Efrin’e dönük yapılan işgal girişimi ve gerçekleştirilen
katliam bir kez daha göstermiştir ki; Türk devleti artık kesin ve tartışmaz bir
biçimde Kürt düşmanı olduğunu göstermiştir. Artık sorun yıllardır yapılan yalan
ve demagojiyle “terör”, “güvenlik” ve “Türkün tehdit altında olması” değildir.
Esas sorun Kürtlerin düşman olarak görülmesi ve görülen bu düşmanın bir statüye
kavuşmasına izin verilmemesidir.
Erdoğan’ın deyimiyle artık “takke düştü kel göründü.” Evet,
bir kez daha anlaşıldı ki Türk devletinin derin yapısı, dolayısıyla onun
politik temsilcisi olan AKP-MHP-Erdoğan-Bahçeli kliği Lozan’dan oluşturulan
hukukla, çizilen sınır ve imza altına alınan inkâr protokol ile olduğu gibi
Kürtleri yönetmek istiyor. Yani yüz yıldır sürdürdüğü imha, inkâr ve bastırma
politikasını bundan sonra da olduğu gibi sürdürme ısrarında.
Bunun için değil Rojava’da Kürtlerin bir statüyle varlığını
sürdürmesi, Kürtler adına tek bir çadırın kurulmasına bile tahammülü yoktur.
Erdoğan ve ekibi bunu artık gizli veya dolaylı anlatmıyor. “Hiçbir oluşuma izin
vermeyeceğiz. Türk devletinin varlığı başka oluşumlara izin vermeme varlığıdır”
diyen Erdoğan’dır. Kürtler, Lozan’dan bugüne kadar inkar ve katliam tehdidinden başka bir şey
duymadı. Erdoğan zaten her gün tehdit ediyor, küfür ediyor ve hep şunu ifade ediyor:
“Suriye’nin ve Irak’ın Kuzeyinde, İran ve Türkiye’de değil herhangi bir
oluşumun kurulmasına izin vermemiz, bir tek taşın bile yerinden oynamasına izin
vermeyeceğiz. Bu, bizim için kırmızı çizgi olduğu kadar aynı zamanda varlık ve
yokluk meselemizdir de .”
İşte bu ‘varlık ve yokluk’ meselesi, bugün Efrin işgalinin
esas nedeni olmuştur. Bunun için kendini Suriye’nin, İran’ın, Irak’ın, daha da
önemlisi Kürtlerin yaşadığı tüm ülkelerin toprak bütünlüğünden birinci derecede
sorumlu gören bu politik anlayış ve bu anlayışın dışa vurumu olan katliamcı ve
soykırımcı zihniyete karşı Kürtler de, artık çok farklı düşünmek ve farklı bir
strateji izlemek zorundadırlar. Türk devleti için sorun PKK sorunu değildir,
sorun Kürtlerin varlığı ve statü kazanmasıdır. Bu politik duruşu tüm parçalar
için de geçerlidir. Mevcut durumda Suriye’den daha fazla Suriye’nin, İran’dan
daha çok İran’ın, Irak’tan daha fazla Irak sınırlarını savunan bir noktadadır.
Güney’de yapılan referandumun ardından oluşturduğu anti-Kürt bloku da bu gerçekliğin
başka bir somut ifadesi olmaktadır.
Efrin’e dönük saldırı da bu eksende olmuştur. Rusya ve
ABD’nin arasındaki çelişki ve çatışmadan da yaralanan Türk devleti kendini
tamamen Ortadoğu’da Kürt politikasının belirlemesinden birinci derecede sorumlu
görmektedir. “Bu sınırların belirlemesinde ben de vardım, dolayısıyla değiştirilmesine
asla izin vermem. Ben ne dersem o olur” tutumu, ABD ve Rusya gerçekliğinde
ciddi düzeyde anlam bulmasa da, ancak yaşanan uluslararası hegomonik çelişki ve
alan kapma yaklaşımı, Türk devletini belli bir noktada Kürt politikasının
belirlemesinde söz sahibi olabilmektedir. Kürt sorunu konusunda İran’la, Suriye
ve Irak’la aynı noktada olmasının yarattığı avantajı da kullanarak bugünkü
düzeye ulaşmıştır. Fransa ve İtalya’dan aldığı silahlar, Almanya ile
ilişkilerinin yeniden düzeltme istemi, eksen değiştirme noktasında ABD’ye
yaptığı şantaj, Rusya’ya yaklaşma talebi de eklendiğinde, Efrin işgali
konusunda bize çok daha berrak bir perspektif sunmaktadır.
