Kürdistan düşten bilincimize kazılmış bir gerçeğe dönüşmüşse, ruhumuza işlenmiş bir nakışsa, beynimizin kıvrımlarında gizlenen bir kök hücre haline gelmişse ve yüreğimizde kocaman bir dağ kütlesi oluvermişse eğer, işte o zaman gerçek anlamda yurtsever olmuş oluruz. Yani yurtseverlik, bilinç haline gelmiş, ruhta anlam bulmuş, yürekte sevgi ve aşka dönüşmüş ülkedir. Ülke, vatan, kültürle anlam bulmuş toprak, yani ax... Yurtseverlik, bu toprakta, ax'ta yetişen ağacın, meyvenin, buğdayın, beslenen hayvanların, öten kuşların, esen rüzgarın, yağan yağmurun, kütlesel hale gelmiş taşın, dağın ve inşa edilen yaşamın bilinç ve ruhta hakikatine ulaşmasının en derin halidir.

Ve eğer tüm bu oluşum ve anlamsal haller bir bütünselliği ifade etmiyorsa, bir zincirin halkaları gibi bilinç ve ruhta birbirini tamamlamıyorsa ve eğer "Sadece bir ağaç, bir meyve, bir ırmak, bir taş ve bir dağ benim için yeterlidir" deniliyorsa bu, yurtseverlik değildir. Olsa olsa bencilliğin deryasında yüzen ruhunun tatminini sağlamanın ve boş bir arazinin bir yerlerinde kurulmuş bir barakanın düşüncede oluşan kaybetmeme korkusunun şaha kalkmış halidir.

Bu hal ölümü de öldürmeyi de, kavgayı da savaşı da, uzlaşmayı da teslim olmayı da göze alan bir haldir. Bu halde her şey vardır, ama bir şey hariç: Yurtseverlik. Evet, yurtseverliğin dışında her şey vardır: Teslimiyet de, ihanet de... Burada ruhta ve düşünce dünyasında ülke ve halk yoktur, "Benim toprağım, benim evim, benim arazim, benim ekinim, benim ağacım, benim aşiretim, ailem ve 'karım'" vardır. Bu ruh ve bilincin ülkeyle, vatanla, özgürlükle, insan ve ulusla en ufak bir bağı yoktur. Bunun testi için tarihin derinliklerine, başka ülkelere, uzak kıtalara gitmeye gerek yok. Bugüne kadar "milliyetçilik, vatanseverlik, ülkeye bağlılık" adı altında ülke ve vatanı satanların hikayelerini de anlatmaya gerek yok.

Vatan ve ülkenin, para ve zenginlik içinde düşkünce bir hayatı yaşamakla eşdeğer olduğunu düşünen maskeli riyakarların ne kadar bol olduğunu biliyoruz. Bunları uzun uzun izah etmeye, çok uzaklarda aramaya gerek yok. Hemen yanıbaşımızda bulunan Barzani aşiretine liderlik eden kişiliklere bakarsak, ama sadece bakarsak yeterli olur. Bu "liderliğin" izlediği çizgide doğru bir yurtseverlik bilinci, gerçek anlamda ülkeye bağlılık yoktur. Bu "liderliğin" esas amacının Kürdistan'ın bütünlüğü olmadığı, sadece aşiretinin üzerinde yaşadığı bölgeyi savunmak olduğu kesindir. Barzani'nin, KDP'nin kendi çıkarları için savaşmakla yetindiği, elindeki parçayı "aldıktan" sonra diğer parçalarla ilgilenmeyeceği yıllarca anlatıldı. Onların bilinç ve ruhlarında özgür bir Kürdistan, bütünsellik kazanmış bir ülke, düşmanın parçaladığı dört parçayı tek bir potada birleştirme düşüncesi yoktur. Onlarda Güney parçası, bu parçanın içerisinde de Barzani bölgesi, bu bölgenin içerisinde de aşiretin bulunduğu merkez alan vardır. Bunun için savaşılmış, bunun için Peşmerge gücü oluşturulmuş, bunun için parti kurulmuş, bunun için yıllarca dağda kalınmıştır. Dağda kalmak, Peşmerge ordusunu kurmak, parti inşa etmek, ölmek ve sürgünde yaşamak demek, Kürdistan bakış açısının varolduğu demek değildir. Öncelikle bu yanılsamanın ortadan kaldırılması gerek. Bu yanılsama ortadan kaldırılmadan doğru ile yanlış, yurtseverlik ile dar-ilkel milliyetçilik, pazarı sahiplenme ile ülkeyi sevme arasında doğruyu tespit etmek mümkün olmayacak. Çok ince bir çizgi üzerinde yan yana duran bu iki duruş doğru ve objektif olarak tespit edilirse, işte o zaman sahte vatanseverlik ile gerçek yurtseverlik arasındaki farkı çok daha açık ve net bir biçimde görmüş oluruz.

