Sekiz ayrı noktada yapılan intihar bombalarıyla iki yüzden fazla masum insanın katledildiği, üç yüzden fazla insanın ise yaralandığı "Kanlı Cuma" olayı "Paris Katliamı" diye geçti tarihe.

Gerçekten de büyük bir katliamdı ve gerçekten de Avrupa'da yapılan sivil katliamların en büyüğüydü "Kanlı Cuma" katliamı. Vahşiyane bir saldırıydı ve bu saldırı sonucu yüzlerce sivil insan hayatını kaybetti. Canice yapılan bu saldırının hiç bir gerekçesi yoktur, olamaz da. Zaten bu katliamı yapanların da gerekçeleri yoktur. İleri sürdükleri herhangi bir argüman da sözkonusu değildir. Sadece "Haçlı'ları Haçlı'ların yurdunda vurduk" diye bir açıklamada bulundular. Halbuki "Haçlı'ların yurdu" dediği yerde milyonlarca müslüman yaşıyor ve bu müslümanlar burada, bu topraklarda yaşamlarını bir biçimde de olsa sürdürüyorlar.
Sorun bu da değil. Sorun yapılan vahşetin sebeplerini doğru irdelemek ve bu irdelemelerden hareketle çıkartılması gereken sonuçlardır. Sonuçlardan önce bu vahşete yön veren ve bununla bağlantılı olarak yapılması gerekenlerdir. Bir de vahşeti gerçekleştirenlere karşı ortaya konulan duruştur.

Birincisi şu: Vahşeti gerçekleştirenler, yani tetiği çekenler, bombaları o kirli bedenlerine bağlayanlar belli. Bu konuda herhangi bir muğlaklık ve tereddüt yok. “Kanlı Cuma”yı gerçekleştirenler IŞİD'tir. Bu tamam. Peki IŞİD'i büyüten, onu besleyen ve ona güç veren devletler kim? Bu devletler de açığa çıktı mı? Bizce bu konuda da herhangi bir muğlaklık ve tereddüt yok. IŞİD'i besleyen devletler de ortada, onların isim ve cisimleri de belli. Bu konuda sayısızca delil ve somut kanıtlar var.
Peki kim bu devletler? Elbette ki Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan. Bu üç devletin çok somut ve hatta açık, hiç bir şeyi gizleme gereği duymadan yapmış olduğu yardımlar var. Türkiye'den gönderilen silah dolu TIR'lar çok daha somutluk kazanan deliller olmuştur. IŞİD'in Türkiye sınırından yapmış olduğu geçişler de çok somut. Erdoğan'ın IŞİD canileriyle yemek sofralarında çekilen görüntüleri dünya basınında manşet olarak verildi. Erdoğan'ın canileri anlından öperken basına yansıyan görüntüleri oldu.

İkincisi; tüm bu somut delil ve Türkiye'nin IŞİD'e çok net olan yardım çalışmasına dönük ne gibi tutum alındı? Hangi devlet, Türkiye'nin bu somut yardımını gündemine alıp somut adlandırmayla tavır geliştirdi? Hangi devlet başkanı Türkiye'nin TIR'larla yapmış olduğu desteğini kendi parlamentosunda dile getirdi? Hangi bakan, vekil veya bir ülkenin yetkilisi, Türkiye'nin IŞİD terörüne karşı somut bir tutum içerisine girdi?

