türkiye’nin neden Efrin’de ateşkes kararına uymadığını çok daha iyi anlaşılmaktadır. BM’nin ateşkes kararını uygulayacak olan güçler ABD, Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa’dır. Daha yalın ve anlaşılır bir ifadeyle esas olarak da ABD ve Rusya’dır. Bu iki güç “ateşkese uyulacak” derse Türkiye uymak zorunda kalacak, gevşek davranırsa, el altından farklı arayışlara girişilirse elbette ki Türkiye karara uymaz. Şimdi yapılan budur. Her iki süper güç de Ortadoğu’daki çıkarlarından dolayı, Türkiye’nin Efrin’de uyguladığı katliama sessizce onay vermektedir. Türkiye’nin kural dışı hareket etmesinin, “kimse beni durduramaz” demesinin, BM kararını ciddiye almamasının esas nedeni bu iki süper gücün yaklaşımından ileri gelmektedir. Evet, durum bu kadar açık ve net…

Gelinen aşamada Kürtler, BM’yi zorlamak durumunda.  Ya karar almayacaktı, ya da almışsa o zaman kararına sahip çıkarak gerekeni neyse onu yapacaktır. Öyle ikiyüzlülük olmaz. Yuvarlak masada “evet” diyeceksin, pratik alana indiğinde de “hayır” diye ikiyüzlülük yapacaksın, bu olmaz. Üstelik alınan karar öylesine keyfice alınmış bir karar değildir. Kuruluş amacı ve ilkeleri bunun böyle olmasını gerektiriyor. Kürtler soruna bu perspektifle yaklaşmalı ve buna göre baskı uygulamalıdır. Kürtler, MB’den istediği fazla bir şey yoktur. Ya da kendisine torpil yapmasını da istemiyor. “Uluslararası hukuka dayanarak almış olduğu doğru karara sahip çık” diyor. Bu nedenle Kürtlerin MB’den istediği şey hem haklı, hem doğru ve hem de meşrudur. Dolayısıyla gelinen aşamada Avrupa’daki tüm Kürtler ve dostları BM’den şunu talep etmeli:

“Kararına uy! Aldığın karara sahip çık! Uluslararası adalete, yasalara ve barış prensiplerine dayanarak aldığın doğru karara uymayan Türk devletine müdahale et!



 
Yukarı