Evet, bugün Kürtlerin Afrin şahsında büyük bir katliam ve soykırımla karşı karşıya olduğu kesindir. Çünkü Afrin’e dönük saldırı planlaması sadece göz korkutma ve Kürtlerin oluşturduğu sistemi dağıtmaya dönük değildir. Tıpkı Sason’da, Zilan’da, Agîrî’de, Dersim’de olduğu gibi büyük bir katliam yapmanın planlamasıdır. Ne kadar başarılır, ne kadar gerçekleşir, katliamın boyutu hangi düzeyde olur sorularına verilecek cevabın zamanı değildir. Aynı zamanda anlamlı ve gerekli de değildir. Demek istediğimiz Afrin işgal girişiminin amacı Kürtleri büyük bir katliamdan geçirmektir.
Erdoğan’ın, genelkurmay başkanının, Başbakan Binali ve diğer tüm cümle İblis takımının konuşmaları ve daha da önemlisi yapılan askeri hazırlıkların bu doğrultuda olduğunu rahatlıkla görebiliyoruz. Kaldı ki, Türk devletinin geçmişte yaptıklarına baktığımızda bunun böyle olduğu fazla yorum yapmayacak kadar açık ve nettir.
Afrin işgaline karar verenlerin üslupları, lügatleri, tutumları, tarz ve yaklaşımları da geçmişte katliam yapanları bize hatırlatmaktadır. İsmet İnönü, Atatürk ve diğerleri de Erdoğan gibi konuşuyorlardı. Erdoğan’ı dinleyince İnönü’yü, Atatürk’ü, Fevzi Çakmak’ı hatırlıyoruz. Konuşmaları da bize onları anımsatıyor. Sanki Erdoğan onları maskesini takmış, onların ruhlarına bürünmüş. Hep aynı şeyler: “Amacımız terörü bitirmek, Türk devletinin güvenliğini sağlamak, eşkıyanın belini kırıp kafasını kesmek. Daha da önemlisi Kürt kardeşlerimizi bu eşkıyanın elinden kurtarmaktır.”
Erdoğan ne diyor? “Afrin’i alıp gerçek sahiplerine vereceğiz. Zaten orası Arapların, Türkmen ve diğer kesimlerindir. Orada eşkıyanın ne işi var?” Ve devam ediyor: “Suriye yönetimi baş edemediği için orayı boş bırakmış, ama biz varız, bizim olduğumuz yerde evvelallah boş yer kalmaz ve bırakmayız da.” Afrin’i işgale giden Türk askerleri mikrofonlara ne diyor? “Afrin’i yıkmaya gidiyoruz…” Diğeri, “düğüne gidiyoruz, düğüne” diye haykırıyor büyük bir haz duyarak. Peki devşirilen IŞİD artıkları nasıl bağırıyorlar? “Erdoğan’ın emriyle Afrin’e gidiyoruz ve orada ne kadar Kürt varsa bir tekini bile bırakmadan, hepsini öldüreceğiz…”
Afrin işgalinin diğer bir nedeni de Ortadoğu’da oluşmaya başlayan Kürt statüsünü engellemektir. Başbakan Binali’nin “Kürt imkânı her gün biraz daha genişleme imkanına sahip oluyor, bizim amacımız da bunu engellemektir. Afrin harekatının esas hedeflerinden birisi de budur” diye bir açıklaması oldu. Demek ki Afrin’e dönük saldırının iki nedeni var: Birincisi katliam, ikincisi de Ortadoğu’da şekillenen ve giderek doğru bir zemine oturan Kürt statüsüdür. Bu anlamda Türk devleti Ortadoğu’da bir Kürt statüsünü istemiyor. Lozan’da çizilen sınırlar ve ortaya çıkan hukuksal çerçevenin olduğu gibi devam etmesinden yana. Bu bağlamda da kendini Ortadoğu’nun sahibi olarak görüyor. “Ben ne dersem o olur” zihniyeti hâkim. Kürt düşmanlığı temelinde oluşturduğu bu zihniyete İran, Suriye ve Irak’ı da katıyor. Zaman zaman oluşturduğu şer cephesinin nedeni de bundan ileri geliyor.
Peki AKP ve Erdoğan gerçekten de Ortadoğu’da Kürt statüsünü engelleyebilecek mi?
Elbette ki hayır! Gelinen aşamada ne Erdoğan, ne AKP, ne Türk devleti, ne İran ne de diğer Arap ülkelerinin Kürtlerin gelişim sürecini engellemeleri mümkün değildir. Lozan antlaşması bitmiştir. 21.yüzyılda Ortadoğu’yu yüz yıl önce ortaya çıkan hukuksal ve yasal çerçeveyle yürütmek, hele hele Kürtleri statüsüz bırakmak, hiç mi hiç mümkün değildir. Kürtler için ok yaydan fırlamıştır. Kırk yıldır yürüttüğü mücadele Rojava devrimiyle önemli sonuçlar elde etmiştir. Kobanê direnişi ile kendini tüm dünyaya kabul ettirmiş, uluslararası düzeyde önemli görüşme ve anlaşmaların altına imza atmıştır. Son hamle olan Rakka’da IŞİD’e karşı elde ettiği zafer ile aslında kendi statüsünü garantilemiştir.
