Kürt halkı, “her şeyin bir bedeli var” sözünü, “Başkan Apo için bir değil binlerce bedel veririz” sözüne çevirmişler. Biliyoruz ki Kürtler “yaparız” dediler mi yaparlar. “Bedel öderiz” dediler mi öderler. “Bir kere değil bin kere de ölürüz” dediler mi ölürler. “Başkan Apo için canımızı da malımızı da veririz” dediler mi, gerçekten de canlarını da mallarını da veririler. Bunu artık herkes biliyor. Yani Kürtler ‘iş olsun’ diye değil, ‘laf olsun’ diye de değil, gerçekten de söylediklerini yapan, sözünün sahibi olan bir halk konumuna gelmiştir.
Devrime, özgürlüğe, demokrasiye, diline, kültürüne ve ideallerine sadık olan Kürt halkının Başkan Abdullah Öcalan’a çok daha sadık olduğunu biliyoruz. “Be Serok Jiyan Nabe” şiyarını yaratan Kürt halkı, gerçekten de onsuz yaşamanın anlamsız olduğuna son derece ciddi ve samimi bir biçimde inanmıştır. Bu inancını 18 yıldır gerçekleştirdiği eylem ve etkinliklerle kanıtlamıştır. O günden bugüne kadar durmamış, eylemden eyleme, panelden panele, etkinlikten etkinliğe, işgalden işgale koşmuş, nefes alamayacak kadar bıkıp usanmadan Başkan Abdullah Öcalan’ın özgürlüğü için mücadele etmişdir.
Zindanlarda gelişen “güneşimizi karartamazsınız” direnişi, tarihte yaşanmış en muhteşem ve kahramanca eylemlerden birisi olmuştur. Onlarca devrimci tutsağının kendini cayır cayır ateş topuna çevirmesi ve bedenlerini tutuşturduğu ateşle Başkan Abdullah Öcalan’ın etrafını güvenlik çemberine alması, başlı başına dikkate alınması gereken bir eylem duruşu olmuştur. Batman’da 67 yaşında bir Kürt kadının kendini balkonda yakması, tarihe geçen başka bir kahramanlık örneği olmuştur. Yunan halkından olan Elefterya’nın kendini cayır cayır yakması sadece Kürtlerin değil, diğer halklardan insanların da artık bedeli çok ağır eylemlerde bulunacağına işaret ediyordu. Roma’da, Almanya’da, Türkiye ve dağlarda “güneşimizi karartamazsınız” eylemleri de Kürtlerin, kadınların, gençlerin ve çocukların bile Başkan Abdullah Öcalan için ödenmesi gereken çok daha büyük bedellerin olacağı anlamına geliyordu.
Bu gerçekliğin bugün çok daha geçerli olduğunu anlatmaya bile gerek yoktur. Bugün Kürtler çok daha kaygılı, dolayısıyla eskisinden çok daha öfkeli. Zira bu sefer iktidarda faşist bir yönetim ve her şeyi elinde tutan ama aynı zamanda dinini, imanını ve vicdanını yitirmiş bir diktatör vardır. Kürtler bu nedenle hem kaygılı hem de öfkeli…

