
Sömürgecilik
aynı zamanda hayatı tersten okutturma sistemidir. Her şeyi çarpıtarak anlatır.
Yalanlar üzerinde inşa eder kendi varlığını. Siyahı
beyaz, beyazı siyah gösterir. Sadece askerler ve işgal ordusuyla girmez sömürgeleştirdiği ülkeye,
aynı zamanda insanların ruhlarını, beyin ve yüreklerini
de işgal eder, buralarda büyük bir
korku, eritme ve asimilasiyon hegemonyası
kurar. Öyle bir politika uygular ki
kendini adeta şeker şerbet
yaparak yerel halkın en önde
gelenlerinden tutalım en sıradan
insanına içirtir.
Halbuki içirttiği
zehirdir, inkâr ve ölümün en kötü
halidir. Ancak sömürge
insanı bundan bihaber olarak onu
koruyucu olarak görür ve
beyninde inşa edilen karakollar imha
edilene kadar bu böyle sürer.
Sömürgeciliğin başka bir
özelliği de
yerel halkta ortaya çıkan doğru
bilincin uyanmaması için ne
gerekiyorsa onu yapmasıdır.
Uyanan bilinç sahiplerini de önce asimile ettiği, çarpık
bilinçle kendine bağladığı “beyaz”
adamlarla vurmayı esas alır. “Kardeşi kardeşe
vurdurtma”, yani 'birakuji' politikası, sömürgeciliğin en çok baş vurduğu bir yöntemdir.
Bu politikayı en çok
isyan günlerinde, en çok bağımsızlık mücadelesinin verildiği
zamanlarda, halkın özgürlük için örgütlenip kavgaya atıldığı dönemlerde
hayata geçirir. “Böl-parçala-yönet” taktiği de sömürgeciliğin
elden bırakmadığı, ihtiyaç durumunda başvurduğu bir
siyaset olmuştur.
Sömürgecilik,
kendini hiç bir zaman hatalı, suçlu
olarak görmez. “Geri
kalmış, açlığın pençesinden
kıvranan vahşileri uygarlaştırmak için çaba sarf ederken bir avuç teröristin saldırısı
nedeniyle gerekli yardımı
yapamadığını,
dolayısıyla
esas zararı yerel insanların gördüğünü” söyler hep. Bu, sömürgeciliğin ana
argümanıdır.
Bu argümana ve diğer
politikaya hiç de yabancı değiliz,
değil mi?
Bugün Kürdistan’da Türk sömürgeciliği Kürtleri
soykırımdan
geçiriyor. Şehirleri insanlarla birlikte cayır cayır yakıyor, kadınlar, çocuk ve yaşlı insanlar hunharca, vahşice ve
zalimce katlediliyor, ardından
bedenleri ateşe veriyor. Yaralılar tedavi etme yerine bulundukları yerler en gelişmiş silahlarla bombalanıyor,
bodrum katlarına kimyasal atılarak tüm canlıları yakıyor.
Ve sömürge
valileri-kaymakamları-askerleri-bakanları-başbakan
ve ve cumhurbaşkanı bu
soykırım
politikasını “yöre
halkının can
güvenliğini sağlama, bölgeyi
teröristlerden arındırma ve
halka refah getirme” ile ifade ediyorlar…
Buraya
kadar bir sorun yok. Elbette ki sömürgeciler böyle
konuşacak. Hendekten, askerlerin
vurulmasından, polislerin öldürülmesinden söz
ederek büyük bir
karalama ve kirli propaganda yapacaklar. Ona karşı olanları, halkının özgürlüğü için savaşanları, sömürgeci asimilasyon ve soykırım politikasına karşı çıkanları karalamak için ne
gerekiyorsa onu yapacaktır. Özgürlük savaşçılarını halkının gözünden düşürmek
ve onları yalnızlaştırmak için çok özel savaş politikaları geliştirecek
ve bunun için elinden geleni yapacaktır.
Sömürgeciliğin bu boyutu görülmezse işte o
zaman onun tuzağına düşmek kaçınılmaz
olur. Kaçınılmaz
sonu getirecek olan onu tanımamak,
onun yalanlarına kanmak, yaptığı propagandasına
inanmaktır. Tıpkı şu an sömürgeci
Türk devletinin yapmış olduğu
propagandalara inanalar olduğu
gibi. Sömürgecilik
tuzaklarla dolu bir gözenek sistemidir aynı zamanda. Bu gözeneklere
girmek o kadar zor değildir. Tıpkı şu an bazı kişiliklerinin sömürgeci Türk
devletinin kurmuş olduğu tuzağa girdikleri gibi. Sömürgecilik bir bataklık ve
foseptik çukurudur. Eğer bu bataklık ve
foseptik çukur görülmezse boğazınıza
kadar batabilirsiniz. Tıpkı şimdi, bugünlerde
bazılarının sömürgeci Türk
devletinin kazımış olduğu foseptik çukuruna
boğazlarına
kadar battıkları gibi…
Elbette
ki bu boğazlarına
kadar sömürgeciliğin foseptik çukuruna
batanların bilinçsel özürlü olmalarından
kaynaklanıyor, bazıları da “beyaz” adam
rolünde olduklarından. Beyaz adamların
beyaz maske takmış “beyaz” adamları, sömürgeciliğin Kürdistan’ı yakıp yıkmasının nedeninin sömürgecilik değil,
ona karşı özgürlük savaşını veren
özgürlük savaçşıları olduğunu söylerler.
