Her devrimcinin yarınlara dair düşleri vardır. Düşü ve ütopyası olmayan bir kişi devrimci olmaz, olsa da eksik bir devrimci olarak sadece devrim yolunu açanların peşinden sürüklenir. Bu nedenle devrimcilerin düşleri ve ütopyası olmalı. Daha da önemlisi bu ütopyanın sınırsız ve hesapsız düşlerle yoğrulmuş bir hayat felsefesi olmalı…
Devrimci, statik ve önceden tasarlanmış bir hayatın gerçek anlamda hayat olmadığını bilmeli. Daha da ötesi maddiyat üzerinde inşa edilen bir hayatın düşlerine, ütopyalarına, özgürlük hayallerine ters bir hayat olduğu bilincini mutlak anlamda oluşturmalı. Oluşturmalı ki, her yeri kendi anayurdu ve ana sütü gibi helal görmesinin düşünsel ve ruhsal boyutunu kavrayabilmeli…
Kısacası bir devrimci nerede özgürlük umudu varsa, nerede hayatın gerçek karşılığı olan komünal yaşam, nerede “Yarin yanağından gayri her şeyimiz ortaktır” ruhu bulunuyorsa orada olmalı…
“Her yerde her şeyde hep beraber” diyebilmek için yola çıkan bir havari, bir sosyalist, bir hakikat arayışçısı olarak daima yollara vurmalı kendini. Her zaman ve her yerde kendine hep yeni yollar açmalı. Sınırları olan hiçbir yerin, hukuksal kurallarla çevrilmiş hiçbir hayatın, surlarla hapsedilmiş hiçbir şehrin, tellerle örülmüş hiçbir ülkenin kalıbına girmemeli, onun hukuksal barikatlarına takılmadan meçhul bir yolcu gibi ‘altın çağ’ın sınırsız, sınıfsız ve sömürüsüz yarınlarına doğru bıkıp usanmadan ilerlemeli…
Bazen Proetheus, bazen Zerdüşt, bazen Halac-ı Mansur, bazen Pir Sultan, Bazen Şeyh Bedreddin, bazen “tanrısal” bir varlık, bazen savaşçı, bazen isyancı, bazen sanatçı ve bazen de gerçeklerin peşinden koşan bir gazeteci olarak hep dolaşmalı düşlerinin peşinden…
Böyle devrimciler “nerede” diye sorunlara vereceğimiz ilk isim, hiç kuşkusuz ki Mehmet Aksoy olacak.
Ruhumun tatmini için…

Mehmet Aksoy, bir devrimci, bir gazeteci, bir yönetmen, bir yazar ve bir haberci olarak Rojava’ya gitmiş, oradan da Reqa operasyonunu hem yazmak, hem de IŞİD’e karşı Kürt-Arap-Süryani, Ermeni ve diğer tüm halkların savaşçılarını dünyaya anlatmak için savaşın sıcak cephesinde yerini aldı. Bundan üç ay önce arkadaşlarına “Hayalimde tasarlayıp kurguladığım ama şimdi gerçeklemiş olan Rojava’ya gidiyorum” demişti.

“Kapitalist modernite’nin merkezi İngiltere’de büyüdüm ve orada nasıl bir hayat olduğunu gayet iyi biliyorum. Avrupa’nın tüm ülkeleri ile birlikte yaşam biçimlerini de biliyorum. Beni hiçbir ilişki ve yaşam tarzı tatmin etmedi. Tersine ruhumu daralttı. Ruhumun tatmini için Rojava’ya, Kobanê’ye ve Reqa cephesine gitmeliyim.”

Bu sözler 32 yaşındaki gazeteci ve yönetmen Mehmet Aksoy’a aittir. Malatya’nın Kürecik ilçesinden Londra’ya yerleşmiş ve orada yüksek öğrenimini bitirmiştir. Ancak burada yaşamla ilgili en ufak bir tasarım ve kurgusu olmamıştır. Kapitalist modernitenin yaşam olanaklarından yararlanması için koşullar olmasına rağmen bunu reddetmiş bir devrimci olarak gazeteciliğe başlamış, ezilenlerin hayat hikayelerini perdeye aktarmak için de sinema öğrenimi görmüştür. Daha sonra bir Kürt olarak, Özgürlük Hareketi’nden etkilenerek hakikat arayışını daha da derinleştirmiştir. Onun hedefinde Kürtleri ve ezilenleri haber ve görsellerle dünyaya aktarma hayali vardı hep. Bunun için yönetmen ve daha sonra gazeteciliği seçmiştir. Bu nedenle İngiltere’de Kurdish Question internet portalının genel yayın yönetmeni ve kurucusu olarak çalışmalara başlamış, daha sonra Kom News ve The Region isimli haber sitelerinin yayın hayatına başlamasında aktif rol almıştır. Gazeteci, yönetmen ve belgeselci olan Mehmet Aksoy, 2017’de IŞİD’e karşı savaşan QSD’nin savaşını dünyaya objektif olarak aktarmak için Reqa’ya gitti. Burada gerçekleri yazdı, savaşı görüntüledi, savaşçıların savaş içindeki yaşamlarını belgeselleştirdi.

Zenginliği halkında gören bir devrimci
Ancak Mehmet Aksoy’u esas olarak yücelten, onu saygın ve mukaddes kılan, yine onu soylu ve erdemli hale getiren şey, kapitalist modernitenin merkezini bırakması, bu merkezin renkli yaşamından etkilenmemesi, birçoklarını adeta mest eden bu sanal hayattan kendisinin deyimiyle “tat” almaması ve yine anlamlı yanın çok, ama çok “yoksul” olan Rojava komünal yaşamını tercih etmesidir.
O rahattan rahatsız olan, “zenginliği” ve “renkli” yaşamları statik ve ölü olarak gören, ruhun ve duyguları derin, yoksulluğu halkıyla birlikte zenginlik olarak gören bir devrimciydi. Elbette ki her şahadet acı ve erkendir. Ancak onunki çok daha erken ve acı oldu. Zira o henüz hayal ettiği ve tasarladığı düşlerini gerçekleştirme fırsatını bulmadan şahadete ulaştı…

Düşlerinin peşinden koşan Mehmet, elbette ki ütopyasının gerçekleştirdiği topraklarda hep Mehmet kalmayacaktı. Orada hem çok daha duygu zenginliğine ulaşmıştı. Bu zenginlik ve güzelliklere yakışan ve Kürtçe anlamı şeref-onur-yüce anlamına gelen Firaz olması son derece doğaldı. Dağ’ı da gazeteci, yönetmen ve devrimci olan Halil’in soyadından alması da tesadüf değildir. Bir yandan yücelik anlamına gelen “Firaz” ile özgürlüğü ve Halil’i anlatan “Dağ” soyadı her ikisi de onu anlatan gerçeklerdir…
Firaz Dağ, YPG saflarına katılırken kendini şöyle anlatıyor: “Burada olmaktan onur ve gurur duyuyorum. Direniş ve mücadeleyi çok daha iyi tanıtmak ve duyurmak için buradayım. Şimdi de Rakka hamlesindeyim. Aileme ve tüm arkadaşlarıma selam söylüyorum. Bu mücadeleye nerede olursa olsunlar sahiplenmelerini ve başarıya ulaşması için hiçbir bedelden kaçınmamalarını istiyorum. Burada mutlu ve son derece sevinçliyim…” 
Onurun onurumuz, sözün sözümüz olsun. Söz onurdur onuru asla çiğnetmeyeceğiz…

3999 

YENİ ÖZGÜR POLİTİKA 
 
Yukarı