Bu genel doğrultu bize şunu gösteriyor: Kürtlerin ABD ve
Rusya ile yapmış olduğu ittifak taktik bir ittifaktı. IŞİD’e karşı yapılan
ittifak süresi bir anlamda IŞİD’in yenilmesi ile birlikte son bulmuştur. Bu
balamda Ortadoğu’nun yeniden paylaşma sürecinde uluslararası hegomonik güçler
çıkarları neyi gerektiriyorsa ona göre hareket edecek, ittifak politikalarını
buna göre belirleyeceklerdir. Avrupa devletleri de kendi ekonomik çıkarları
doğrultusunda tutum alacak ve ittifaklarını buna göre ele alıp
değerlendireceklerdir. Almanya, Fransa ve diğer ülkeler Türkiye ile olan
ilişkilerini bundan sonra da kendi çıkarları doğrultusunda belirleyeceklerdir.
Erdoğan’a ve mevcut politikasına dönük eleştirileri olsa da sonuçta onunla
birlikte var olmayı sürdüreceklerdir.
Bu durumda Kürtler kendi öz güçlerine dayanarak, bugüne
kadar olduğu gibi bundan sonra da kendi çizdikleri doğrultuda yürüyecek ve esas
olarak dayanacakları uluslararası dayanak devletler değil, halklar olacaktır.
Türkiye, Ortadoğu, Avrupa ve diğer halkları esas alarak Rojava devrimini
koruyacak, Efrin’de işgale son verecek, Kuzey ve diğer parçalarda mücadeleyi
yükselteceklerdir. Ama daha da önemlisi kendini ulusal bir irade ve birlik
biçimde örgütleyerek kendini özgürleştirecektir. Rojava devriminin, Güney’deki
kazanımların korunmasının tek garantisi de budur. Efrin’de işgale son verme
doğrultusu da budur. Bir yılan gibi Kürtleri sokmaya çalışan Türk devletine
karşı oluşturulacak panzehir seti, kesinlikle ulusal birlik olacaktır. Kuzey’de
mücadelenin derinleştirilmesinin de panzehiri budur.
Türkiye’de ilan edilen ve giderek kurumlaştırılan AKP-MHP
faşizmine karşı mücadelenin yükseltilmesi ve Türkiye halklarının doğru bir
perspektifle mücadeleye kanalize edilmesi ise, Türkiye devrimci hareketinin
örgütlendirilmesi ve kendini yeniden inşa etmesinden geçtiği kesindir. Türkiye
devrimci hareketleri, aydınları, demokratları ve sivil toplum örgütlerinin
yapacağı tek şey, Kürtlerle birlikte mücadele etmeleridir. Kürtlerden
uzaklaştıkça kolay lokma olacakları, faşizm tarafından yutulacakları, sömürü ve
baskının daha fazla derinleşeceği bilinciyle Kürtlerle ortaklaşmalıdırlar.
Barış kelimesinin bile yasaklandığı bu süreçte, “Kürtlerden uzak duralım, yoksa
bizi de yakarlar” yaklaşımı faşizmi daha da güçlendirecek ve bunu söyleyenler
de en çok faşizm için son derece kolay bir lokma haline geleceklerdir. “Savaşa
hayır” sloganın yasak olduğu bir zamanda kim ki faşizme karşı mücadele ediyorsa
onun doğru yerde olduğunu ve onunla birlikte faşizme karşı mücadele etmenin en
doğru yol olduğunu gayet iyi biliyoruz. Eğer faşizm ortak bir iradeden bu kadar
korkuyorsa ve üç kişinin bile bir araya gelmesine izin verilmiyorsa demek ki
yapılacak tek şey; birlik olmaktır.
Tüm bunlar hem Kürdistan’ın bir statüye kavuşturacak, hem
dört parçada büyük bir ulusal birliği ortaya çıkartacak, hem Ortadoğu’da büyük
bir demokrasi ve özgürlük ortamını yaratacak, hem de Türk-yeşil faşizminin
sonunu getirecektir. Demek ki kurtuluş devletlerde değil, halkların ortak
iradelerindedir. Halkların ortak iradesi ile ancak Rojava devrimi korunabilir,
Efrin’de işgalcilere ölümcül darbe vurulabilir, Türkiye ve Ortadoğu’da
demokrasi inşa edilebilir.
Kürtler bu büyük mücadele ve projenin öncü gücü olarak
verdiği direniş destanlar yarattığı artık tartışılmaz bir doğrudur. Kobani’den
sonra Efrin direnişi Kürdistan’a kesin bir statü getirecektir. Efrin;
Kürdistan’ın hem direnen ruhu, hem yenilmez iradesi, hem sömürgeciliğe karşı
direnmenin cesareti ve kılıcı, hem de statünün anahtarı olacaktır. Efrin
direnişi aynı zamanda Türk devleti ve onun şahsında sömürgeciliğin irade
kırılmasının odağı da olacaktır…