Eskiden, "sömürgecilik sömürgeciliktir, onun iyisi kötüsü, ahlaklısı
ahlaksızı yoktur“ derdik. Doğruydu, öyleydi ve halen de
isabetli bir düşüncedir.
Gerçekten
de sömürgeciliğin iyisi kötüsü yoktur. Zaten sömürgeciliğin
kendisi başlı başına kötülüğü ifade eder.
Zalim ve
acımasızdır…
Katliamcı
ve soykırımcıdır…
Vahşi
ve gaddardır…
Dini
de yoktur, imanı da…
Amacı
sömürgeleştirdiği ülkenin yeraltı ve yerüstü zenginlik
kaynaklarını talan etmek, halkını ise köle gibi çalıştırıp
onun emeğinden yararlanmaktır. Hedefi sömürgeleştirdiği ülkeyi
de halkı da sonsuza kadar kendine bağlamaktır…
Ancak
sömürgecilik zaman, mekân ve sömürgeleştirdiği halkın veya
halkların düşünsel, ruhsal, psikolojik ve içerisinde bulunduğu
somut koşulları dikkate alan politikalar izler. Uygulamalarını
belli bir denge üzerinde inşa eder. Karar ve siyasetini bir çok
şeyi hesaba katarak alır ve uygular. Bazen kaba, bazen esnek, bazen
vahşi, bazen ‘uygar‘, bazen kamçı, bazen havuç politikasını
hayata geçirir. Sömürgecilik ne kadar aynı olsa da, yine de
farklı halleri de vardır…
Örneğin
hiç bir sömürgeci devlet sömürgeleştirdiği halkların
dillerini, kültür ve geleneklerini yasaklamaz, hiç bir sömürgeci
güç, işgal altında tuttuğu halkların ırksal, tarihsel ve
dilsel gerçekliklerini tamamen inkâr etmez. Bazı sömürgeci
güçler de sömürgeleştirdiği halkların sadece yeraltı ve
yerüstü kaynaklarını talan etmekle yetinmez aynı zamanda onların
dillerini, kültür ve tarihlerini de tamamen inkâr ederler. Hatta
onların bilinçlerini, ruhlarını, yaşam tarzlarını bile bir
bütün olarak yok sayar ve onlar adına her şeyi, ama her şeyi
yasaklarlar.
Türk
sömürgeciliği bu boyutuyla tektir. Tek bayrak, tek dil, tek vatan,
tek ses, tek renk üzerinde inşa edilen Türk Cumhuriyeti, bugün de
aynı “tek”ler üzerinde katı bir siyaset izlemektedir.
Kültürel inkâr, dilsel asimilasyon ve fiziki kırım ile mayalanan
bu cumhuriyet ne yazık ki hala aynı çizgide, aynı zihniyette,
aynı siyasette ısrar etmekte ve bunun bir sonucu olarak bugün
Cîzir'i, Silopiya'yı, Sûr'u, Şirnex'ı, Gewer'i haritadan silmiş,
binlerce sivil Kürdü de vahşice katletmiştir.
Bu
anlamda Türk sömürgeciliğine benzer bir sömürgecilik örneği
yoktur. Fransa hiç bir zaman sömürgeleştirdiği halkların
dillerini, kültürlerini yasaklamadı. İngiliz sömürgeciliği hiç
bir dönemde kendi sömürgelerinin isimlerini değiştirmedi,
İspanya hiç bir zaman sömürgeleştirdiği halkların soyunu,
ırkını, onların etnisitelerini yok saymadı.
Ama
Türk sömürgeciliği Anadolu ve Mezopotamya'da bulunan yüzlerce
halkın dilini, kültürünü, onların soy ve etnisitelerini tamamen
yasakladı. Fazla uzağa gitmeye, Ermeni, Çerkez ve Laz
soykırımlarına uzanmaya gerek yok. Şu an, şu saatlerde, bu
satırları yazarken bile Kürtler soykırımdan geçiriliyor.
Nîsebin, Şirnex ve onlarca Kürt şehri tank ve uçaklarla
bombalanıyor, kadınlar, çocuklar, gençler kurşunlanıyor,
TBMM'de bile Kürt milletvekilleri tekmelenip tokatlanıyor, AKP'nin
ırkçı kelle avcıları tarafından etrafları sarılarak
boğazlanıyorlar.
Bugün
Kürtler; tarihin en eski halkı, uygarlığın, yerleşik yaşamın
ve tarımsal hayatın yaratıcıları “yoktunuz, yoksunuz ve hiç
bir zaman var olmayacaksınız“ diyen bir zihniyetin soykırımı
ile karşı karşıyadır. Şiddetin, savaşın ve yıkımın esas
nedeni de budur. Zira Kürtler inkâra, vahşete ve asimilasyona
karşı isyan etti, bunun için göçü, yakılma ve yıkımı göze
alarak mücadele etti.
Şimdi
de Kürtlerin şehirleri yanıyor, evleri yakılıyor, hayvanları
telef ediliyor, çocukları, gençleri, kadınları vahşice
katlediliyor. Ve tüm bunlara rağmen teslim olmayan Kürtler
direnmeye devam ediyorlar.
Direnmenin
gerçek yaşam ve doğru hayat olduğunu bilen Kürtlerin yanında,
ne yazık ki hala bunu bilmeyenler de var. Bazıları ne yazık ki
hayatı tersten okuyorlar. Tersten okuyunca doğal olarak gerçekleri
de tersten göreceklerdir. Yani doğruyu yanlış, yanlışı doğru,
köle bir hayatı özgür, özgür hayatı ise kölece bir hayat
olarak göreceklerdir.
Ne
diyorlar?
Şehirlerde
savaşılır mı?
Çarşıda
çatışılır mı?
Sivil
insanların bulunduğu yerde barikat kurulur mu?
Hendek
kazılarak polise karşı çıkılır mı?
Peki
seni tanımayana, seni yok sayana, seni inkâr edene, senin
tutuklayana, sana işkence edene, eşkiyalar gibi şehrini esir
alana, kadınlara tecevüz edene, gençleri gözaltına alana,
çocukları öldüren ve her şeyden önce senin yokluğun üzerinde
kendini inşa eden bir devlete, bir sınıfa, bir zihniyete, bir
çizgiye, bir güruha, kendini paşa ve padişah yapan bir diktatöre
karşı nasıl mücadele edilir? Ona teslim mi olacaksın, yoksa onun
anladığı dille mi konuşacaksın?
Uzaktan
uzağa bak, devletin her türlü vahşetini gör, polis ve askerler
kadınlara tecavüz etsin, çocuklar kurşunlansın sen de kalk halkı
için mücadele eden fedailere dil uzat, “yanlış yapılıyor”,
“bu hendekler de nereden çıktı?” diyerek ölümüne savaşan
fedailere küfür et! Demezler mi, peki „sen ne yapıyorsun?“
Çocukları katleden, kadınlara tecavüz eden, evlerini yakan,
şehirlerini bombalayan devlete karşı „sen ne yapıyorsun?“
Daha da önemlisi „neredesin, hangi deliktesin, ülkenin hangi
köşesinde ne gibi işlerle uğraşıyorsun?“
Bari
susun! Bari sesinizi çıkartmayın! Gözlerinizi, kulaklarınızı
kapatın ve her şeyin kötü bir rüya olduğu algısını
kendinizde oluşturun ki bir akrep gibi kendinizi sokmayasınız...