Hakikat kadın ve erkeğin ortak yaşamının özüdür. Erkek hakikata göre davranacaktır...

8 Mart dünya kadınlar gününü yazmak için bilgisayarın başına geçtiğimde, "ne yazayım ki" demekten kendimi alamadım. Çünkü gerçekten de genelde dünyada, özelde ise Türkiye'de kadına dönük zihniyette zerre kadar değişen bir şey olmamıştır. Tekrarın tekrarını yaşayan kadına dönük şiddet de, kadının alınıp satılması da, kadın bedenine sahiplenmesi de, kadının hunharca katledilmesi de, kadının erkeklerin namusu olarak görülmesi de olduğu gibi devam ediyor. Bu durunda yeni bir şeyi yazmak üümkün mü?

Bakın bundan iki yıl önce ne yazmıştım:

"İki gün sonra 8 Mart dünya emekçi kadınlar günü..

Yani 8 Mart 1857 yılında New York’ta, yaklaşık 40 bin kadın işçinin başlatmış olduğu grev ve ardından çıkan yangında içeride kilitli bırakılan 129 emekçi kadının cayır cayır yanarak yaşamlarının yitirdikleri gün.

Daha sonraki yıllarda Klara Zetkin’in özel çabası ile bugünkü anlamı bulan dünya emekçi kadınlar günü, o günden bugüne kadar sürekli bir biçimde kutlana gelmiştir…

Elbette ki bugün, yani 8 Mart kadınlar için, kadın hareketinin gelişimi için, kadının kendini doğru temelde ele alması ve nasıl bir irade sahibi olduğunu göstermesi için oldukça önemlidir. Bunu vurgulamaya bile gerek yok.

Ama hep şu da söylenmiştir: "365 günün sadece birgünü kadınlara verilmesi, ya da kadınlar tarafından alınması doğru değildir. Hergün, her saat, her an kadınların da erkeklerin de olsun."

Tabi ki doğru olan, gerçeği ifade eden bu. Yılları aylara, ayları haftalara, haftaları günlere, günleri saat ve dakikalara bölmek hem ortak yaşamın, hem de özgürlük çizgisinin özüne aykırı bir durumu ifade ediyor. Fakat 8 Mart’ın kadın günü olarak kutlanması, kadının bugünde kendini bir bütün olarak, her yönüyle, her renk ve boyutta dile getirmesi ve bugünün mücadelesini, onda dile gelen taleplerin giderek diğer günlere taşırması da önemli. Önemli olan mücadelenin o günde bir bütünsellik içerisinde dile getirilmesi, kadının kendini o günde bir irade olduğunu haykırarak ifade etmesi, sadece bugünle yetinmemesi, bugünü hergünleştirerek diğer günleri de 8 Mart’a dönüştürmesidir.

Eğer bu olursa 8 Mart gerçek anlamda hem daha anlamlı olur, hem de kadının özgürlük mücadelesi sadece birgünle sınırlı değil, hergün, her saat ve her dakika dolu dolu yaşanmış olur.


Hakikat kadın ve erkeğin ortak yaşamının özüdür.
Hakikat varolmanın en doğal halidir. Adalet ise bu hakikatın yaşamda anlam bulmasıdır. Eğer özgürlükten, hak ve adaletten bahs edilecekse, bunun hakikatın anlam bulmasıyla ancak mümkün olabilir. Bunda dile gelen en yalın hal ise, kadın ve erkeğin ortak ama eşit temelde yaşamı paylaşmadır. Hakikatın özü eşitlik doğrultusunda paylaşılan hayatın doğru temelde yaşamlaştırılmasıdır.

Hakikat gerçektir, gerçek adalettir, adalet yaşamı doğru temelde paylaşmadır. Bu da eşittir, kadın ve erkeğin oluşturmak istediği yaşam ve sistemin ortaklaşma pratiğinin anlam bulmasıdır. Anlam özgürlüğün bilince varılması ve bunun hayatla doğrudan ifadelendirilmesidir. Demek ki hem hakikat, hem yaşam ve hem de anlam kadın ve erkeğin ortaklaşa oluşturmak istediğikleri özgürlükle yoğrulmuş komünal sistemdir. Bu olmazsa ne kadın özgürleşir, ne hakikata ulaşılır, ne özgür bir toplum yaratılır ve ne de erkek ile kadının birliktenliği oluşturulabilir…


Erkek hakikata göre davranacaktır.
Hakikat doğrunun, hakkın, adaletin ve bütün bunların ruhu olan özgürlüğün anlam bulduğu gerçekliktir. Eğer gerçek olan hakikat ise, o zaman ilk yapılması gereken gerçeğe göre davranılmasıdır.

Peki ilk önce kim gerçeğe göre davranacak?

Kim hakikatın özü olan özgürlüğün, hak ve adaletin doğru temelde anlam bulması için doğru konuşup doğru çalışacak?

Kim özgürlüğün ve adaletin anlam bulmanın en yalın hali olan kadın ve erkeğin ortak ve eşit temelde yaşaması için gerekli çabayı sarf edecek?

Hiç kuşkusuz ki erkek…

Çünkü erkek gerçeklikten kopmuştur.

Çünkü erkek doğrudan sapmıştır..

Çünkü erkek hakikatın en yalın hali olan kadın ve erkeğin eşit ve ortak yaşamın özü olan özgürlüğü terk etmiş, ona karşı bir duruşu benimsemiştir…

O zaman erkek, kendini erkek egemenliğinden, erkten, iktidardan, kendisine güç sunan, saldırı konumunu güçlendiren devlet kuvvetinden arındıracak.

