Gelinen aşamada DAİŞ’i kimin yarattığı, kimlerin hangi amaçla inşa ettiği, bu canavarın icad edilmesinin nedeninin ne olduğu gibi soruları sormanın bir anlamı kalmamıştır. Bu sorular hem ciddi bir tartışmayı, hem derin bir analizi, hem de çok yönlü bir yorumu gerektiriyor. Bu nedenle bu konuda soru sormanın anlamı yok. Ancak artık şu açığa çıkmıştır. DAİŞ sadece Kürtler, Rojava, Ortadoğu halkları için değil tüm dünya halkları için son derece tehlikeli bir yapılanmadır. Soykırım amaçlı oluşan, Sünni İslam medeniyeti için şekillenen, politik İslam’ın en tehlikeli, en katliamcı, en soysuz hali olan bir terör örgütüdür.
Şunu da çok açık bir biçimde vurgulamak gerekmektedir. Bu örgütü bu hale getiren, içeriği, ruhu, inancı ve bilinci bu kadar keskin bir biçimde insanlık düşmanı konumuna getirip canavarlaştıran hiç kuşkusuz ki Erdoğan hükümeti ve Türk devletinin ta kendisidir. Başlangıç itibarıyla farklı misyonlar amacıyla inşa edilmiş olsa da sonuçta Erdoğan ve Türk devletinin derin yapısı ile böylesine bir canavar konumuna gelmiştir.
Erdoğan DAİŞ’le önce Ortadoğu’yu sonra da Avrupa’yı hedeflemiştir..
Erdoğan bu Sünni terör örgütü ile önce Ortadoğu’yu ele geçirmek, tüm devletleri tek çatı altında birleştirmek ve bu canavar örgütün adı olan İslam devleti adı altında tüm Ortadoğu’yu ümmetin çatısı diye adlandırılmak istenilen Türk devletine bağlamak istemiştir. Daha sonra da bu çatı ümmet devleti ile Avrupa’ya yönelme, Avrupa’yı dize getirerek ona aman diletme planını hayata geçirme çabası içinde olmuştur. DAİŞ denilen yapılanmanın Cebelitarık boğazını geçip ilk önce İspanya’yı daha sonra tüm Avrupa’yı fethetmek isteyen ilk İslam akıncılarının taktiği ile Avrupa’ya yeni bir fetih hareketi başlatma oluşumu olduğu, gelinen aşamada artık tartışmasız bir doğrudur…
Elbette ki bu seferki fetih hareketi gemilerle, Cebelitarık boğazından geçip Avrupa kıtasını işgal etme temelinde değil, binlerce Ortadoğu kökenli Arap oturumlu Avrupa vatandaşının kaleyi içten fethetme temelinde olacaktı.  Son derece teknik bilgiyle donanımlı, gözü kara, karanlık bir dünyanın ideolojisiyle eğitilmiş ve ayrıca binlerce devşirilmiş işsiz ve ortalıkta dolaşan lümpen, birçok kültür arasında gidip gelen ama kendilerini hiçbir yere ait olarak görmeyen serseri intihar bombacısının saldırısı ile gerçekleşen bir fetih hareketi çok daha kolay ve çok daha kanlı olacaktı. Erdoğan’ın deyimiyle bir gün onlarca bombanın patlatıldığını, Londra, Paris, Brüksel, Tokyo, Sydney, Prag, Berlin gibi başkentlerde korkunç patlamaların olduğunu düşünelim. Londra ve Paris’te patlatılan bombaları hatırlayalım. Avrupa’nın birçok kentinde arabalarla yapılan vahşice saldırıları düşünelim.