Kürtler bir geçiş sürecini yaşıyorlar. Ortadoğu’da oluşan yeniden yapılanma sürecinde kendi konumunu bir statüye kavuşturmak için çok daha büyük sorunlarla karşılaşacağı kesindir. Yeniden yapılandırma sürecinde kendi konumunu uluslararası düzeyde statüye kavuşturması hiç kuşkusuz ki tek hamleyle olmayacak. Türk devleti gibi faşist, Erdoğan gibi diktatör, İran ve Arap ülkeleri gibi muhafazakar devletlerin olduğu bir coğrafyada Kürdistan’ın uluslararası düzeyde bir statüye kavuşması son derece zor, kanlı ve çetin olacaktır. Türkiye değil Kürt statüsünü kabul etmesi Kürtlere ait bir çadırın kurulmasına bile izin vermiyor.
Ancak bu böyledir diye her şey onun istediği gibi olacağı anlamına da gelmiyor. ABD ve Rusya dengesinden yararlanması bile artık sonuç alacak bir durumdan uzaktır. Zaten şuurunu kaybetmesinin nedeni de bundandır. IŞİD’i beslemesinin, El Nusra ve El Kaide ile sıkı ilişkiler içerisine girmesinin, mevcut durumda Afrin’e saldırmasının nedeni de budur. Bir anlamda çaresizliğin de ürünü oluyor. Kürtlere düşman bakan bir zihniyet ancak böyle yapabilir. Kürtler için de ok yaydan çıkmıştır. Statü oluşturma konusunda son derece kararlı olduğu gibi bu ortaya çıkan fırsatları değerlendirmek de onun temel görevi olmaktadır.
Her iki tarafın keskin uçlarda olmasını kanlı bir sürecin başlangıcı olarak değerlendirmek de mümkün. Şu an özgürlük ve statü için büyük mücadele veren Kürtler ile kendini Kürt düşmanlığı temelinde örgütleyen ve buna göre stratejisini belirleyen Türk devleti arasında son derece keskin bir çelişki ve çatışma vardır. Birisi özgürlükten ve statüden diğeri ise inkar ve egemenlikten yanadır. Her iki taraf da son derece keskindirler.
Peki ne olacak?
Türk devleti kırılmak zorunda. Zihniyetini, inkâr ve şiddete dayalı, katliam ve soykırımı esas alan politikasını değiştirmek zorunda. Bu değişim öylesine de olmaz. Seçimle, uzlaşmayla, değişik taktiklerle değişmeyeceği artık anlaşılmıştır. Başka bir ifadeyle dört başı mamur bir faşizme, soykırımcı ve katliamcı bir diktatöre karşı kesin ve keskin bir mücadele ihtiyacı vardır. Böylesi bir mücadele tarzı ile ancak Türk devleti kırılarak sonuç alınabilir. Daha da anlaşılır bir ifade kullanırsak Türk devleti kayıtsız şartsız teslim olması gerekiyor. Ona karşı mücadele bu stratejiyle ele alınmalıdır. Bu mücadele stratejisi hem Kürtlerin özgürlüğü hem de Ortadoğu demokrasisi için zorunlu bir haldır. Bunun ötesi yoktur. Ötesi Kürtlerin üzerindeki baskı, şiddet, katliam ve soykırımın kesintisiz ve süresiz bir biçimde devam etmesidir. Ortadoğu’daki kaos, kriz ve savaşın önemli bir sebebi de bununla bağlantılıdır. Demek ki Kürtlerin özgürlüğü ve Ortadoğu’da barışın teminatı Türk devletinin kırılması ile Erdoğan diktatörlüğüne son verilmesidir. Bu bağlamda 2019’da seçimle uğraşmanın bir anlamı yoktur.
Kobanê Kürtleri tüm dünyaya tanıttı ve büyük bir irade olduğunu kanıtladı. Afrin direnişi ve ardından gelecek olan zafer, Kürtlerin statüsünü garantileyecektir. Kürtlerin Ortadoğu’da uluslararası düzeyde statü kazanmasının kaderi bir anlamda Afrin direnişine bağlıdır. Afrin direnişi  Kürtlerin uluslararası statüsünü kazanması demektir. İşte Afrin direnişinin böylesi byük bir anlamı vardır. Bir şehir kırk milyonluk Kürt halkının kaderini belirleyecek. Bu nedenle Afrin kazanacak, Afrin düşmeyecek…




 
Yukarı