Burjuvazinin yurtseverlikle, ülkeye bağlılık ve özgürlükle en ufak bir ilişkisinin olmadığını biliyoruz. Ama "yurtseverlik", "kardeşlik", "eşitlik" ve "özgürlük" adı altında sahtece davranarak gerçek özünü gizlemeyi başarmıştır. Gerçekten de burjuvazi, ulus-devlet için çok savaştı, çok kan döktürdü, ordular kurdu, partiler inşa etti, uluslar ve halklar arasına çitler çekti, duvarlar yükseltti. Tüm bunlara rağmen burjuvazi devrimci olamadı; emekçilerden, halktan, doğru ve gerçeklerden yana bir duruş sergilemedi. Bir ulusu yarattığı, bir devleti inşa ettiği, iktidara geldiği ve kendini her şeyin merkezine koyduğu doğru; ama halka lazım olan özgürlüğü yaratmadı, tam tersine yeni bir kölelik sistemini başka adlar altında sürdürdü. Hem de çok daha katı bir biçimde... Yani burjuvazi, halk ve özgürlük için değil; kendi sınıfı, kendi iktidarı için savaştı. Tüm bunlara rağmen burjuvaziye halkçı ve özgürlükçü diyebilir miyiz? Elbette ki hayır!

Bunları şunun için vurguluyoruz: Ulus-devlet yaratmakla, bir başka ulus-devletle arasına çitler çekmekle, ordu ve parti kurmakla ne devrimci olunur, ne yurtsever, ne halkçı, ne demokrat ve ne de özgürlükçü. Oysa yurtsever, özgürlükçü ve hakikatçı olmak, bambaşka bir olay. Birincisi, makam, iktidar, güç-kudret ve para sahibi olmayı, diğeriyse demokrasi ve özgürlükten yana olmayı getiriyor.
Tüm bunları anlatırken de doğal olarak akla ilk Barzani aşiretinin önde gelen liderleri ve Bölge Hükümeti geliyor. Güney'de "yarım" devlet inşa edildi; ama gerçek anlamda yurtseverleşilmedi, Kürdistan'ın diğer parçalarıyla arasında her anlamda çitler örüldü. Diğer parçalarda yaşayan Kürtler tamamen unutulup bir kenara bırakıldı. Aslında halkçılık ve özgürlükten yana olma duruşu, ideolojik bir duruştur aynı zamanda. Bu nedenle halkçılık ve özgürlükten yana olmak ideolojik bir duruşu da ifade ediyor.

İşte Barzani'nin KDP'si kendini bu esaslar temelinde, yani maddi gelir getiren ve aşiretsel savunmayı biricik amaç olarak gören devletsel bir zihniyet üzerinde inşa etti. Programında Kürdistan'ın kurtuluşundan bahsedilse de, esas olarak aşiretin, ailenin kurtuluşu hedeflendi. Pratiği de bu eksende gelişti. Zaman zaman "Büyük Kürdistan"dan, dört parçadan, bağımsızlıktan bahsetse de esas yaklaşım hiçbir zaman böyle olmadı. Ne ideolojisi, ne siyaseti, ne de duruşu bu eksende gelişti.
Kürt burjuvazisinin düşüncesinin de bir devlet kurmak olduğunu söyleyebiliriz. Ama bu burjuvazi, yani Kürt burjuvazisi, yani KDP çatısı altında kendini sermaye sahibi yapmak isteyen ilkel milliyetçilik çizgisi, oluşturmak istediği devleti kendisine yardımcı olmak isteyen güçlerle paylaşmak istiyor. Ancak bunlar, bilinen geleneksel "milli burjuvazi"den bile çok geri bir konumdadır. Bilinen milli burjuvazi, ülkesindeki pazara tek başına hakim olmak ister. Bunlar ise, pazara hakim olmak şöyle dursun; uluslararası güçlere teslim etme derdindeler. Kendilerine biçtikleri rol ise, kendi vatanlarında taşeronluktur. Eğer böyle olmasaydı, Barzani "birakujî" siyasetine bu kadar sık sık başvurur muydu? Dış ülkelerle birleşip kendi kardeşlerine tuzak kurar mıydı? Bazen Türk devletiyle, bazense İran veya diğer Kürt düşmanlarıyla birleşip kendi kardeşleri için hendek kazar mıydı?
Barzani, hem birakujî'yi hem de hendek kazmayı bir siyasi yaklaşım olarak öngörmüştür. Zaman zaman ulusal kongreden bahsetse de bu da yurtseverliğinden değil, uluslararası politik dengelerden kaynaklanan taktiklerden ileri gelmiştir.

