“Bir sosyalist veya devrimci başkası için çalışır mı” diye bir soru sorulsa, “elbette ki çalışmaz” diye yanıt verilir. Yine sosyalistlerin, emekçilerin yani mülkü olmayanların burjuvalar, yani mülkü olanlar için çalışmalarının doğru olup olmadığı sorusuna verecekleri yanıt, hiç kuşkusuz ki kocaman bir “hayır” olacaktır. Şüphesiz ki her iki soruya verilen yanıt da isabetli. Yani her iki “hayır” da hem doğru hem de yerinde yanıtlardır. Tabii ki hiç kimse hiçbir biçimde başkası için çalışmamalı, başkasının hizmetinde olmamalı, başkasının kasasına ek kar koymamalıdır. Bu, hem insanın doğasına, hem de sosyalist ve devrimci olmanın prensiplerine aykırıdır.
Kapitalist siten kanıksanmış bir sistem haline gelmiştir
Kapitalist veya sınıflı devlet sistemi, daha doğru bir ifadeyle uygarlık sistemi, toplumun yarısından çok daha fazlasının başkaları için çalışma mahkumiyetini yaratmıştır. Bir avuç egemen zengin sınıfı, çoğunluğu teşkil eden toplumun yüzde doksanını kendi sermayesine kul-köle haline getirmiş ve bu çoğunluk bir anlamda karın tokluğuna bu asalak sınıfa çalışmaktadır.
Bu sömürü-kölelik ve başkasını karın tokluğuna çalıştırma sistemi zaten artık kanıksanmış ve normal bir sistem haline gelmişti. Ve ne yazık ki bu sistem son derece doğal-olağan ve kabul edilebilir bir sistem ve uygulama olarak da hemen hemen herkes tarafından kabul görmüştür. “Birileri çalışacak, birileri yiyecek, birileri efendi birileri köle, birileri zenginlik içinde birileri de yoksulluk içinde yüzülecek” zihniyeti artık kabul edilen bir zihniyet olarak yaşamın bir parçası haline gelmişti.
Adaletin ve hakkaniyetin tamamen katledildiği bu sisteme en çok karşı çıkan hiç kuşkusuz ki sosyalistlerdir.
Muhteşem bir düşünce
Spartaküs’ten isa’ya, daha sonra ütopik sosyalistlerden Marx ve Engels’e, Bakuni’den Lenin’e kadar uzanan bir çizgi temelinde hemen hemen tüm toplumcu düşünce sahibi birey ve gruplar, bu sistemi çözmüş ve onun sahibi olan burjuvaziye, yani bir avuç egemen sınıfa karşı başkaldırma çağrısında bulunmuşlardır. “Bu sınıfı devirin, onları zengin etmeyin, sizi sömürmesine izin vermeyin, ayaklanın, greve gidin, silahlanın” demiş ve gerçekten de kimsenin kimseye çalışmayacağı bir toplumu vadetmişlerdir. Muhteşem bir düşünce ve muhteşem çağrılar…
Peki, bu çağrılara karşılık yaşanan gerçekler ne?
Çalışmayı kutsayan bir yaşam biçimine dönüştüren burjuvazi, ne yazık ki bu konuda da amacına ulaşmış bir sınıftır. Çalışmayı kutsama konusunda sayısızca kitap, atasözleri, özel basılmış ayetler, filmler, dualar var. Bunların hepsi de egemenlere hizmetin daha iyi ve eksiksiz bir biçimde yapılması için üretilmiş palavralardır. Köle, serf, işçi itirazsız bir biçimde, bıkıp usanmadan çalışsın diye yaratılan yalanlardır.
Bu yalanları en doğru ve en keskin biçimde gören büyük devrimci ve ütopyasına bağlı büyük sosyalistin Paul Lafargue olduğu tartışılmazdır. Paul, o zaman bile burjuvazinin bu yalan ve palavralarını görmüş ve “tembellik hakkı” diye bir düşünce ile işçilere, “burjuvaziye çalışmayın”, “ona başkaldırın”, “fabrikada ürettiğiniz her meta sizin alnınızın teri ile üretilmiş, ama siz onu alamayacak kadar yoksulsunuz” diyerek, çalışmama hakkını kullanma çağrısında bulunmuştur. Ona göre iş arayan köleliği ve başkasının kapısında çalışan köle olmayı kabul edenlerdir. Paul’a göre derebeyinin ele geçirdiği tarlada, burjuvazinin gasp ettiği fabrikada çalışırsanız onları, sadece onları zengin etmiş olursunuz, sadece mevcut sömürü çarkının devam etmesine hizmet etmiş olursunuz.

Elbette ki Paul bunları söylerken, işçi sınıfının bunu bilinçli olarak yaptığını söylemiyordu. O objektif bir durumdan bahsediyordu. Kapitalist sistemin ve işçi sınıfının konumunun tespitini yapıyordu. Paul, “işçi sınıfı veya genel anlamda emekçiler çalışmasa aç kalır” sözüne de açıklık getiriyordu. “Emeğinizin karşılığını alabileceğiniz kadar çalışın, ama bundan fazla çalışırsanız köle olmayı kabul etmiş olursunuz” diyordu. Kimin kölesi, elbette ki burjuvazinin, derebeylerinin ya da genel anlamda emekçilerin mülküne el koyanların kölesi.
