Kürtlerin tarihin en görkemli ve muhteşem bir zamanın kavşağında olduklarını artık herkes söylüyor. Büyük bir bedelle birlikte büyük bir yaşamı kurmanın eşiğinde oldukları kesindir. Sadece kendileri için değil, sadece Türkler, Farslar, Araplar için de değil, tüm Ortadoğu halkları için de büyük bir özgürlük kavgasını veriyorlar. Tarihlerinin en parlak dönemini yaşayan Kürtler, büyük kazanmanın yanı sıra  Ortadoğu halklarının öncü gücü konumundadırlar. Tanrının “yürü ya kulum” dediği bir zamanın en görkemli halini yaşıyorlar demek abartılı olmayacaktır.
Kobani direnişinin en kritik olduğu bir zamanda Fransa’da yaşayan bir bilim insanı ve yazar şunları söylemişti: “Bazı dönemler bazı halkların ve ulusların zamanı olmaktadır. Sanki zaman bir bütün olarak bu ulus ve halklar için akmaktadır. 1950’lerde Yahudi, 1970’lerde ise Filistin ulusu ve halkları böylesi bir zamanı yaşıyorlardı. Şimdi de Kürt ulusu ve halkı böylesi bir zamanın tam orta yerindedirler. İsrail ve Filistin halkı sadece kendilerini esas alarak bazı sonuçlara ulaştılar, ama Kürtler sadece kendilerini değil aynı zamanda Ortadoğu halkları da esas alarak bir yıldız gibi parlıyorlar…”
Bu tespiti yapan bir Kürt değildir. Fransa’da yaşayan, Fransa kültürü ve zihniyeti ile yetişmiş Yahudi kimlikli bir yazar. Bu şahsiyet öylesine bir tespitte bulunmuyor. Çağı, gelişmeleri, süreci ve Ortadoğu’yu inceleyerek, Kürtleri, Kürt hareketlerini, PKK’yi ve Başkan Abdullah Öcalan’ın paradigması ile birlikte Kürt halkının özgürlüğe yürüyüşünün o muhteşem kavgasını görerek böylesi bir sonuca ulaşıyor…
Kürtlerin kutlu bir sıfatı hak ettikleri kesindir. Yaklaşık kırk yıldır sürdürdüğü bu kutsal yürüyüşünü Rojava devrimiyle, Kobani direnişiyle, Rakka zaferiyle, Kuzey’de zamanın en mükemmel direnişi olan şehir direnişi ile daima yükseklerde tutulması gereken genç kahramanların duruşlarıyla taçlandıran Kürt halkı, bu muhteşem yürüyüşünü ulusal bir kongre ve savunma gücüyle tamamlarsa birkaç Rojava devrimini yapacak irade gücüne sahiptir. Bilinci, düşünce gücü, özgürlüğe olan inancı, kardeşlik ruhu ve enternasyonalist duruşu ile Ekim Devrimi’ni aşacak düzeyde bir sonucu yaratacak kadar devrimsel bir halk gerçekliğine ulaşacağı tartışılmazdır.

Kürt halkının bu muhteşem yürüyüşünü tamamlaması için yaşanan referandumla başlayan, Kerkük’le devam eden, daha sonra Güney Kürdistan’ın diğer bölgelerinin kaybedilmesi ile devam eden ihanet sürecinin mutlak anlamda kesintiye uğratılması gerekmektedir. Mevcut durumda bu muhteşem özgürlük yürüyüşünün önünde engel teşkil eden tek bir şey var. Bunlar da ulusal birliğe, ulusal iradenin ulaşmasına, merkezi savunma kuvvetinin oluşturulmasına gelmeyen kurum, parti, kişi ve anlayışlardır. Evet, Kürtlerin görkemli kalkışının önünde engel olan bu anlayıştır, bu zihniyettir, bu ulusal inkarcı tutumdur. Bunların aşılması durumunda bu muhteşem ve görkemli özgürlük yürüyüşü hem Ortadoğu devriminin ortaya çıkacağı bir sonuç olacak, hem de Başkan Abdullah Öcalan’ın özgürlüğü ile neticelenecek bir gelişme ortaya çıkacaktır.
Demek ki önümüzdeki günlerde giderilmesi gereken, yerel-feodal-ilkel ve ulusal ruhtan uzak zihniyetin hem aşılması hem de ulusal bir oluşumun inşasının sağlanmasıdır. Bu, karşımıza temel bir görev ve sorumluluk olarak ortaya çıkıyor
Savaş, savunma, ideolojik, politik ve düşünsel olarak oldukça diri olan Kürtlerin Ortadoğu’da önder bir halk gerçekliğine ulaşmasının önünde en ufak bir engel yoktur. Rojava devrimi, Kobani ruhu ve Rakka zaferi ile yaratmış olduğu enternasyonalist taburlar ve inşa ettiği toplumsal sistemle bu konudaki gücünü bir değil, binlerce kez kanıtlamıştır. Rusya’da gerçekleşen Ekim Devrimi bile bu kadar derin bir toplumsal devrim ve enternasyonalist ruh yaratmamıştı. Bu anlamda Kürdistan devrimi hem Ortadoğu devrimidir, hem de dünya devrimini oldukça etkileyecek bir çizgiye ve stratejik düzeye sahiptir. Bu çizgiyi kalıcılaştırıp derinleştirmek ve giderek sistemli bir toplumsal yapıya dönüştürmek için Kürtlerin öncelikle ulusal bir kuvvete ulaşmaları şarttır. Bu, olmazsa olmaz bir paradigma, bir duruş ve ulusal karar gücüdür…

