Yaşamın ve insanın anlamını yitirdiği bir anı yaşıyordu. Onun için ne insanın
ne de yaşamın bir anlamı kalmıştı. Birbirini tamamlayan insan ve yaşam, iki
kutsal varlığı ifade etmesine rağmen, şimdi anın en kötü halinde olduğunu görüyordu.
Anlamlarına uymayan, varoluşları ile tamamen çelişen ve kendi özlerine ters bir
sürecin en karanlık dehlizlerinde yol alan bu iki kutsal halin, yani insan ve
yaşamın kötü bir zamanın en kötü halinde olduğunu artık çok net bir biçimde
görüyordu. Kendini de bu iki halin içerisine alarak düşündü:
"Burası Kürdistan. Bu nedenle Dehak'ların da sonu
gelmez. Çağın her döneminde olduğu gibi günümüzde de yeni Dehak'lar türemiştir.
Esat Oktay Yıldıran’ın şahsında ortaya çıkan yeni Dehak'lar tıpkı
geçmişte olduğu gibi, şimdi de neredeyse hergün gençlerimizin beyinlerini
yemeye devam ediyorlar. Burada, bu zindanda, bu hücrelerde, bu karanlık
labirentlerde hergün onlarca kez işkence görüyoruz ve her gün arkadaşlarımız
hunharca katledilmektedirler.
Çok iyi biliyoruz ki, Dehak'ların, zalimlerin, hunharların ve Esat Oktay'ların zulmünün
olduğu yerde, Kawa'lar da ortaya çıkar. Zalimlerin zulmüne karşı mazlumların
direnişi de boy verir. Eğer bir yerde zulüm varsa, vahşet
varsa, zalimlerin zülmü varsa zulme uğrayanların, mazlumlar ve ezilenlerin de direnişi
olacak. Evet, biz bir direnişteyiz, ama bu direnişin gücü
bize dayatılan vahşeti durdurmaya yetmiyor. Bu nedenle direnişimizin yol
haritasını değiştirmek, yeni bir tarzla, yeni bir mücadele yöntemiyle zalimlere
karşı kavgaya tutuşmak artık kaçınılmaz olmuştur.
Bize artık ölüm lazım, ölümle, bedenimizle, fiziki varlığımızla ancak bu vahşeti
durdurabiliriz. Yani ölmeli, kendimizi feda etmeliyiz. Bu da kesin ve kaçınılmaz
bir durumdur. Eğer bu da doğru ve kaçınılmaz ise, o zaman kim ölmeli, kim feda
olmalı? Dehak'a karşı kim Kawa olmalı, kim balyozuyla Dehak’ın kafasını
parçalamalı, kim direniş ateşini dağlara taşımalıdır?"
Biraz durdu, derin bir nefes aldı, önce sağına, sonra soluna baktı.
Geceydi, karanlıktı ve tek bir ses yoktu. Korku yaratan bir sessizlikti. Fazla
zamanı yoktu, fazla düşünmeye de gerek yoktu, çünkü artık karar vermişti, artık
ne yapması gerektiğini biliyordu. Kafasında, ruhunda, yüreğinde netti ve kararını
vermişti:
"Elbette ki ben, evet ben olmalıyım. Ben bize dayatılan Türk vahşetine
“dur” demeliyim, yeni Dehak'lara karşı ben isyan etmeli, Demirci Kawa’nın çekicini
ben kaldırmalıyım, ben dağlara özgürlük, kurtuluş ve zaferin ateşini taşımalıyım.
Önce ben ölmeli, ben feda etmeliyim ruhumu, ben zalimlerle vuruşmalıyım önce,
önce ben meydan okumalıyım Dehak'lara, evet Kawa’nın yoldaşı, Demirci Kawa’nın
ruhu ben olmalıyım önce..."
Ve Mazlum; mazlumların ahı, mazlumların ruhu, mazlumların iradesi,
mazlumların keskin kılıcı, Kürtlerin ve Ortaoğu halklarının balyozu olarak
dimdik durdu zalim Esat Oktay Yıldıran ve onun temsil ettiği sisteme karşı...
20 Mart’ı 21 Mart’a bağlayan gecede derin bir yoğunlaşma ve derin bir
düşünce gücüyle gecenin son deminde önce mesajını yazdı,
sonra üç kibrit çöpünü yaktı, ardından o büyük ve tarihi eylemini gerçekleştirdi...
Mazlum Doğan mesajında, “bugün ben öleceğim, yarın başka yoldaşlarım ve bu
ölümler böylece devam edecek. Ama çok iyi biliyorum ki Kürt halkı bizi asla
unutmayacak, Newroz ateşini daha da gürleştirecek, daha yüksek sesle haykıracak ve kavgamız giderek dağlarda
anlam bulacaktır. Yarının gençleri niçin öldüğümüzü, neden fedai bir ruhla
mücadele ettiğimizi anlayacak ve onlar da daha büyük bir kavganın sahibi olarak
bu mücadelede yer alacaklardır" diyordu.
Gerçekten de daha sonraki yıllarda Zekiye Alkan, Rahşan Demirel, Ronahi ve
Berivan'lar Mazlum Doğan’ın fedaileri olarak Newroz ateşini
bedenleriyle harlayarak Newroz tarihini yeniden yazdılar.
Ve bugün Cîzir’de, Silopiya’da, Sûr’da, Nisebin’de, Hezex’de, Şırnex’te,
Gewer’de ve Kürdistan’ın dört bir yanında genç Mazlum'lar, genç Zekiye'ler, Rahşan'lar, Berivan ve
Ronahi'ler büyük bir kavganın büyük millitanları olarak
zalimlere, Dehak'lara karşı savaşıyorlar. Büyük direnerek büyük şahadete
ulaşan genç Mazlum'lar, ülkelerini terk etmeyerek düşmana aman vermiyorlar.
Evleri başlarına yıkılıyor, şehirleri yakılıyor, aç ve susuz kalıyor,
arkadaşları kucaklarında şehit oluyor, yaralı oldukları halde savaşmaya devam
ediyor, ‘ölüm bodrumları’nda aylarca havasız ve beton zeminde can çekişmelerine
rağmen son sözleri, ”teslim olmayacağız, direneceğiz ve düşmandan asla aman
dilemeyeceğiz” diyerek şahadete ulaşıyorlar. Mehmet Tunç'lar, Pakize Nayır'lar, Fatma ve
Sêvê'ler genç Mazlum'ların fedaileri olarak tarihin en
görkemli direnişini sergileyerek şahadete ulaşanlardan sadece bir kaçı...
Haki'lerle partileşen, Mazlum'larla
Newrozlaşan, Kemal ve Hayri'lerle ‘dağ’laşan, Agit'lerle ordulaşan,
Zilan'larla fedaileşen, Beritan'larla ihanete
“dur” diyen, Çiçek'lerle, Alişer'lerle, Rüstem'lerle yenilmezleşen, Arin'lerle
‘ROJAVA’laşan, Mehmet Tunç-Pakize-Fatma ve Sêvê'lerle tarihin en
görkemli direnişi ile ‘BAKUR’laşan Kürt halkı zalimlere ve Dehak'lara teslim
olmamakla tarihin en güzel halkı haline gelmiştir.
Bu güzel halk 2016 Newroz’unu da şerefine, onuruna ve namusuna layık bir biçimde
kutlayacaktır...
NEWROZ PİROZ BE!