
Bazı insanlar göründüğü gibi olmadıkları
gibi, oldukları gibi de görünmezler. Dış görünüşleri ile iç görünüşleri farklı,
paradoks ve oldukça değişik olurlar. Hele hele çağımızın insanı daha çok böyle
olur. Ancak O böyle değildi. İç dünyasındaki, ruhundaki, kalbindeki tüm
güzellikler yüzünde, bakışlarındaki hüzünlerde, suratında yılların oluşturduğu
Kürt çizgilerinde beli oluyordu. O hüzün dolu bakışları asla yalan
söylemiyordu. Samimi, sıcak, dostça ve yurtseverce bakışları beni derinden
etkilemişti. Sabırla dinledi konuşmalarımı. Sohbete ara verdiğimde “bir soru
sormak istiyorum heval” dedi terbiye dolu bir sesle…
“Tabii ki soru sorabilirsiniz, buyrun”
dedim. “Toplantıda 15 Ağustos atılımının nedenlerini, ilk kurşunun hikayesini,
ilk mücadele yıllarını anlattın, ama anlamadığım bir şey var. Parti neden bu
kadar insaflı? Her defasında barıştan, kardeşlikten, askerlerin ölmemesinden
bahsediyor. Onların yapması gerekeni biz yapıyoruz, parti çağrıda bulunuyor.
Neden?”
Soru yerindeydi, doğruydu. Gerçekten de ilk bakışta partinin çağrı ve kararları paradoksal gibi görünüyordu. Bu nedenle kafalarda soru işareti yaratıyordu. Onun kafasında da bazı soru işaretlerinin oluşması son derece doğaldı. Soruya anlam vermiştim, çünkü dudaklarından dökülen her sözcük yurtseverlikle yoğurulmuş sözcüklerdi. Bunu derinden hissediyordum. Daha doğrusu samimiyeti ve duruşu, gözlerindeki Kürdistanî bakışlar bana bunu hissettiriyordu.
Soru yerindeydi, doğruydu. Gerçekten de ilk bakışta partinin çağrı ve kararları paradoksal gibi görünüyordu. Bu nedenle kafalarda soru işareti yaratıyordu. Onun kafasında da bazı soru işaretlerinin oluşması son derece doğaldı. Soruya anlam vermiştim, çünkü dudaklarından dökülen her sözcük yurtseverlikle yoğurulmuş sözcüklerdi. Bunu derinden hissediyordum. Daha doğrusu samimiyeti ve duruşu, gözlerindeki Kürdistanî bakışlar bana bunu hissettiriyordu.
“Doğru” dedim. Ve devam ettim: “Doğru
sorular, ama unutmayalım ki partimiz her parti gibi değildir. Öncelikle bir
insanlık hareketidir, sadece Kürtler için oluşan bir parti değil, insanlığın,
emeğin, kadının kurtuluşu için inşa edilen bir partidir. Dolayısıyla Kürtlerin
de Türklerin de, Farsların da Arapların da zarar görmesini istemiyor. Saldırmak
için değil halkını ve insanlığı korumak ve savunmak için kurulmuştur. İdeolojisi
bunu böyle olmasını emrediyor. Onurlu bir barış, onurlu bir yaşamın
garantisidir. Bu nedenle barış ve onurlu bir yaşam partinin felsefesidir.
Demokratik ulusun formasyonu da bu felsefenin temel ilkelerinden birisidir…”
Duygu ve hüzün yoğunluğunun en derin haliyle baktı bana. İkna olmuş muydu, tam bilemiyorum. Ama ikna olmuş bir halle “tamam heval” dedi. Epey sohbet ettikten sonra “kalkıp eve gideceğim heval dedi” yavaş bir ses tonuyla. Mahcup olmasına rağmen ona kapıya kadar eşlik ettim. Kapıdan dışarıya çıkarken bana sarıldı, önce yanaklarımdan sonra da her iki gözlerimden öptü. Karşı tarafa, sonra da yan sokağa girene kadar O’nu izledim, ardından gelip yerime oturdum.
Duygu ve hüzün yoğunluğunun en derin haliyle baktı bana. İkna olmuş muydu, tam bilemiyorum. Ama ikna olmuş bir halle “tamam heval” dedi. Epey sohbet ettikten sonra “kalkıp eve gideceğim heval dedi” yavaş bir ses tonuyla. Mahcup olmasına rağmen ona kapıya kadar eşlik ettim. Kapıdan dışarıya çıkarken bana sarıldı, önce yanaklarımdan sonra da her iki gözlerimden öptü. Karşı tarafa, sonra da yan sokağa girene kadar O’nu izledim, ardından gelip yerime oturdum.