Bu sorulara verilecek tek yanıt: Hiç birisi. O halde eğer hiç bir devlet veya hiç bir bakan ya da cumhurbaşkanı, Türkiye'ye karşı doğru ve samimi bir tutum almamışsa, o zaman Paris'in “Kanlı Cuma”sına karşı gözyaşı dökmenin de bir anlamı yoktur. Bu, olsa olsa timsah gözyaşları olur.
Üçüncüsü; ne yazık ki burada da, yani bu vahşet karşısında da öne çıkan devlet ve dar ulus çıkarları oldu. Dar ulusal ve devletsel çıkarlar katliamın gerçek sorumlularının açığa çıkartılmasının üstünü örtmüştür. Daha doğrusu açık ve herkesin bildiği katil devletin adı bir kez daha yüksek sesle okunmamıştır. Bir kez daha sadece tetiği çekenler adlandırılmış, ama esas olarak katilleri besleyen ve bu vahşeti şantaj aracı olarak kullanan devlet veya devletlerin adları telaffuz edilmemiştir. Bu, ne yazık ki delil yetersizliğinden değil, dar ulus ve devlet çıkarlarından dolayı böyle olmuştur.
Dördüncüsü; katliamın yapıldığı saatlerde “G20” adı altında bir arada bulunan devlet başkanları, Erdoğan'ın başkanlığında toplantı halindeydiler. Tüm devlet başkanları, Erdoğan'ın bir dakikalık saygı duruşu talebine ayağa kalkıp saygı duruşunda bulundukları sırada acaba ne düşünüyorlardı?
Hiç kuşkusuz ki tüm devlet başkanlarının düşündüğü aynı şeydi: “Bu adamın IŞİD'e verdiği destekle, bu adamın gönderdiği TIR'larca silahlarla bu vahşet yaşanmıştır.”

Evet, o an saygı duruşunda bulunan devlet başkanlarının kafasından geçen bu düşünceydi. Herkes çok iyi biliyordu ki IŞİD'i besleyen, büyüten ve bir şantaj aracı olarak pazarlık konusu yapan Erdoğan'dı.

Ve yine herkes çok iyi biliyordu ki PKK'ye "terörist" diyen bu adamın kendisi teröristti, PKK'ye “cani” diyen o zatın kendisi caniydi. Ve orada bulunan herkes çok iyi biliyordu ki IŞİD denilen vahşi ve cani çeteye karşı direnen tek bir ulus vardı, o da Kürt ulusuydu, büyük direnen tek bir örgüt vardı; o da Kürt Özgürlük Hareketi'ydi, tek bir halk vardı; o da Kürt Halkı'ydı. Ancak hiç bir devlet başkanı bu gerçeği, bu doğruyu orada ifade etmedi, edemezdi. Çünkü Türk devleti ile yaşadıkları dar ulusal ve devletsel çıkarlar bunu gerektiriyordu. Doğruları tersyüz etmeyi, dile gelen yalanları olduğu gibi kabul etmeyi, Erdoğan'ın söylediği tüm yalan ve çarpıtmalara büyük bir iki yüzlülükle sessiz kalmayı gerektiriyordu.

Putin'in “IŞİD'e yardım eden bazı devletler bu toplantıda aramızda bulunuyorlar” demiş olması da, bu gerçeği ortadan kaldırmaz. Çünkü yaşanan katliam herhangi bir katliam değildi. Büyük bir katliam ve büyük bir vahşet yaşanmıştı. Daha öncesi de vardır, ama daha da önemlisi genelde Kürdistan'da, özelde ise Rojava'da, ama daha da çok Şengal ve Kobani'de gerçekleştirilen büyük katliam ve direnişler vardır. Kobani yerle bir edilmişti, Şengal yakılıp yıkılmış ve beş binden fazla Ezidi Kürt kadını kaçırılıp Arap pazarlarında satışa çıkartılmıştı. Ve bütün bunları yapan vahşi IŞİD çetesiydi. İşte bu çeteyi en çok besleyen ve ona en çok silah veren devlet Türk devletiydi.

Beşincisi; Türk devleti sadece IŞİD çetesine maddi ve manevi olarak destek sunmakla yetinmedi. Aynı zamanda onu Uluslararası düzeyde pazarlık konusu da yaptı. “Tamam, IŞİD terör örgütüdür, gelin birlikte mücadele edelim, ama bizim de terörist örgütümüz olan PKK var. Hem IŞİD'e, hem de PKK'ye tutum alalım, sadece o da değil, PKK'nin bir uzantısı olan PYD'de de terör örgütüdür, onu da desteklemeyin” deyip, besleyip halkların başına bela ettiği faşist terör örgütünü şantaj ve pazarlık konusunu yaparak, daha büyük sonuçlara ulaşmak istiyor.