Başkan Abdullah Öcalan’ın sağlık durumu ve yaşamıyla ilgili sosyal medyada çıkan haberin esas olarak AKP ve Erdoğan’ın bir planı olduğu da bilinen bir durum. AKP-Erdoğan ve MHP hep bu plan çerçevesinde Kürt sorununa, dolayısıyla Başkan Abdullah Öcalan’a bakmıştır. “Osmanlı’da oyun bitmez” sözünün TC-AKP ve Erdoğan için de çok daha geçerli olduğunu biliyoruz. Başkan Abdullah Öcalan’ın fiziki olarak tasfiye edilme planı hep Erdoğan’ın kafasında varlığını sürdürmüştür. Ancak hem fırsat bulamamış hem uygun bir zemin yakalayamamış, hem de Kürtlerin kıyamet koparacağından dolayı bu planı hayata geçirememiştir. Çeşitli oyun ve komplolarla planını hayata geçirmeyi de hedefleyen AKP-MHP faşizmi, bu anlamda TC tarihinde oluşan en tehlikeli iktidar ortakları olmuştur.
Kürtler, TC’yi, Erdoğan’ı, MHP’yi ve genel olarak Türk devletini çok iyi tanıdığı için, sosyal medyada çıkan haberle birlikte tüm dünyada olduğu gibi Avrupa’da da ayağa kalktı. Son bir aydır Avrupa’nın hemen hemen her yerinde adeta isyana kalkmış durumda. Kaygılarını öfkeyle dile getiriyorlar. Yürüyüş, miting, oturma ve sivil itaatsizlik eylemleriyle istem ve taleplerini belirtiyorlar. Bu kez sadece seslerini duyurmak ve propaganda yapmak için değil, CPT ve Avrupa Konseyi’nden heyetleri İmralı adasına göndermek için eylemlerde bulunuyorlar. Yani eylem ve etkinliklerin hedefi CPT ve Avrupa Konseyi’nden bir heyetin İmralı’ya gönderilmesidir.
23 Ekim’den bu yana Avrupa Konseyi ve CPT’nin önünde yapılan oturma eyleminin amacı da bu eksendedir. Eylemin hedefi CPT ve Avrupa Konseyi’dir. Çünkü Kürtler, Başkan Abdullah Öcalan’ın esir alınıp İmralı’ya gönderilmesinde Avrupa’yı, dolayısıyla bu iki kurumu da sorumlu tutuyorlar. Avrupa Konseyi , bir anlamda Avrupa yönetimini ifade eder, onun beyni ve ruhu olmaktadır. CPT ise bu Konsey’e bağlı sivil bir kuruluştur. Bu kuruluş herhangi bir cezaevine gidip denetimde bulunabilir. Zaten görevi cezaevlerinde işkenceyi, haksızlıkları, hukuksuzluk ve adaletsizlikleri denetlemek ve önlemektir. Tutsakların haklarını savunmak bu kurumun görevidir. Kurum bunun için kurulmuş, kurumda çalışanlar ise bunun için görevlendirilmişlerdir. Kısacası Avrupa Konseyi, Başkan Abdullah Öcalan’ın kaçırılıp İmralı adasına gönderilmesinde sorumluluk sahibidir, CPT de işkenceyi önlemekle sorumludur. İşte bu nedenle Kürtler bu iki kurumun bulunduğu mekanın önünde oturma eylemini yapıyorlar.

Gerçekten de CPT, denetim amacıyla Türkiye’ye gidebilir. Başkan Abdullah Öcalan ile ilgili çıkan haberler nedeniyle yaşanan kaygı ve kuşkuları gidermek için İmralı adasına gidip Öcalan hakkında sağlıklı ve objektif bir bilgi elde edebilir. Herkes çok iyi biliyor ki Kürtler bir savcının açıklamasına inanmaz. Yıllardır doğru olmayan çeşitli gerekçelerle avukat ve ailenin görüşmesini engelleyen yalancı bir savcının söylediklerine kimse kulak asmaz. Hele hele Kürtler hiç asmaz. Tek çözüm CPT heyetinin İmralı adasına gitmesi ve Kürtleri ikna edecek bir açıklamada bulunmasıdır.
Kürtler, CPT’den tolerans istemiyor. Herhangi bir iyilik talebinden de bulunmuyor. Göreve çağırıyor, görevinin gereklerini yerine getirme isteminde bulunuyor. Sorumluluğa davet ediyor. Bir halkın önderinin fiziki imhasının sözkonusu olduğu bir yerde “hiçbir şey yokmuş gibi davranamazsın’ diyor. “Bize baskı yaparak işimizi zorlaştırıyorsunuz” diyen CPT yetkilileri şunu çok iyi bilmeliler ki, Türk devletinin suç ortaklığını yapıyorlar. Türk devletinin işlediği suça ortak oluyorlar. Kirli ve büyük bir komplo mahiyetini taşıyan, bir halkın kaderini tayın edecek düzeyde ciddi olan bu iddianın netleşmesi gerektiğini çok iyi bilen CPT yetkililerinin kendi koltuklarında rahat oturmaları, Ne ahlakî ne de insanîdir. CPT sekretaryasının, “bize baskı yapıyorsunuz, bu baskıdan dolayı gidersek Türk devlet bize ‘bak işte Kürtlerin baskısıyla geldiniz’ der” söylemi başlı başına sorunlu ve sakat bir yaklaşımdır.
Tabi ki görevini yapmazsan, hiçbir şey yokmuş gibi davranırsan, kaygı duyup sorumluluğunun gereğini yerine getirmezsen sana baskı da yapılır, protesto da edilirsin, gerekirse kaldığın binada açlık grevi de yapılır. Madem ki öyledir, o zaman kendi görevini yerine getir, sorumluluğunun gereği neyse yap! Kaldı ki, iki yıldır sana baskı uygulayan yoktu, neden gitmedin, neden görevini yerine getirmedin?
Anlaşılan odur ki CPT görevini yapmıyor, sorumluluğunun gereğini yerine getirmiyor. O zaman Kürtler de görevini yapacak, sorumluluğunun gereği neyse onu yerine getirecektir. Görev, önderine sahip çıkmak, önderinin sağlık ve can güvenliğini korumak ve bunun için ne gerekiyorsa onu yapmaktır. Avrupa Konseyi ve CPT’nin önünde yapılan süresiz oturma eyleminin anlamı budur. Kürtler sonuç alana kadar burada oturacaklardır…



 
Yukarı