Bir de DAİŞ’in Ortadoğu’nun egemenliğini ele geçirdikten sonraki zafer sarhoşluğu ile Avrupa’ya dört bir yandan yapacağı saldırının sonuçlarını düşünelim. Evet, eğer DAİŞ Ortadoğu’da zafer kazanmış olsaydı şimdi Avrupa kan gölüne dönüşmüş olacaktı. Eğer Kürtler Kobani’de DAİŞ’İn önüne geçmemiş olsaydı, Rakka’da iradesini  paramparça etmemiş olsaydı ve eğer Kürtler binlerce şehidiyle DAİŞ’İn ruhunu öldürmemiş olsaydı bugün Avrupa azılı terörist DAİŞ’İn ayaklarının altında ezilmiş olacaktı…
Kürtlerin direnişi Avrupa’nın da savunma direnişidir…
Evet, Kürtlerin büyük direnişi, Kobani’deki kahramanca duruşu, Rakka seferinde ortaya çıkan yenilmez kuvvet ve binlerce kahramanın şehadeti, DAİŞ’in Avrupa’yı feth etmesini, Paris, Londra, Berlin, Brüksel gibi başkentlerde de kanın oluk oluk akmasını engellemiştir. Demek ki Kürtlerin DAİŞ’le kavgası, ona karşı mücadelesi aynı zamanda Avrupa’nın da kavgası-mücadelesi olmuştur. Kürtler kendilerini savunurken aynı zamanda Ortadoğu’yu ve Avrupa’yı da savunmuştur. Kürtler, Avrupa’yı tam üç yıldır DAİŞ’in fanatik-faşist katil sürüsünden korumaktadır. QSD güçleri bu uğurda binlerce can vermiştir, oluk oluk kan dökmüş, tarifi mümükün olmayan düzeyde bedel ödemiştir.
Erdoğan Haçlı seferinin intikamını DAİŞ’le almak istemiştir…
Ve bir kez daha şunun altını çizmemiz lazım: Avrupa’nın fethini görünüşte DAİŞ yapacaktı, DAİŞ’in çektiği perdenin arkasında gizlenen esas yönetici güç ise Erdoğan ve Tük devletiydi. Erdoğan ve Türk devleti Avrupalılardan haçlı seferinin hesabının sorulması gerektiğini hep söylemiştir. Zaman zaman açık, zaman zaman da dolaylı bir biçimde “Avrupalılara ders vermek gerek, Avrupalılar kendilerini ne sanıyor, öyle bir zaman gelecek ki Avrupa Türkiye muhtaç olacaktır” diyen Erdoğan, her fırsatta DAİŞ’le Avrupalılara kafa tutmuştur. Erdoğan her tehditte, her kafa tutuşundan sonra Avrupa’nın herhangi bir şehrinde bombalar patlamış, arabalarla insanlar toplu halde ezilmişlerdir. Avrupa’da yapılan her DAİŞ katliamı Erdoğan’ın kararıyle olmuştur. Bunu herkes bildiği gibi Avrupalılar da biliyor.
Kürtler Avrupalılar için tehlikeli değildir…
Tüm bu anlatımlarımızdan hareketle şunu belirtmek istiyoruz: Kürtler Avrupalılar ve Avrupa devletleri için asla tehlikeli bir halk değildir. Tam tersine şuan Ortadoğu’da Avrupa halklarının da savunması yapmaktadırlar. Onlar için de ölüyor, onlar için de can veriyor, onlar için de kanlarını döküyorlar. Çünkü DAİŞ herkesin düşmanıdır, DAİŞ’İn terörü herkese zarar veriyor, DAİŞ’ın hedefi sınırsızca herkesi kapsamaktır. Ve DAİŞ’i besleyen, ona güç veren, onu palazlayan, maddi ve manevi destekte bulunan Erdoğan hükmetidir. O zaman Avrupalılar için tehlikeli olan Kürtler değil, Erdoğan hükümetidir. Kürtler hiçbir zaman Avrupa devletlerini, hükümetlerini tehdit etmedi, onlara hakaret etmedi. Ama Erdoğan ve hükümeti her fırsatta Avrupalılara, Avrupa devletlerine ve hükümetlerini hem tehdit ediyor hem hakarette bulunuyor. Bazen göçmenlerle, bazen terörle, bazen de DAİŞ’le tehdit ederek amacına ulaşmaya çalışan Erdoğan ne yazık ki Almanya bazında amacına ulaşmış durumdadır.
Erdoğan’ın amacı Almanya’yı kendi suç ortağını yapmaktır…
Erdoğan iktidara geldikten sonra Kürtlere karşı sürdürdüğü kirli savaşa Avrupa ülkelerini de ortak etmek, yürüttüğü katliam, soykırım, Kürtleri tasfiye etme politikasını Avrupa’ya da kabul ettirmek istemiştir. Yalnız kalmamak için, Avrupa’yı da suça bulaştırmak için bazen tehdit, bazen ekonomik ve siyasi şantaj siyasetini uygulamıştır.  Öyle anlaşılıyor ki Erdoğan, Merkel hükümetini ikna etmiştir. Almanya’nın, dolayısıyla Merkel hükümetinin Kürtleri ısrarla hedef alması, sürekli kriminalize eden kararlara gitmesi bunun en somut örneği olarak karşımıza çıkmaktadır. Erdoğan her tehdit ettiğinde Merkel başka bir yasak kararı aldı. PKK yasağı yetmediği gibi bir de Başkan Abdullah Öcalan’ın posterleri yasakladı. Bu da yetmedi YPJ/YPG bayraklarını da yasaklar listesine ekledi.