İşçi sınıfı çalışmasa burjuvazi bir şey yapamaz
Tüm bunlardan hareketle şunu vurgulamak herhalde doğru olacaktır: Evet, her gün biraz daha sömürü ile kapitalist sistemini derinleştiren, bu sistemin ürettiği tüm pislikleri biraz daha yoğunlaştıran, yoksulluk ve felaketi bir yaşam biçimi haline getiren, daha fazla kazanmak için “daha fazla savaş, daha fazla ölüm diyen” burjuvazi ya da genel anlamda egemen sınıflardır. Ama tüm bunların yaşatılmasında gerekli parayı ve imkânı yaratan da kesinlikle işçi sınıfıdır. Eğer işçi sınıfı çalışmasa, daha doğrusu emeğinin karşılığından fazla mesai yapmazsa kesinlikle burjuvazi tüm bu kötülükleri yapamaz. Bir kötülüğü ortadan kaldırmak ancak o kötülüğe karşı mücadele etmekle mümkün olabilir. Kötülüğe karşı çıkmak ama farkında olmadan onun hizmetinde olmakla o kötülük asla ortadan kaldırılamaz. Ona karşıysanız cepheden karşı duracaksınız, ki onu yok edesiniz. Yoksa başka türlü ortadan kaldırmak mümkün olmaz.
Hem kapitalizmin karşıtı olmak hem de ona çalışmak
Hem kapitalizm karşıtı olacaksınız, hem burjuvaziyi devirmek isteyeceksiniz, hem savaş ve ölümleri istemeyeceksiniz, ama diğer yanda tüm bunları beslemek için gidip ona hizmet edeceksiniz. Burjuvaziyi, kapitalist sistemi besleyen ne? Elbette ki işçi sınıfının fazladan çalıştığı zaman diliminden elde edilen azami kârdır. Peki bu azami kârı kim yaratıyor? Elbette ki işçi sınıfı, emekçiler, köylüler ve diğer çalışan kesimler.
O zaman emeğinizin karşılığı kadar çalışacaksınız, onun dışında bir tek saniye bile çalışmayacaksınız. Çalışırsanız işte o zaman kapitalist sisteme, burjuvaziye, savaşa, ölüme ve bu sistemin yarattığı tüm pisliklere karşı da olamazsınız. Sözde olsanız da onu asla ortadan kaldıramazsınız. Daha da kötüsü onun yedeği, ona hizmet etmiş olursunuz. Tablo bu, gerçekler bu.
Diyelim ki bilinçsiz işçi sınıfı, emekçiler ve diğer çalışanlar bu gerçeği bilmiyorlar. Ama ne yazık ki bunu bilenler de çalışıyorlar. Kendilerine sosyalist, komünist, devrimci, ilerici, aydın diyenler ve kapitalizme karşı olduğunu iddia edenler de bu sistemin bir dişlisi olarak bıkıp usanmadan çalışıyorlar. “E ne yapalım, başka çaremiz yok, yaşamak zorundayız. Ev kirası, yemek parası, tatil karşılığı” deyip binbir dereden su getirip kapitalizme çalışan devrimciler, sosyalistler ve hatta radikaller de var. Kapitalizme çalışmaktansa, savaşlara neden olacak finansman sağlamaktansa, sermayenin büyümesine katkı sunmaktansa ev tutma, çocuk yapma, tatile gitme, eğlenme, aç ve susuz kal, yarı aç yaşa. Ya da tüm bunları yapacaksan o zaman kapitalizme karşı olduğunu söyleme, palavrayla burjuvaziyi devirme girişiminden vazgeç!
Ücret zammına endekslenmek kapitalizme karşı olmak değildir
Ayrıca şunu da vurgulamak gerekir: Türkiye Devrimci Hareketi, bu bağlamda bir sınıf bilinci ve halk bilinci oluşturursa, o zaman belki gerçekten de bir şeyler yapabilir. İşçi sınıfını ücrete endekslemek de doğru değildir. İşçi sınıfının ücretine ne kadar ek yapılırsa yapılsın bu onun sosyalist sınıf bilincine ulaşacağı anlamına gelmez. “Fazla ücretin” köleliği, savaşları, kötülüğü, burjuvaziyi ortadan kaldırmayacağı kesindir. “Fazla ücret” sabah kahvaltısına getirilen bir zeytini iki eder, o kadar. Siz ne yaparsanız yapın “ücrete zam” politikası sosyalist mücadeleyi büyütmez, tam tersine köleliğin kalitesini biraz daha artırır. Bakın “yaşam kalitesinden” değil, kölelik kalitesinden bahsediyoruz. Yani köleliğin daha fazla derinleştirilmesinden söz ediyoruz. “Fazla ücret” demek işçinin daha fazla, ama bu sefer daha hızlı, daha yoğunluklu, daha uysal bir biçimde çalışması demektir. Burjuvazi, “tamam maaşınıza zam yapıyorum ama” deyip, kölelik listesini dayatacaktır. Bunu gayet iyi biliyoruz.
