Bir
ülke, bir ulus ve hatta bir insan için en büyük felaket, gelecekleri hakkında
doğru ve bilimsel bir analiz yapma gücünden yoksun olmalarıdır. Gelecek
hakkında doğru analiz yapılmaması, ne olacağının belirsiz, karanlık ve muğlak
olması, elyordamıyla geleceğe doğru yol alma manasına gelir. Esas felaket olan
da budur.
Geleceğini
doğru analiz edemeyenler, neleri yaşayacaklarını, başlarına nelerin geleceğini,
yürüdükleri yolda onları bekleyen tehlikenin ne olacağını da bilmezler. Zifri
bir karanlıkta bilinçsiz, plansız ve şuursuz bir yolculuğu da ifade eden bu
durum, tam da Türkiye yönetimini ifade ediyor.
Bugün
Türkiye yönetiminde korkunç bir şuursuzluk, büyük bir bilinçsizlik, derin bir
anlamsızlık var. Geçmişini olduğu gibi, içinde bulunduğu durumu ve geleceğini
de bazı keskin sloganlarla analiz ediyorlar. Büyük bir cehalet, büyük bir kafa
ve zihniyet ruhsuzluğunu yaşayan Türkiye yönetimi, 15 Temmuz’da yapılan darbe
girişimini de bu zihniyetle okuyor.
Oysa
15 Temmuz darbe girişimi bir iki basit gerekçeyle açıklanamaz. Darbeyi
Fethullah Gülen’nin hainliği, Cemaat’in ihanetiyle, ordunun intikam ve öfke
dolu intikamıyla, polis ile ordu arasında yaşanan çelişkinin dışa vurulması ile
izah etmek ya cahilye döneminden kalma bir zihniyetin ifadesidir ya da sorunu
yüzeysel ele alarak gerçekleri gizleme çabasıdır. Başka türlü ifade etmek
mümkün değildir.
Bir
gecede binlerce ‘hain’in türemesi, neredeyse ordunun tüm generallerinin bu
‘ihanet’ çemberine girmesi de inandırıcı
değildir. Bir gün önce ‘kahraman’ olan yüzlerce generalin bir gün sonra
‘ihanet’ etmeleri mutlaka izah edilmesi gereken bir durumdur. Bir ihanet olsa
da, bu ihanetin bir izahatı olmalıdır. Bir gecede binlerce insanın ihanet
etmesi neyin nesidir, hangi politikanın bir sonucudur? Yüzlerce profesor,
general, subay, binlerce öğretmen, Amiral, Tuğgeneral, Oramiral, bürokratın bir
gecede ihanet etmelerinin nedeni nedir? Erdoğan’dan “kahramanlık” ödülleri,
plaketleri alan yüzlerce asker, nasıl oluyor da bir gecede Erdoğan’a ihanet
ederler? Bu anlamda doğruya ve ciddiyete ihtiyaç vardır...
Herkes
çok iyi biliyor ki Türkiye’deki darbelerin esas nedeni siyasal, sınıfsal ve
sosyaldır. Cumhuriyet tarihi boyunca yapılan her üç darbenin de esas nedeni hem
Türkiye’nin içerisinde bulunduğu konum hem de ortaya çıkan toplumsal
olaylardır. Hiç birisi Erdoğan ve savaş kabinesinin izah ettiği gibi “vatana
ihanetten”, “cumhurbaşkanını arkadan
hançerlemekten”, “sivil hükümetin hazmedilememesinden” dolayı yapılmadı.
15
Temmuz darbe girişiminin de bunlardan dolayı yapılmadığı açıktır. Biliyoruz ki
Türkiye, Türk ulusu, daha anlaşılır bir ifadeyle ulus-devlet gerçekliği artık
iflas etme noktasına gelmiştir. Sürekli sorun üreten, sürekli çelişki ve
çatışmayı yaratan, sürekli toplumsal dengeyi bozan ve var olan sorunları daima
derinleştiren bir konuma gelen ulus-devletin varlığı tek başına iç çatışmanın
ve darbe yapmanın gerekçesi olmaktadır. Bu anlamda darbe ulus-devletlerin
ürettiği bir bataklıktır...
Darbe ulus-devletin bir hastalığıdır
Çok
iyi biliyoruz ki darbe sorunların derinleşmesinden ileri geliyor. Toplumsal
çelişki ve çatışmanın derinleşmesinden dolayı dengeler bozuluyor, bozulan bu
denge ekseninde kendini ulus-devletin sahibi olarak gören güç, onu ‘kurtarma”
nın gafletine giriyor. Gaflet diyoruz, çünkü darbelerle onun kurtaracağını
düşünüyor, Halbuki bırakalım kurtarmak, onu daha da çok sorunlar yumağı haline
getiriyor.
Darbe
sorunu sadece Türkiye’nin sorunu değildir. Ulus-devletlerin bir sorunudur.