“Hendek açılmasaydı”, “sokaklarda barikatlar kurulmasaydı”, “şehirlerde
silahlarla dolaşılmasaydı”, “yerleşik
alanlarda direnilmeseydi”, “askere-polise
taş atılmasaydı” bu yıkım da olmazdı. “Elbette ki devlet haksız ama” ile devam eden cümlelerin
tam da sömürgecilerin
kullandığı cümler
olduğunu söylemeye
bile gerek yoktur.
Sömürgeciliğin beyaz maske takmış beyaz
adamları, sömürgeciliğin, işgalcilerin, talancı ve
barbarlık için
halkları ezen yabancı güçlerin
her koşul altında
haksız olduğunu ve
bu haksızlığa karşı sömürge konumunda olan halkların mücadele etme hakkına
sahip olduklarını düşünmezler. Daha doğrusu
beyaz efendileri ile işbirliği
temelinde bu hakkı yok sayarak, özgürlük için
savaşanları bilinçli olarak sömürgecilerin ağzıyla suçlarlar.
Cîzir’in yakılması, Sûr’un
haritadan silinmesi, Silopiya, Hezex, Şirnex
ve Kürdistan’ın diğer yerleşim
alanlarının
tank, panzer ve uçaklarla bombalanması, binlerce sivil Kürdün hunharca katledilmesi, kadın ve çocukların diri diri yakılmasının
hendeklerle, barikatlarla, taş
atmayla bir bağlantısı kurulabilir mi? Kundaktaki bebeklerden yüz yaşlarındaki insanların
hunharca katledilmesinin başka
gerekçelerle ifade edilmesi mümkün mü?
Elbette
ki sömürgeciliğe karşı
hendek kazılacak, tecavüzcü
askerlere karşı barikat kurulacak, katil
polislere karşı şehirler
savunulacak. IŞİD’e karşı nasıl ki şehirler savunulduysa, nasıl ki
savaşılıp
Kobanê teslim edilmediyse Cîzir de, Silopiya da, Şirnex
de, Sûr da savunulacak. Nasıl ki IŞİD’e karşı Kürt kadınları, Kürt çocukları aktif
savunulduysa Türk sömürgeciliğine
karşı da Kürtler
savunulacak. Nasıl ki IŞİD işgalciyse, vahşi ve
zalimse Türk sömürgeciliği de
ondan bin kat daha vahşi, zalim ve Kürtlerin kanını emen bir vampirdir. IŞİD’e karşı savaşmak nasıl ki
kutsal bir-yurtseverlik göreviyse,
Türk sömürgeciliğine
karşı da savaşmak kutsal ve yurtsever bir görevdir. Nasıl ki IŞİD’in, Kürt şehirlerini
yakıp yıkması bir vahşetse,
Türk sömürgeciliğinin
de Bakur Kürdistan’ı yakıp yıkması bir vahşettir.
Demek
ki işgalcinin, sömürgecnin,
zalimin ve soykırımcının
iyisi kötüsü yoktur. Belki birisi kadife eldiven takmış olabilir, ama sonuçta o
da zalimdir, o da vahşidir, o da barbardır. Tıpki IŞİD ile Türk sömürgeciliğinin bir madalyonun iki ayrı yüzü oldukları gibi.
İşgalin olduğu her yerde direniş meşrudur. Sömürgeciliğin
kurumlaştığı her yerde ona karşı savaşmak doğrudur,
faşizmin yaşam bulduğu her
yerde ona karşı kavga etmek insan olmanın en gereğidir.
Ve sömürgeciliğin, faşizmin,
soykırımcının yaptığı her şey suçtur. Sömürgeciliğin
dini-imanı-vicdanı
yoktur. Tıpkı bugün Kürdistan’da yapmış olduğu soykırım gibi…
Son
olarak şunu vurgulamakta yarar var:
Bugün Türk sömürgeciliğine karşı mücadele etmek her Kürdün, her kadının, her erkeğin,
her çocuğun,
her devrimcinin, her sosyalistin, her demokratın, her
aydının
olmazsa olmaz görevidir. Çünkü faşizm demek soykırım, katliam, vahşet ve ölüm
demektir. Ölüme karşı yaşamı savunmanın tek
yolu, Türk sömürgeciliğine
karşı boyun eğmemek, ona karşı diz çökmemek ve aman dilememektir. Tıpkı
Mehmet Tunç ve Pakize Nayır’lar
gibi...