İşçi sınıfına lazım olan ürete zam değil çalışmama bilincidir
Demek ki işçi sınıfına lazım olan “maaşa zam” değildir, fazladan çalışmama bilincidir. Savaşları doğuran, ölümleri besleyen, her türlü hastalık ve yoksulluğu bağrından taşıyan sisteme karşı dik durma bilincidir. Bu bilinç Rauf’un dediği gibi tembellik, yani fazladan çalışmama hakkını kullanma ve burjuvaziye karşı doğru yolda yürüme, gerçekten de ona karşı mücadele etme gerçekliğidir. Bu olursa işte o zaman kapitalist sistem kendini yeniden üretemez. Onun yeniden üretimini sağlayan ona ücret karşılığında çalışan ezici çoğunluktur. Elbette ki kapitalist sistemin işi başkasını kendine köle olarak çalıştırmaktır ama devrimcilerin, sosyalistlerin işi de ona çalışmamaktır; ondan fazladan ücret talep etme değil onun mekanizmasını tıkatmanın tek yolu ona çalışmamaktır, ona kölelik yapmamaktır. Madem günümüz koşullarında çalışan işçi sınıfına modern köle diyoruz, o zaman modern köle olmayalım. Ne yazık ki “modern köle” diyen öncü konumunda olanlar modern kölelik sistemi içerisinde çalışıyorlar.
Son olarak; “ek ücret”, “maaşa zam” teorisi doğru bir teori olmadığı gibi modern kölelik sistemine hizmet eden bir teoridir. Bir günde genel bir grevle hayatı durdurabilirsiniz ama verilecek birkaç set maaş zammıyla eski hayatı yeniden yaşatmak için fabrikada dönen çarkın bir parçası olma konusunda en ufak bir tereddüt yaşamazsınız.
Tabi ki burada eleştiri konusu yapılan öncü konumunda olan kurum ve bireylerdir. Sosyalistler ve dünyayı değiştirmek isteyenler Rauf’un yolunda yürümelidirler. İşçilik köleliktir, kapitalizmi besleyen ve ona sermeye dönüşümünü sağlayan bilinci oluşmayan ‘yığın’lardır ruhu ile burjuvaziye karşı mücadele etmek Rauf’u bugünlere taşımak demektir.
İş arama çabası köle olma arayışıdır
Ne yazık ki bugün Türkiye’de iş aramakla canları çıkan milyonlar var. İşten atılanların büyük bir bölümü intihar etmekle karşı karşıya. “İşimi kaybettim”, evime ekmek girmiyor, kiramı veremiyorum, çocuklar okula gidemiyor diye iş arıyorum” diyen yüz binlerce insan var. Çöp toplama işine girmek için binlerce insan sıraya giriyor. Bunun için kırk takla atıyor. Daha da önemlisi yeniden işe girmek için bir yıla yakın açlık grevinde bulunan hocalar bulunuyor. Tüm bunlar neyi ifade ediyor? Kapitalist sistemin çarkında yer aramayı, orada, o dişlerinin bir parçası olmayı ifade ediyor.
Elbette ki emekçileri, iş arayanları, evine bir parça ekmek götürmek isteyen işçileri suçlamıyorum, ama oluşan yanlış bilinçten, çarpıtılmış gerçeklerden bahsediyoruz. Kısacası yanlış hedeften söz ediyorum. Hedef ne pahasına olursa olsun iş bulma, bir fabrikaya girme, bir inşatta çalışma olmamalı, işi elinde tutan, onu gasp eden, sermayesi ile köleliği yaratan ve bunun için milyonlarca insanı açlığa mahkûm eden egemenler olmalı.
Bakın Dersim’de oğlunun kemiklerini almak için günlerce açlık grevi yapan bir baba vardı, o baba bir deri bir kemik kalmasına rağmen muhalif basın, Kürt basını bile fazla gündemine almadı. Neden? Çünkü yanlış hedef bilinci oluşmuş da ondan. Halbuki bu babanın eylemi kölelik sisteminin içinde yer alma isteme değil, oğlunun kemiklerini, yani ruhunu, kanını canını ve insanlığını isteyen bir talepti. Fakat toplumsal bilinç yanlış teoriler üzerinde inşa edildiği için bu babanın eylemi çok fazla siyasi görüldü ve sahip çıkma durumu gerçekleşmedi.
Doğru bilinç, kimseden iş talep etme, birilerinin el koyduğu iş yerinde sömürü ve savaş kaynağı olan yerlerde çalışmak için kavga etme, fazla maaş almak için değil sistemi değiştirmek, burjuvazinin elindeki imtiyazları halka vermek için mücadele etme ekseninde oluşmalıdır. Hedef bu temelde tespit edilmelidir. Yoksa kapitalizmin oluşumundan beri tespit edilen “maşa zam”, “ücreti artırma” stratejisi tamamen yanlıştır. Zaten bu yanlış stratejidir ki kapitalizm kendini hala bir biçimde üretebiliyor…



 
Yukarı