Sorunları normal-demokratik ve uzlaşan güçlerle çözmekten oldukça uzaklaşan
ulus-devlet yapısı, kendini darbelerle koruma ve yaşadığı sorunları darbelerle
çözmeyi esas alarak, askeri gücü çok daha derin bir biçimde devreye sokuyor.
Ortadoğu’daki
ulus-devletler tarihi, aynı zamanda darbeler tarihidir. Ortadoğu’nun
ulus-devletlerinde darbenin yapılmadığı ülke yoktur. Ortadoğu’da
ulus-devletler, darbe üreten gelişim sürecine sahip olduğunu da gayet iyi
biliyoruz. Askeri, monarşik, tek kişilik
veya ailesel diktatörlüklerin yoğun yaşandığı bu coğrafyada darbelerin bir
kader değil, ulus-devletin ürettiği bir olgu olduğu artık bilinmesi gereken bir
durumdur.
Türkiye’deki
askeri veya sivil darbeler de bu bağlamda gündeme geliyor. Her üç askeri darbe,
Erdoğan’ın sivil diktatörlüğü ve son olarak gerçekleşen 15 Temmuz darbe
girişimi de bu nedendendir. Ulus-devlet bir hastalıktır, darbe de bu hastalığın
en derin halidir...
Sorunlar çözülmüyor, aksine derinleşiyor
Çünkü
Türk-ulus devleti artık sorunları çözemediği gibi varolan sorunları hergün
biraz daha derinleştiriyor. Türkiye’de her şey sorun haline gelmiştir, her şey
çelişki, dolayısıyla çatışma gerekçesi halini almıştır. Toplumun birbiriyle
uzlaşma noktaları tamamen ortadan kalkmış durumda. Dengeler değişmiş, sınıflar
arasındaki uçurum derinleşmiş, ahlak ve toplumsal barışma kültürü yok
edilmiştir. Birbirini kandırma, kazıklama, hakkını yeme, gasp etme, ölme ve
öldürmeyle kendini ifade etme adeta yaşamın bir parçası haline gelmiştir.
Alevi-suni,
müslüman ve farklı inançlar arasındaki çelişki artık had safhaya ulaşmıştır,
tahammülsüzlük, birbirini reddetme, birbirini kırma, birbirini inkâr etme bir
kültür düzeyine ulaşmıştır. “Öteki”leştirme, bazılarını karşına alma, bir
kesimi de yanına alarak toplumu birbirine kırdırtarak kendini yaratma politikanın
esaslarından birisi olmuştur...
İnançlar
kadar, farklı ulus ve kimlikleri tanımama, onları inkâr etme, hak arayanları
zorla sindirme ve irade kırma tutumu ulus-devletin ana uslubu haline gelmiştir. Son otuz yıldır
Kürtlere karşı uygulanan soykırım politikası tüm bu uygulamaların en
yoğunlaşmış hali olmuştur. Savaş hiç bir sorunu çözmediği gibi, var olan tüm
sorunlar da katlanarak büyümüştür.
Bir
iç savaşın yaşandığı Türkiye’de her şey ulus-devlete göre ayarlanmış, her şey
savaşa yatırılmış, her şey bu özel savaşın gideri için adeta gasp edilmiştir.
Binlerce insan hayatını kaybetmiştir. Tabut tabut kalkan cansız bedenlerin
aileleri büyük ve derin bir sessizlik içerisinde hep “şehit”lik mertebesinin
bir aleti olarak kullanılmıştır.
Kısacası
Ortadoğu’da, Latin Amerika’da ve Türkiye’de darbeler vatana, sivil hükmetlere,
cumhurbaşkanlarına ihanet etmek için yapılmamıştır. Tam tersine darbe yapanlar
vatanı, ülkeyi, devleti kurtarmak için yaptıklarını söylemişlerdir. Demek ki
sivil hükümetler de, cumhurbaşkanları da, başbakanlar da, ama aynı zamanda
darbeciler de hiç bir zaman darbeleri analiz etmemiş, hepsi de yanlış ve doğru
olmayan sloganlarla darbeyi ifade etmişlerdir.
15
Temmuz darbe girişimi de doğru analiz edilmediği için herkes farklı telden çalarak
sonuçlara gitmişlerdir. Tüm sonuçlar yanlış olmuştur, çünkü nedenler yanlış
izah edilmiştir. Yanlış sorunun doğru cevabı olamayacağı gibi, yanlış analizin
de doğru sonuçları olmaz...
Türkiye
doğru bir politik çizgiye ulaşmadığı, sorunlarını bu doğru çizgi temelinde ele
almadığı sürece darbeler sürekli olacaktır. Her şeyden önce darbelerin yolu
“tek vatan”, “tek millet”, “tek dil”, “tek bayrak”, “tek devlet” tekerlemesinin
düşlediği zihniyetten geçtiğini bilelim. Bu bilinmedikçe darbeler daima
olacaktır...