Mesud Barzani'nin sadece Rojava Devrimi'ne ilişkin sözleri bile, yurtseverliğinin sorgulanması için yeterli değil midir? Açık ki bir Kürt, Rojava Devrimi'ne karşı çıkamaz, aleyhinde çalışma yapamaz, Kürt düşmanlarıyla birlikte devrimi tasfiye etme konseptinin içinde yer alamaz. Ama Mesud Barzani bu konseptin içinde yer almış bir "lider" olarak karşımıza çıkıyor. Eleştiriden bahsetmiyoruz. Bahsettiğimiz, devrimi tasfiye etmek isteyen, karşıdevrimi örgütleyen güçlerle ittifakıdır. "O bir devrim değildir, rejimle işbirliği temelinde ortaya çıkan silahlı bir güç hareketidir. Ortadoğu'da baş ağrıtan bir çıbandır, terörist bir grubun silahla iktidarı ele geçirme hareketidir" diyen Barzani, Rojava Devrimi'ne karşı sözlerinden de çok daha ileri düzeyde eylemler içerisindedir. Bugün Rojava Devrimi'ne karşı savaşan şer ittifakının içerisinde KDP yanlısı El-Parti ve Azadi denilen iki oluşum da yer almaktadır. Bunu bilmeyen var mı? Bu söylemlerin, bu tutumun yurtseverlikle bir ilişkisi olabilir mi?

KDP neden Ulusal Kongre'ye gelmiyor? Neden ulusal ittifak geliştirmiyor da Türkiye'yle, İran'la, ABD'yle ikiz kardeş gibi oluşumlar, konsept saldırılar geliştiriyor; her türlü birakujî savaşı içerisinde yer alıyor? Bu soruların yanıtı mutlak anlamda olmalıdır. Geçiştirilerek, "PKK politika yapıyor", "Silah kullanıyor", "Gerillayı dağıtmıyor" demekle, artık gelinen aşamada sorulan soruları geçiştirmek mümkün olmuyor.

Hendekleri mi, işbirliği içindeki saldırıları mı, Güney'de faaliyet yürüten yurtseverlere yönelik engellemeleri, sınırdışı etme uygulamalarını, baskın ve gözaltıları mı konuşalım? En son, henüz bir hafta önce düzenlenen baskınlarda onlarca Kürt siyasetçi, gazeteci gözaltına alındı. KNK, DİHA, Rojî Welat, RJAK ve Komeleya Ciwanên Welatparez büroları kapatıldı. Bazı siyasetçiler ise Türkiye'ye, Rojava'ya gönderilerek, "sınırdışı" edildi. Federal Kürdistan Bölgesi'nde, bir saat içinde onlarca Kürt kurumunun basılması, birçok sivil çalışma alanının kapatılması, bir siyasi parti olan PÇDK'nin çalışmalarının yasaklanması, onlarca yurtseverin gözaltına alınması, bazılarının sınırdışı edilmesi yurtseverlik olabilir mi?


Açıkça konuşalım: Kürtlerin ihtiyacı yurtseverlik bilinciyle Kürdistan'ın dört parçasını savunmak ve ulusal birlik temelinde özgür bir ülke ve ulus yaratmak mı; yoksa Kürdistan'ın bir parçasındaki bir aşiretin diğer parçalara karşı bile saldırgan, Kürt düşmanlarıyla ortaklaşa hegemonyası mı? Kürtler bunu tartışmalı, sorgulamalı ve artık "Devlet kurduk!" sözleriyle kardeşlerine saldıran, halkı kandırmaya, aldatmaya çalışan siyasete "Dur" demeli.
 
Yukarı