Altıncısı; peki Uluslararası güçlerin, Türk devletinin bu şantaj ve pazarlık yaklaşımının farkında olmadığını söylemek mümkün mü? Elbette ki değildir, yani devletler ve uluslararası güçler Türk devletinin politikasını ve ne yapmak istediğini gayet iyi biliyorlar. Fakat sorun bu değil, esas sorun dar ulusal ve devletsel çıkarlardır. Ekonomik ve siyasal menfaatler, Türk devletinin izlediği çakal politikasını başarıya götürüyor. Büyük devletler; taviz vermek, işlediği suçlara  göz yummak, çakal politikasını gözrmezlikten gelmek gibi bir strateji izleyen bu güçler, ne yazık ki Türk devletiyle aynı noktda buluşmuş oluyorlar.

Yedincisi; kısacası ortada büyük bir suç ortaklığı var. Eğer öyle olmasaydı Fransa devleti ve hükümetinin, Paris'in “Kanlı Cuma”sına karşı sessiz kalması mümkün olabilir miydi? Türk devletini ismini vererek şiddetle tutum almaz mıydı? IŞİD'e açmış olduğu savaşı, Türk devletine karşı da açmaz mıydı? Öldürülen yüzlerce vatandaşına karşılık Türk devleti ile her türlü ekonomik, siyasi, askeri ve istihbarati ilişkilerini bir çırpıda kesmez miydi?

IŞİD'e karşı Kürtlerle, PYD ve diğer güçlerle aynı blokta yer alan ABD, Türk  devletine müdahalede bulunmaz mıydı? Almanya ve diğer Avrupa ülkeleri de aynı biçimde tutum takınmazlar mıydı?
Sekizincisi; tüm bunlardan hareketle şu ortaya çıkıyor: Devletlerin dini imanı yoktur. Uluslararası güçlerin de yeri halkların, demokratik ulusların, toplum ve mazlumların yanı değil,  katliamcıların, faşizm ve diktatörlüklerin yanıdır. Bu güçler için önemli olan IŞİD'in katliamları, işledikleri cinayetler ve yapmış olduğu vahşet değil, izlemiş olduğu taktik ve stratejinin kime hizmet ettikleri önemlidir. Eylemleri ve varlıkları tekellerine, kasalarına, bankalarına, kapitallerine yeni kapital ve yeni kâr getirip getirmedikleri çok daha önemlidir. Önemli olan Paris'te “Kanlı Cuma”da yüzlerce sivil insanın hunharca öldürülmesi değil, Paris ve diğer başkentlerdeki borsanın iniş ve çıkışıdır. Borsa ve finans kapitalde bir sorun yoksa, rakamlar onların ruh dünyasını bozmuyorsa sorun yoktur demektir.

Dokuzuncusu; oysa yaşanan 3. Dünya Savaşı'dır. Ve bu savaşın ana merkezi Ortadoğu'dur. Ortadoğu'nun merkezinde yer alan da Kürdistan'dır. Ve bu savaşın kaderini belirleyecek olan da PKK'nin, PYD ve Kürdistan eksenli güçlerin yürüttüğü mücadeledir. IŞİD şahsında Kürdistan'a yapılan saldırı, katliam ve dayatılan soykırım Türk, Arap ve Fars sömürgeciliği ile uluslararası  kapitalist modernitenin dayattığı bir uygulamadır. IŞİD adı altında örgütlendiren ve Kürdistan'a saldırtan bu üç sömürgeci devlet ve onları besleyen güçlerdir. Amaç Kürt halkını soykırımdan geçirmektir. Bunun başka izahatı yoktur.

Tüm bunlardan hareketle şunu vurgulamak gerekiyor: Bugün Kürdistan Ulusal Kurtuluş Cephesi ekseninde yürütülen demokrasi ve özgürlük mücadelesi ile Türk, Arap, Fars ve uluslararası güçlerin öncülük ettiği gerici, faşist ve sömürcecilik arasında kıran kırana yürütülen bir mücadeledir. Başka bir ifadeyle 3. Dünya Savaşı birinci çizgi ile ikinci ve üçüncü çizgi arasında yürütülmektedir. Birinci çizigi demokrasi ve özgürlüğü, demokratik ulus ve mazlumları, ikinci ve üçüncü çizigi ise yerel gericilik ile uluslararası kapitalist modernitenin birleşik gücünden oluşan faşizmi, liberalizm ve diktatörlüğü temsil etmektedir. Savaşı belirleyecek olan bu iki blok, iki cephedir.

 
Yukarı