Sömürgecilik doğru tarzda anlaşılmadan, bugün Türk devletinin Kürdistanda yürüttüğü soykırım da doğru tarzda anlaşılmaz. Bu nedenle öncelikli olarak sömürgecilik doğru kavranmalı, doğru analiz edilmeli ve doğru bir bakış açısıyla ele alınıp değerlendirilmelidir . Yoksa büyük bir sapma, büyük bir bakış kayması, büyük bir tersten okuma durumu ortaya çıkar ki, bu da sömürgeciliğin tam da istediği şeydir.

Sömürgecilik aynı zamanda hayatı tersten okutturma sistemidir. Her şeyi çarpıtarak anlatır. Yalanlar üzerinde inşa eder kendi varlığını. Siyahı beyaz, beyazı siyah gösterir. Sadece askerler ve işgal ordusuyla girmez sömürgeleştirdiği ülkeye, aynı zamanda insanların ruhlarını, beyin ve yüreklerini de işgal eder, buralarda büyük bir korku, eritme ve asimilasiyon hegemonyası kurar. Öyle bir politika uygular ki kendini adeta şeker şerbet yaparak yerel halkın en önde gelenlerinden tutalım en sıradan insanına içirtir. Halbuki içirttiği zehirdir, inkâr ve ölümün en kötü halidir. Ancak sömürge insanı bundan bihaber olarak onu koruyucu olarak görür ve beyninde inşa edilen karakollar imha edilene kadar bu böyle sürer.

Sömürgeciliğin başka bir özelliği de yerel halkta ortaya çıkan doğru bilincin uyanmaması için ne gerekiyorsa onu yapmasıdır. Uyanan bilinç sahiplerini de önce asimile ettiği, çarpık bilinçle kendine bağladığı beyaz adamlarla vurmayı esas alır. Kardeşi kardeşe vurdurtma, yani 'birakuji' politikası, sömürgeciliğin en çok baş vurduğu bir yöntemdir. Bu politikayı en çok isyan günlerinde, en çok bağımsızlık mücadelesinin verildiği zamanlarda, halkın özgürlük için örgütlenip kavgaya atıldığı dönemlerde hayata geçirir. Böl-parçala-yönet taktiği de sömürgeciliğin elden bırakmadığı, ihtiyaç durumunda başvurduğu bir siyaset olmuştur.

Sömürgecilik, kendini hiç bir zaman hatalı, suçlu olarak görmez. Geri kalmış, açlığın pençesinden kıvranan vahşileri uygarlaştırmak için çaba sarf ederken bir avuç teröristin saldırısı nedeniyle gerekli yardımı yapamadığını, dolayısıyla esas zararı yerel insanların gördüğünü” söyler hep. Bu, sömürgeciliğin ana argümanıdır.

Bu argümana ve diğer politikaya hiç de yabancı değiliz, değil mi?

Bugün Kürdistanda Türk sömürgeciliği Kürtleri soykırımdan geçiriyor. Şehirleri insanlarla birlikte cayır cayır yakıyor, kadınlar, çocuk ve yaşlı insanlar hunharca, vahşice ve zalimce katlediliyor, ardından bedenleri ateşe veriyor. Yaralılar tedavi etme yerine bulundukları yerler en gelişmiş silahlarla bombalanıyor, bodrum katlarına kimyasal atılarak tüm canlıları yakıyor.

Ve sömürge valileri-kaymakamları-askerleri-bakanları-başbakan ve ve cumhurbaşkanı bu soykırım politikasını yöre halkının can güvenliğini sağlama, bölgeyi teröristlerden arındırma ve halka refah getirme ile ifade ediyorlar

Buraya kadar bir sorun yok. Elbette ki sömürgeciler böyle konuşacak. Hendekten, askerlerin vurulmasından, polislerin öldürülmesinden söz ederek büyük bir karalama ve kirli propaganda yapacaklar. Ona karşı olanları, halkının özgürlüğü için savaşanları, sömürgeci asimilasyon ve soykırım politikasına karşı çıkanları karalamak için ne gerekiyorsa onu yapacaktır. Özgürlük savaşçılarını halkının gözünden düşürmek ve onları yalnızlaştırmak için çok özel savaş politikaları geliştirecek ve bunun için elinden geleni yapacaktır.