Erdoğan biraz daha bastırınca, biraz daha şantaj yapınca, bir iki ihalenin ucunu gösterince bu yasaklar listesine bu kez Kürtlerin miting ve yürüyüşlerinde su ve yemek dağıtımı yasağı eklenmiş oldu. Avrupa’nın orta yerinde, izinli olan bir mitinge stantların yasaklanması mümkün mü? Böyle bir yasak olabilir mi? Ama ne yazık ki Merkel bu yasakları Erdoğan’ın hatırı için Almanya’nın tarihine eklemiş oldu. Erdoğan “su satılmayacak, ekmek verilmeyecek, kitap stantları açılmayacak, yağmurda şemsiye dağıtılmayacak” kısacası sözkonusu Kürtler olunca ‘hiçbir şeye izin verilmeyecek’ dediği için 4 Kasım’da Düsseldorf’ta yapılan mitingte hem her şey yasaklandı hem de polis gösterilere karşı şiddet uyguladı. Binlerce çocuk, kadın ve yaşlının bulunduğu bir mitinge biber gazı sıkıldı, cop kullanıldı, tanklar, kalkanlar getirilip meydan adeta savaş alanına çevrilerek Erdoğan’a mavi boncuk dağıtıldı.
Erdoğan’ın emri yerine gelmiştir…
Erdoğan’ın emri yerine getirilmişti. Yaptığı şantaj amacına ulaşmıştı. Almanya’yı Kürtlere karşı kullanma taktiği tutmuştu. Tıpkı Türkiye’de yaptığı gibi Almanya’nın orta yerinde de Kürtlere biber gazı sıktırmış, çoluk çocuk kadın yaşlı genç denilmeden şiddete maruz bırakma politikası başarıya ulaşmıştı. Bunları biz değil, aynı gün Türk basını manşette vermiştir. “Erdoğan’ın gerginlik politikası amacına ulaştı”, ”Erdoğan’ın Almanya’ya uyguladığı taktik sonuç verdi”, ”Erdoğan’ın göçmenlerle ilgili sıkı pazarlığı Merkel’i Kürtler konusunda ikna etti.” “Alman polisi Kürtlere göz açtırtmadı”. ”En nihayet Alman polisi de Türk polisinin yaptığını yaptı: Kürt göstericilere biber gazı sıktı…”
Bunlar Türk basının manşetten verdiği haberlerdir. Türk basının haberleri bile Merkel ve hükümetinin hangi duruma geldiğini, nasıl da Erdoğan’ın oyuna geldiğini, Erdoğan’ın şantajlarının nasıl da başarıya ulaştığını gösteriyor. Erdoğan da aynı biçimde Merkel’le dalga geçercesine “Bak gördün mü Merkel, sonunda sen de biber gazı kullandın. Demek ki sözkonusu ülkeniz olunca insan hakları fazla bir anlam ifade etmiyor” demiştir.
Uzun sözün kısası; Almanya yanlış yapıyor, gelişmeleri doğru analiz etmiyor, sorunu sadece güncel gelişmelerle ele alıp değerlendiriyor, demokrasi ve özgürlük sorunundan ziyade daha çok göç meselesi ve kendi çıkarlarını esas alarak bazı sonuçlara gidiyor. Bu nedenle hem yanlış düşünüyor hem yanlış yapıyor. Avrupa geleneği, demokrasi ahlakı, düşünce ve felsefeye yaklaşım noktasında yaşamış olduğu deneyim, insan hakları gibi konular dikkate alındığında bile Erdoğan faşizminin asla desteklenmemesi, onun oyununa gelinmemesi gerekmektedir. Ancak Merkel bu yanlışı yapıyor. Umarız bu anlamsız politikadan, çağımıza uymayan yasak mantığından, Kürtleri kriminalize eden tutumlardan vazgeçer…
 
Yukarı