“Nereye gidiyoruz”, “neler oluyor”, ne olacak” diyenler çok.
“Yolculuğumuz nereyeyse, oraya doğru gidiyoruz” desek, herhalde soru sahipleri tatmin olmayacaklar. “Daha yola girmeden önce belirlediğimiz noktaya doğru hızla ilerliyoruz” desek, sanırız yine tatmin olmayanlar olacak.


Gerçekten de “nereye gidiyoruz?” sorusu sorulacak bir soru mu? Ya da “neler oluyor?” sorusunun yanıtı o kadar bilinmez mi?

Tüm bu soruların yanıtı, “mücadelenin, kavganın, özgürlük savaşının en keskin olduğu bir noktada, bir zaman diliminde”, ya da daha anlaşılır bir ifadeyle “devrimin stratejik aşamasının son hamlesindeyiz” desek, sanırım yine anlamayanlar olacak.

Bu aşamadan sonra anlamayanlar varsa, artık onların bileceği bir şey. Kürdistan devriminin stratejisi çizilirken ne denilmişti: Birinci aşamada, mücadele güçlerinin taktik saldırısına karşı düşman savunmaya geçecek, ikinci aşamada belli bir denge oluşacak, bu denge sürecinde düşman kendi gücünü bazen savunmada tutacak, bazen de karşı saldırıya geçecek. Bu iki dönemin esprisi; düşman, özgürlük savaşçılarını göreceli olarak “normal” bir saldırı ve sistem içi güçle yenebileceğine inandığından, içsel sınırlar içerisinde karşı-saldırı ile devrimci kuvvetleri yenebileceğini düşünmektedir.

Üçüncü aşama hem devrimci kuvvetlerin, hem de karşı-devrimci gücün parolası: Saldırmaktır. Devrimci kuvvetler kontrollü, amacına ve ideolojilerini esas alan, hak, hukuk, adalet ve hakaniyet ilkelerine ve tüm bunların bir sonucu olarak savaş kurallarına göre savaşırken, karşı-devrimci güçlerin bildikleri tek dil saldırıdır. Bu saldırıyı asla kontrollü ve savaş kurallarına göre yapmaz, ne lazımsa, ne gerekiyorsa onu yaparlar. Burada “her şey mübahtır” felsefesi hakimdir.

Burjuvazinin, efendilerin, egemenlerin, köle sahiplerinin, feodallerin, kapitalist sistemin, kısacası karşı-devrimci güçlerin en fazla kan döktükleri, en fazla vahşileştikleri, en fazla çığrından çıktıkları dönem bu dönemdir. Çünkü bu dönem artık iktidarlarının, koltuk ve sistemlerinin tamamen yıkılmaya mahkûm oldukları bir dönemdir. Bu döneme kadar bir biçimde bertaraf edeceklerini düşündükleri muhaliflerini artık yenemeyecekleri bir dönemdir. Bu nedenle egemenler bu süreçte vahşileşir, kanın oluk oluk akması için her türlü yönteme başvurur, insan bedenlerini acımasızca kılıçtan geçirir, talan, yakma ve yıkmayı bir yaşam biçimi haline getirler. Kısacası katliam ve soykırımın en vahşi biçimini halklara dayatırlar.

İşte “nereye gidiyoruz” sorusunun cevabı buradadır. Yani Türk devleti, Türk hükümeti, Türk yönetimi Kürdistan'da kaybetme dönemine girdiğinden dolayı böylesine vahşi ve gözü kara bir biçimde katliam yapmaktadır. AKP, Erdoğan ve devletin saldırısı, üçüncü aşama olan topyekûn devrime kalkışma stratejisine karşılık, devrimi topyekûn bastırma saldırısıdır. İktidarını kaybetme konusunda kesin bir biçimde ikna olan ve bu konuda son bir çırpınışla “belki kurtarırım” düşüncesi ile karşı atağa geçen Türk devletinin yapmış olduğu katliamın esas nedeni budur.

Kürdistan'ı yakmanın-yıkmanın, çocukların başlarını gövdelerinden koparmanın, kadınların bedenlerini çıplak bir biçimde teşhir etmenin amacı budur. Cîzir bunun için yakıldı, Silopiya, Sûr, Nîsebin bunun için yakıldı, Medya Savunma Alanları bunun için her gün bombalanıyor, Hacı Birlik bunun için hunharca katlediltikten sonra cansız bedeni yerlerde sürüklendi, bu nedenle Ekin Wan'ın çıplak bedeni teşhir edildi.

“Neler oluyor” sorusunun yanıtı da burada yatıyor. Türk devletinin, devrimci dalganın en son dalgasına gelmiş olan Kürdistan devrimine yönelik bu kadar acımasız olmasının nedeni de budur. Evet, Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesi son aşamaya varmış bulunuyor. Yani devrim oluyor, Kürtler sömürgeciliği istemiyor, işgalci gücü kendi temsilcisi olarak kabul etmiyor, valinin, kaymakamın, jandarmanın , asker ve polisin olduğu yerde benim güvenliğim yok diyerek, kendi güvenliğini kendisi sağlamak istiyor. Türk sömürgeci sistemini kendi sistemi olarak kabul etmiyor, bu nedenle öz yönetimlerini ilan ediyorlar. Kürt gençleri, kadınları, çocukları eskisi gibi zindanlarda çürümek istemiyor, bu nedenle boyunlarını kasaba uzatmıyor ve dolayısıyla hendek kazıp barikat kuruyorlar...

Aslında “neler oluyor” sorusunun yanıtını Türk devleti çok iyi biliyor. Erdoğan “nereye gidiyoruz” sorusunun yanıtını her gün onlarca kez veriyor. Şunu diyor Erdoğan: “Kürdistan elden gidiyor, silahlı bir kuvvet haline gelen PKK; hükümetimizi, devletimizi, iktidarımızı tıkatmış durumda. İstediğimiz gibi at koşturamıyoruz, istediğimiz gibi çalamıyoruz, istediğimiz gibi kesip asamıyoruz, istediğimiz gibi Ensar'ları çoğaltıp tecevüz edemiyoruz...”

Erdoğan ve savaş kabinesi böyle düşünüyor, böyle konuşuyor ve bu hırsla Kürdistan'a saldırıyor.
Kürdistan halkı sürecin nereden gelip nereye gittiğini ve neler olduğunu, hatta bundan sonra da neler olacağını gayet iyi biliyor. Bu nedenle fedaice direniyor, bu nedenle ser veriyor, ama teslim olmuyor, bu nedenle Mehmet Tunç'ların ve Pakize'lerin çizgisinde yürüyor.

Şimdi neler olduğu ve nereye gidildiği anlaşıldı mı?



 
Yukarı