Sömürgeciliğin bu boyutu görülmezse işte o zaman onun tuzağına düşmek kaçınılmaz olur. Kaçınılmaz sonu getirecek olan onu tanımamak, onun yalanlarına kanmak, yaptığı propagandasına inanmaktır. Tıpkı şu an sömürgeci Türk devletinin yapmış olduğu propagandalara inanalar olduğu gibi. Sömürgecilik tuzaklarla dolu bir gözenek sistemidir aynı zamanda. Bu gözeneklere girmek o kadar zor değildir. Tıpkı şu an bazı kişiliklerinin sömürgeci Türk devletinin kurmuş olduğu tuzağa girdikleri gibi. Sömürgecilik bir bataklık ve foseptik çukurudur. Eğer bu bataklık ve foseptik çukur görülmezse boğazınıza kadar batabilirsiniz. Tıpkı şimdi, bugünlerde bazılarının sömürgeci Türk devletinin kazımış olduğu foseptik çukuruna boğazlarına kadar battıkları gibi

Elbette ki bu boğazlarına kadar sömürgeciliğin foseptik çukuruna batanların bilinçsel özürlü olmalarından kaynaklanıyor, bazıları da beyaz adam rolünde olduklarından. Beyaz adamların beyaz maske takmış beyaz adamları, sömürgeciliğin Kürdistan’ı yakıp yıkmasının nedeninin sömürgecilik değil, ona karşı özgürlük savaşını veren özgürlük savaçşıları olduğunu söylerler.

Hendek açılmasaydı”, sokaklarda barikatlar kurulmasaydı”, “şehirlerde silahlarla dolaşılmasaydı”, yerleşik alanlarda direnilmeseydi, askere-polise taş atılmasaydı” bu yıkım da olmazdı. Elbette ki devlet haksız ama ile devam eden cümlelerin tam da sömürgecilerin kullandığı cümler olduğunu söylemeye bile gerek yoktur.

Sömürgeciliğin beyaz maske takmış beyaz adamları, sömürgeciliğin, işgalcilerin, talancı ve barbarlık için halkları ezen yabancı güçlerin her koşul altında haksız olduğunu ve bu haksızlığa karşı sömürge konumunda olan halkların mücadele etme hakkına sahip olduklarını düşünmezler. Daha doğrusu beyaz efendileri ile işbirliği temelinde bu hakkı yok sayarak, özgürlük için savaşanları bilinçli olarak sömürgecilerin ağzıyla suçlarlar.

Cîzirin yakılması, Sûrun haritadan silinmesi, Silopiya, Hezex, Şirnex ve Kürdistan’ın diğer yerleşim alanlarının tank, panzer ve uçaklarla bombalanması, binlerce sivil Kürdün hunharca katledilmesi, kadın ve çocukların diri diri yakılmasının hendeklerle, barikatlarla, taş atmayla bir bağlantısı kurulabilir mi? Kundaktaki bebeklerden yüz yaşlarındaki insanların hunharca katledilmesinin başka gerekçelerle ifade edilmesi mümkün mü?

Elbette ki sömürgeciliğe karşı hendek kazılacak, tecavüzcü askerlere karşı barikat kurulacak, katil polislere karşı şehirler savunulacak. IŞİDe karşı nasıl ki şehirler savunulduysa, nasıl ki savaşılıp Kobanê teslim edilmediyse Cîzir de, Silopiya da, Şirnex de, Sûr da savunulacak. Nasıl ki IŞİDe karşı Kürt kadınları, Kürt çocukları aktif savunulduysa Türk sömürgeciliğine karşı da Kürtler savunulacak. Nasıl ki IŞİD işgalciyse, vahşi ve zalimse Türk sömürgeciliği de ondan bin kat daha vahşi, zalim ve Kürtlerin kanını emen bir vampirdir. IŞİDe karşı savaşmak nasıl ki kutsal bir-yurtseverlik göreviyse, Türk sömürgeciliğine karşı da savaşmak kutsal ve yurtsever bir görevdir. Nasıl ki IŞİDin, Kürt şehirlerini yakıp yıkması bir vahşetse, Türk sömürgeciliğinin de Bakur Kürdistan’ı yakıp yıkması bir vahşettir.

Demek ki işgalcinin, sömürgecnin, zalimin ve soykırımcının iyisi kötüsü yoktur. Belki birisi kadife eldiven takmış olabilir, ama sonuçta o da zalimdir, o da vahşidir, o da barbardır. Tıpki IŞİD ile Türk sömürgeciliğinin bir madalyonun iki ayrı yüzü oldukları gibi.

İşgalin olduğu her yerde direniş meşrudur. Sömürgeciliğin kurumlaştığı her yerde ona karşı savaşmak doğrudur, faşizmin yaşam bulduğu her yerde ona karşı kavga etmek insan olmanın en gereğidir. Ve sömürgeciliğin, faşizmin, soykırımcının yaptığı her şey suçtur. Sömürgeciliğin dini-imanı-vicdanı yoktur. Tıpkı bugün Kürdistanda yapmış olduğu soykırım gibi

Son olarak şunu vurgulamakta yarar var: Bugün Türk sömürgeciliğine karşı mücadele etmek her Kürdün, her kadının, her erkeğin, her çocuğun, her devrimcinin, her sosyalistin, her demokratın, her aydının olmazsa olmaz görevidir. Çünkü faşizm demek soykırım, katliam, vahşet ve ölüm demektir. Ölüme karşı yaşamı savunmanın tek yolu, Türk sömürgeciliğine karşı boyun eğmemek, ona karşı diz çökmemek ve aman dilememektir. Tıpkı Mehmet Tunç ve Pakize Nayırlar gibi...


 
Yukarı