Erkek, sistemin kendisine verdiği olanaklardan vazgeçecek, bir başkasının özgürlüğünü kısıtlayan, daraltan ve ortadan kaldıran beş bin yıllık erkek ve erk zihniyetini tamamen terk edecek. ‘Kısmen’, ‘zamanla’, ‘yavaş yavaş’, ‘parça parça’ da olmaz, bir bütün olarak, bir seferde, tek hamleyle, bir kılıç darbesiyle bir yaşam biçimi haline gelen beş bin yıllık toplumsal cinsiyetçilik zihniyetini yerlebir edecek…

Vahşice öldürülen, linç edilen kadınların sorumlusu erkektir.

Erkek, kendini hala sistemli bir biçimde devam eden kadın katliamından soyutlayamaz. Ortada çok açık ve somut bir katliam var ve bunu yapan erkek. Bir yaşam biçimi haline gelen beş bin yıllık bir zihniyetin durmadan işlediği cinayetler var. Bu cinayetleri işleyen de bu zihniyetin sahibi olan erkeklerdir.

İşlenen cinayetler tekil olmadığı gibi, cinayeti işleyen de tekil değildir. Ne bireysel bir kurban vardır, ne de kurbanları kendilerine sunan tekil kişiler vardır. Ortada kurbanlar ve bu kurbanları kendilerine sunan iki ayrı cins, iki ayrı sınıf, iki ayrı ulus vardır. Burada bir cinsin diğer cinse karşı sistemli bir kırımı, bir ulusun diğer ulusa karşı uyguladığı sistemli bir cins katliamı, bir sınıfın diğer sınıfa karşı gerçekleştirdiği sistemli cinayetler vardır.

Bu nedenle sadece cinayeti işleyen, tetiği çeken erkekler değil, tüm erkekler, daha anlaşılır bir ifadeyle oluşturulan beş bin yıllık erkek zihniyeti sorumludur. Tetiği çeken, cinayet işleyen, cins kırımını yapan bu zihniyetin kendisidir. "Benim namusum", "benim kadınım", "benim karım" diyen bu zihniyettir ve cinayetler bu zihniyetten dolayı işlenmektedir.

Gelinen nokta itibarıyla erkek bu pençereden bakarsa ancak kendini aşabilir, hakikatın özüne uygun davranabilir, ortak bir yaşam felsefesini oluşturabilir. Ortak bilinç ve ortak zihniyetle ancak özgürleşebilinir ve bu özgürlük ekseninde ortak-kamünal 'özgür eş' diye bir yaşam kurulabilinir. Bunun dışında her şey cinayetlere, cins kırımına ve sınıf karşıtlığına hizmet etmiş olur.


Kadın gerçekten de isyan etmeli!
Hiç kuşkusuz ki kadına dönük devam eden katliam, kadının mücadelesi ile ancak engellenebilinir. Kadın ‘dur’ diyerek ancak işlenen cinayetleri durdurabilir, "ben kimsenin namusu, kimsenin karısı, kimsenin kadını değilim", bedenim bana aittir" derse ve bunun için cins bilincini ve pratiğini en üst boyutta çıkartırsa ancak kendi kurtuluşunu gerçekleştirebilir. Sömürge bir ulusun kurtuluşu, sömürgeleşştirilen halkın mücadelesi ile ancak gerçekleşebilir. Sömürgeleştirilen uluslar, kavgalarını derinleştirdiklerinde ancak egemen ulusun efendileriyle müzakere masasına oturabiliyor, onlarla anlaşarak özgürlüklerinin sınırını çizme ortamını yakalabiliyorlar. Ezilen veya sömürge uluslar kavga etmeden, özgürlük savaşını vermeden, ağır bedeller ödemeden egemen ulustan kurtulamazlar, egemen uluslar da kendisiyle savaşmadan ezdirdiği veya sömürgeleştirdiği ulusları azad etmez.

Kadınların kurtuluşu da böyledir. Kadınlar her şart altında isyan etmeden kurtulmaları mümkün olmadığı gibi, erkeklerin de kendilerini "karı, kadın ve namus"ları olarak görmekten de asla vazgeçmezler. "Mal" ve "namus", "karı" ve "kadınım" algısı, erkeklerin belleğinden silinirse ancak erkekler gerçek anlamda kadına arkadaş, sevgili, özgür eş, yoldaş ve ortak-kamünal yaşamın hevalleri olabilirler…."

Değişen bir şey var mı? Yazacaklarım şeyler tekrar olmayacak mı? Elbette ki hem değişen bir şey yok, hem de tekrar olacaktı. Bu nedenle iki yıl önceki makalemi yeniden yayına veriyorum. Ama Kürdistan, Kürt ve daha çok da Koban'e kadınları için bir şey söylemeden geçmek elbette ki hem haksızlık olacak, hem de tarihe yanlış not düşmüş olacak.

Kürt kadını gerçekten de büyük bir değişim ve büyük bir irade gücü olarak her gün biraz daha örgütleniyor, her gün biraz daha siyasallaşıyor, ve her gün biraz daha ordulaşıyor. Rojava devrini, Kobanê savunması, Kuzey'den gelişen şehir direnişi bunun en somut örneği olarak ortaya çıkıyor. Rojava devrimi ve Cizre Silopi, Sur, Nusaybin demkratik özerklik direnişi Kürt kadınlarının öncülüğünde gerçekleşiyor. Kobanê savunması Kürt kadınlarının iradesi ile hedefine ulaştı. Tüm bunları gerçekleştiren Kürt kadınlarının yapacağı çok daha önemli bir şey daha var: Dünya kadınlarının kaderini değiştirecek büyük bir örgütsel hedefte buluşmak...
8 Mart dünya emekçi kadınlar günü kutlu olsun….
 
Yukarı