Bu genel belirlemeler bize şunu gösteriyor: Güney’de halkımızın başına çöreklenen yerel gücün aşılması zorunludur. Hewler’i ele geçirerek birkaç petrol kuyusunu aile zimmetine geçirip “burası Kürdistan’dır, sahibi de, önderi de benim, her şeye karar verecek olan benim” deyip, Kürt halkının onuruyla oynayan tutumların yerle bir edilmesi zamanı gelip geçmiştir. Kürdistan dört parçanın bütünüdür. Kürt halkı da elli milyondan oluşan halk gerçekliğidir. Amed, Hewler, Süleymaniye, Rojava, Mahabad ve dört parçada yaşayan halkımızın genel duruşudur. Hewler olmadan Amed, Süleymaniye yaşamadan Mahabad, Kerkük olmadan Rojava da olmaz gerçekliği, ulusal duruşumuzun ifadesidir. Kürdistan kaderini, Kürt halkının özgür yaşam gerçeğini belirlemek bir kişinin elinde değildir. Bir kişi Kürt halkının iradesini belirleyemez. Bu bağlamda “ben referandum diyorum, referandum olacaktır” deyip, daha sonra tek bir fişek bile patlatmadan Kürdistan’ı terk eden bir şef ve aşiret anlayışının Kürt halkını temsil edemeyeceği, bu süreçte bir kez daha açığa çıkmıştır. Aynı parçada bulunan en büyük güçlerden ikisi olan Goran ve YNK’yi bile ciddiye almayan, her iki hareketin referandumu doğru bulmamasına rağmen dediğinde ısrar eden KDP yapısı, Kerkük ve kendisinin denetiminde olan birçok bölgenin düşmesinden sonra kendini sorgulama yerine, YNK’yi sorumlu tutma kurnazlığını göstermesiyle  başlı başına samimiyetten uzak bir tutum sergilemiştir. Mesut Berzani’in “16 Kasım’da büyük bir ihanet yaşadık” derken kendi pratiğini, tek kişilik kararını, Kürt ulusal kurum ve partileri hiçe sayan oligarşik duruşunu görmezlikten geliyor. Halbuki Mesut Berzani referandum kararını tek başına almamış olsaydı, bu konuda dört parçada bulunan ulusal kurumları ve partileri ciddiye alsaydı ne Güney Kürdistan’ın yüzde kırkını kaybederdi, ne böylesi büyük bir bozgun gündeme gelirdi, ne de “büyük ihanet” dediği durumu yaşanırdı.
Aslında Kürt halkına en büyük kötülük ulusal kongreye, halkın ortak iradesine, savunma kuvvetlerinin tek komutada birleşmesine engel olan tutumdur. Eğer bir ihanetten bahsedilecekse bu durum çok daha belirgindir. İhanet sadece düşmana kurşun sıkmadan ülkesini düşmanına teslim etmek değildir, aynı zamanda ulusal birliğe gelmeyerek ulusunu ve halkını düşmanın saldırısına açık kapı bırakmadır. Kendi toprağını, halkını ve ulusunu zayıf düşmesine vesile olan politik ve diplomasi çalışmalarının parçalı durumda kalmasına neden olmak da ihanetin başka türüdür. Şengal bunun en somut örneğidir. Kerkük bunun daha da somut halidir. Eğer ulusal kongre, ulusal birlik ve Kürt halkının savunma gücü tek merkezde yönetilmiş olsaydı bugün Kürdistan bu durumda olmayacaktı. Demek ki ulusal birlikten kaçmak da ihanetin başka biçimde tezahür edilmesidir. Eğer bu doğruysa hangi parti, hangi kurum, hangi şahsiyet ulusal birliğe gelmiyor ve bu konuda Kürt halkının değil de düşmanın siyasetini izliyorsa, o ihanet içinde yaşıyor demektir.
Evet, artık Kürdistan’da ihanet açık ve deyim yerindeyse dobra dobra teşhir ve tecrit edilmelidir. İhanet artık ulusal kongreye gelmemedir, birlik yerine parçalanmayı, ulusal ve halksal çıkarlar yerine aşiret ve yerelliği esas almayı dayatma tutumudur. Kardeşini, halkını, parçalardaki diğer politik güçleri değil de “diplomasi yapma”, “esnek davranma, “alttan alma” adına düşmanla işbirliği yapma yaklaşımı da ihanetin kendisidir. Parçalarla, parçalardaki güçlerle, siyasi parti ve şahsiyetlerle kavgalı olunabilir, farklı çizgi ve anlayışlara sahip da olunabilir, bunların hiç birisi ulusal birliğin önünde engel değildir. Şengal’de, Şengal savunma güçlerine “‘buradan çıkın, burada gerillanın işi yok” deyip ardından tek bir fişek patlatmadan terk etmenin de ihanet tutumu olduğu açıktır. Önce Şengal’ı vahşi IŞİD’e bırak, sonra da “burası benimdir” diyerek, gerillayı katlet. Nereden bakılırsa bakılsın bu bir ihanet tutumudur.
Sözkonusu Gerilla olunca kabadayı kesil, sıra düşmana geldiğinde ise tavşan gibi kaç yaklaşımı da ele alınması gereken bir durumdur. Özetle ihanet aşılırsa, teslimiyet teşhir edilirse, dört parçanın tümü de vatan olarak görülürse, Peşmerge de tıpkı gerilla gibi Güney, Kuzey, Doğu ve Rojava için savaşmayı bir görev olarak görürse işte o zaman Kürtler sadece Kürdistan devrimini değil, aynı zamanda Ortadoğu devrimini de yapacak kadar güçlü bir kuvvet haline gelirler…



 
Yukarı