Cezaevlerine tek-tip elbise kuralı getirilecek. Erdoğan emir etti, Padişah buyurdu, kulları da “emredersiniz Padişahım, emriniz hemen yerine getirilecek” dedi. Bu emir yeni yılda hayata geçirilecek. Yani kanun da, yasa da, kural da Padişah Erdoğan’ın iki dudağı arasından çıkan bir sözle hem inşa edildi hem de yeni yılda yaşamsallaştırılacak.
Padişah Erdoğan’ın eskiden beri tek teklerle başlayan konuşmaları boşuna değildi. Tek bayrak, tek devlet, tek vatan sözleri sadece genellemeler değil, aynı zamanda yaşam için de, giysi için de, inanç ve ideolojiler için de hayata geçirilmesi gereken ana kurallar olacağı daha o zaman belli oluyordu. Bazılarının anlamaması ayrı bir konu, ama o zamandan bugünleri görenler vardı.
Önce “askeri vasiyeti kaldırmak” adına neredeyse toplumun tümünü yanına aldı, sonra temizlemesi gerekenleri temizledikten sonra bu sefer AKP’nin demokrasisini dar görenleri susturmak için devlet mekanizmasını tüm gücüyle kullandı ve şimdi artık her şeyi siyaha boyamak için ne gerekiyorsa onu yapıyor.
Demokratlar ve muhalif konumunda olan herkesi içeriye attı, aydınlar, gazeteciler, yazarlar, kısacası AKP’li , sünni Müslüman olmayan, birazcık da olsa nefes almak için sesini çıkartan Alevileri, farklı inanç ve kimlik sahibi olan herkesi zindanlara tıktı, direnen kadın ve gençler işkence çarkından geçirildi. Ona boyun eğmeyen, diz çökmeyen, “ben de varım” diyen Kürtlerin şehirlerini, evleri, köylerini yakıp yıktı…
İşte şimdi sıra cezaevlerinde. Dışarıda teslim alamadıkları muhalifleri içeride teslim almak istiyor. Onurlarını, iradelerini kırmak, ruhlarını bedenlerinden alıp onları birer robot haline getirmek istiyor. Yani bedenleri olan ama ruhları, düşünceleri, duyguları olmayan insanlar. Tek tipleştirme hikayesini zindanlarda da, dışarıda, toplumda yarattığı siyah formu cezaevlerinde de uygulamak istiyor.
Padişah Erdoğan şunu diyecek: “Bunlar topluma karşı suç işlemişler. Bu nedenle herkesin giydiği, herkesin üzerinde aldığı giysileri de farklı olmalı. Çünkü bunlar toplumdan ayrı olmalı, toplumdan farklı şekillenmeli, topluma layık olmayan bu suçlular ayrı durmalı, ayrı yemeli, ayrı içmeli ve tabii ki ayrı renklerde farklı giyinmelidirler.” Nasıl bir algı oluşacak? Tabii ki toplum karşısında suç işlemiş suçlular topluluğu algısı.
Padişah Erdoğan toplumu ve cezaevleri tek tipleştirerek, sözcüğün gerçek anlamıyla faşizmi kalıcılaştırmak, otoriter gücünü devletin gücüne katıp sistemleştirerek ilelebet bir yaşam tarzına dönüştürmek istiyor. Kendisi olmasa da istediği, arzuladığı Erdoğan faşizmini yarınlara, gelecek kuşaklara da devretmesini ısrarla istiyor. Baksanıza; toplumda bir şeyi bırakmadı. Savaşla her şeyi yerle bir etti. Toplumu birbirine kırdırtarak, birbirine karşı düşman hale getirerek, sınıflararası hüsumeti derinleştirerek kendi faşizmini çok daha üst perdede kalıcılaştırmak istiyor. Gözün üzerine kaşın var denilemeyecek kadar zalim ve otoriter bir güç haline gelmesine rağmen, bunu hala yeterli görmüyor.

Şu vurgu asla unutulmamalıdır: Zalimlerin şiddeti varsa mazlumların da direnişi vardır. Tarihin her döneminde bu direnişler yaşanmıştır. Padişah Erdoğan faşizmine karşı da Kürtlerin büyük direnişi vardır. Şimdi bu direniş zindanlara taşınacak, daha doğrusu zindanlarda varolan direniş tek-tip elbise dayatmasıyla çok daha derinleşecek. Geçmişte olduğu gibi bugün de büyük bir devrimci cephe ortaya çıkacak ve tüm tutsaklar bu cephede büyük direneceklerdir. Metris-Mamak-Diyarbakır zindanlarında gerçekleşen direnişler, bugün çok daha katlanarak devam edecektir.
Onurlarını korumak için tek-tip elbiseyi reddeden tutsaklar çok bedel verdiler, çok acı çektiler, haddi hesabı olmayan işkencelerden geçirildiler. Öldüler, öldürüldüler, yaralandılar, kemikleri kırıldı, aylarca hücrelerde aç-susuz, beton zeminlerde çırılçıplak kaldılar, fakat yine de büyük direnerek devletin yaşamı tek tipleştirme politikasına boyun eğmediler. Yine aynı biçimde, aynı tarzda, aynı direniş tonunda mücadeleye atılacaklardır, bu kesindir. Bedeli olacak, ama faşizme karşı mücadele etmenin bedelsiz olmayacağı da başka bir kesinlik noktasıdır. Faşizm tüm gücüyle “sizi yok edeceğim, iradenizi kıracağım, ruhlarınızı bedenlerinizden çekip alacağım” diyorsa, o zaman tutsaklar da “hayır bunları yapamazsın, işte hodri meydan” diyeceklerdir.

Ama bir şey daha var: Tutsakları yalnız bırakmamak. Tutsaklarla mutlak anlamda birlikte olmak. Tutsakların direnişlerine dışarıdan direnişle destek vermek. Onlara uzanan elleri havada tutmak dışarıdakilerin en temel görevleri olacaktır. Savaşı başlatan tutsaklar değildir, onlar sadece onurlarını, iradelerini ve ruhlarını savunacaklardır. Dışardakiler de bu savunma cephesinde yerlerini almalıdırlar. Gelinen noktada dışarıdakilerin, tutsakların direnişini desteklemek ve onların direnişini kendi direnişleri olarak kabul etmek için hiçbir neden yoktur. Çünkü faşizm içerdekileri de dışarıdakileri de, kadınları da erkekleri de, işçileri de emekçileri de, orta sınıfı da esnaf kesimi de, Kürtleri de Türkleri de, Alevileri de gerçek Müslümanları da hedeflemiştir. O zaman faşizm de tüm bu kesimlerin hedefi olmalıdır. Böyle ortak bir cephe oluşturulursa faşizmin yenilgisi mutlak olacaktır.
Kemal Pir, Hayri Durmuş, Akif Yılmaz, Ali Çiçek, Abdullah Meral, Haydar Başbağ, Fatih Öktülmüş, Hasan Telci, Sevgi Erdoğan ve daha yüzlerce cezaevi direniş şehidi dün olduğu gibi bugün de yarın da zindanlarda direniş yoldaşları olarak hep rehber olacaklardır.


 
Yukarı