Onu yanımda oturan yurtsevere sordum.
“Kim” diye sordum. İstisnasız olarak herkes, ama herkes aynı ağızdan “Ali dayı,
bizim Ali dayı” dediler.
İşte Dersimli Ali Dayı’yı böyle tanıdım.
Daha sonraki yıllarda onu her yerde görüyordum. Her eylemde, her festivalde,
her etkinlikte Ali dayıyı görür, onunla uzun uzun sohbet ederdim. Deyim yerindeyse
her yerde hazır ve nazırdı. Nerde bir eylem, bir festival, bir etkinlik varsa
orada olurdu. Yaz, kış, soğuk, sıcak, hastalık diye bir şeyi tanımazdı. Şunu
hep düşündüm, “Ali dayı benim En-El Hak’ımdır.” Onu gördüğümde Kürdistanî ruhu,
moralın, coşkunun, azmin, eylemin ve yurtseverliğin en derin halinin feyzini
alırdım… Ondan yurtseverliğin nasıl olması, ülkesine, halkına, diline,
geleneklerine, ama daha çok da Dersim gerçekliğine nasıl bağlanması
gerektiğinin çok daha kristalize edilmiş, billurlaştırılmış halini öğrendim.
Ruhunun diri tutulmasını, bilincimin çelikleşmesini, duygularımın
ulusallaşmasını, düşüncemin keskinleşmesini sağlayanlardan birisi olduğunu
tereddütsüzce söyleyebilirim.
1961 yılında İstanbul’dan trene binip
Almanya’ya bir işçi olarak gelen Ali Dayı’nın örnek alınması gereken en önemli
özelliklerinden birisi de Dersim gerçekliğine olan aşkıydı. Ama Dersim onun
için bir bölge, bir il değil, Kürdistan’ın kalbi, onun direniş ruhu ve
yabancıya boyun eğmeyen isyancıların yurduydu. Kürdistan’ın en çok direnen,
boyun eğmeyen ve en çok katliama uğrayan yurdu olduğu için onu seviyordu, onsuz
olunamayacağını düşünüyordu. Avrupa’da Avrupa’yı, Avrupa’nın yaşam tarzını,
onun ruhunu değil, Dersimi, Dersim’in ruhunu, onun özgürlük savaşçılarına kucak
açan dağlarını, torunlarını, kızlarını, anne ve dedelerinin diri diri gömüldüğü
yer olan Laç Deresi’ni, Dersimli kızların zalim Rum askerlerinin eline geçmesin
diye saçlarını birbirlerine bağlayarak kendilerini uçurumlarından attıkları
Çiksorut tepesini seviyordu. “Oralardan hala kan kokusu geliyor, hala
kemiklerimiz orada bulunuyor, Munzur hala kan akıyor, ama işte bunun için
orayı, oraları seviyorum, bunun için her yıl Dersim’e gidip oraları ziyaret
ederken hüngür hüngür ağlayarak onlara olan borcumu ödemeye çalışıyorum
“diyordu.
Ali dayı doluydu, duyguluydu, Dersim katliamını bizzat görmüş ve yaşamıştı. O da katledilenlerin altında kalarak tesadüfen kurtulmuştu. Onun da burnu, ağzı, kulakları katledilen soydaşlarının kanı ile dolmuştu. Bu nedenle hem duygusal, hem öfkeli ve hem de intikam dolu bir ruh haline sahipti.
Ali dayı Almanya’ya gelmeden önce İstanbul’da Dr. Şivan ile ilişkilenmiş, Kürt gerçeğini ondan öğrenmişti. Bu nedenle Almanya’ya gelirken TKP’lilere, daha sonra KOMKAR’la ilişkilenmiş, onların yanında Kürdistan’a hizmet etmek istemişti. Onun için henüz kimin ne olduğunu bilmiyordu. Ona göre herkes devrimciydi, dolayısıyla herkes hem sosyalistti hem de Kürdistan’ı savunuyordu. Ancak kısa sürede onları tanımış, Kürt yurtseverliği ve sosyalizmle çelişen düşüncelerini öğrenmişti. “Sizden bir şey çıkmaz” diyerek, kendisinin deyimiyle “UKO’cularla tanışıyor. “İşte aradığım örgüt bu, Dr Şivan gibiler” diyerek yurtseverlik çalışmalarında bulunur. İşte o günden son nefesini verene kadar PKK’li olarak yaşadı…
Ali dayı doluydu, duyguluydu, Dersim katliamını bizzat görmüş ve yaşamıştı. O da katledilenlerin altında kalarak tesadüfen kurtulmuştu. Onun da burnu, ağzı, kulakları katledilen soydaşlarının kanı ile dolmuştu. Bu nedenle hem duygusal, hem öfkeli ve hem de intikam dolu bir ruh haline sahipti.
Ali dayı Almanya’ya gelmeden önce İstanbul’da Dr. Şivan ile ilişkilenmiş, Kürt gerçeğini ondan öğrenmişti. Bu nedenle Almanya’ya gelirken TKP’lilere, daha sonra KOMKAR’la ilişkilenmiş, onların yanında Kürdistan’a hizmet etmek istemişti. Onun için henüz kimin ne olduğunu bilmiyordu. Ona göre herkes devrimciydi, dolayısıyla herkes hem sosyalistti hem de Kürdistan’ı savunuyordu. Ancak kısa sürede onları tanımış, Kürt yurtseverliği ve sosyalizmle çelişen düşüncelerini öğrenmişti. “Sizden bir şey çıkmaz” diyerek, kendisinin deyimiyle “UKO’cularla tanışıyor. “İşte aradığım örgüt bu, Dr Şivan gibiler” diyerek yurtseverlik çalışmalarında bulunur. İşte o günden son nefesini verene kadar PKK’li olarak yaşadı…
Kan gölünden çıkmış, suyu kanla
yoğrulmuş Laç Deresini ve Munzur’u görmüş, Çıksoruk deresinden kendilerini atan
Kürt kızlarının cansız bedenlerini görmüş ve Dr. Şivan’ın düşüncesi ile Kürt
gerçekliğine ulaşmış, PKK ve Başkan Abdullah Öcalan’ın ideolojisi ve fikri ile
hakikat yoluna girmiş bu ulu çınarı tanımanın benim için büyük bir şans
olduğunu vurgulamak isterim. O gerçekten de muhteşem bir insandı, büyük bir
yurtsever, ülkesine, partisine, halkına ve önderine bağlı, Dersim
direnişçiliğini, Seyit Rıza ve Alişer’i, Zarife ve Zilan’ı, Beritan’ı, Dr.
Baran’ı ruhunda taşıyan bir devrimci, bir sosyalist, bir yurtseverdi.
2015 yılında ayağa kalkamayacak kadar
takatten düşmüş bir günde onu hastanede ziyaret etmiştim. Tekerlekli sandalyede
oturmuştu. “Sakın farklı bir şey düşünme, bir an önce iyileş, Duisburg
yurtseverleri seni bekliyor. Hele hele ölümden bahsetme” diyerek takılmıştım. O
ufak gözlerini açıp kapatarak, yüzüne bürünen hüzün dolu bir bakışla şunları
söyledi: “Ölümü görüyorum, artık kurtuluş yok heval, ama gözüm arkada
kalmayacak, mezarda kemiğim sızlamayacak. Çünkü Kürdistan’ın dört bir yanında,
Dersim’de, Serhat’ta, Amed’te, kısacası Kürtler Ortadoğu’nun her yerinde
mücadele edip yeni bir hayatı inşa ediyorlar. Onlara, yeni yaşamı yaratan genç kadın
ve erkeklere, özgürlüğümüz için canını verenlere, kanını dökenlere selamlarımı,
hürmetlerimi sunuyorum. Heval şunu söyleyeceğim: Elimden geleni yaptım.
Dersim’i, Kürdistan’ı unutmadım. Kadın ve erkek gerillalarımıza her zaman
hizmet ettim. Başkan Apo’yu hep savundum ve kendi önderim olarak gördüm. O
ancak Kürdistan’ı kurtaracak, bunu çok iyi biliyorum. Ama daha fazla
çalışabilirdim, daha fazla katkı sunabilirdim.”
Saygıyla, hürmetle, minnetle anıyorum.
Söz onurdur, onuru çiğnetmeyeceğiz Ali dayı…