Marx, köleliği içselleştirmiş halklardan bahseder. Bazı tarihsel dönemeçlerde köleliği 'normal' gören ve mücadelesizliği bir yaşam biçimi haline getirmiş olan bu halklar için ağır konuşan Marx, devrimcilerin bu halkların uyanışı için çok mücadele etmesi gerektiğinden de söz eder.

Başkan Abdullah Öcalan da bir zamanlar Kürtlerin düşürülmüşlüğünden ve sömürgeciliği içselleştirmesinden bahsederdi. Sömürge konumunda olan Kürt halkının köleliği ve sömürgeciliği artık 'normal' görmeye ve bunu giderek tek yaşam biçimi olarak büyük bir başarı olarak görmeye başladığını belirtir. Kendi kendini inkâr eden, kendi özünü ve doğal yaşam tarzına sadece yabancılaşmakla kalmadığını, ama aynı zamanda ona tamamen karşıt konuma geldiğini uzun uzun izah eder.

Bu nedenle köleleşmiş ve özünden uzaklaşmış bir halkın zavallılığının ve kendine dönük ihanetinin çözümlemesine gider. Düşkünlüğün ve düşürülmüşlüğün en derin halini yaşayan Kürtlerle ancak mücadele ederek onu onurlu bir halk gerçekliğine kavuşturmanın mümkün olabileceğini de ısrarla vurgular. Bu mücadele ile sömürgeciliğe karşı büyük bir bağımsızlık mücadelesine götürülebileceği konseptini oluşturur. Öncü ve millitan kişiliğin ciltlerle dolu çözümlemesi bu eksende ortaya çıkar...
Zaten Önder Abdullah Öcalan bu tezden hareketle en çok Kürtlerin köle, düşürülmüş ve zaaflarla dolu haline karşı mücadele vermiştir. Gelinen nokta muhteşem bir halklaşma ve özgürleşme düzeyidir.

Türk halkı da Marx ve Başkan Abdullah Öcalan'nın dediği durumdan bin kat daha berbat bir durumdadır. Efendisine ve egemenine benzer bir zihinsel süreci yaşıyor. "Devletlum" zihniyeti Türk veya sonradan Türkleştirilmiş kişilikler için olmazsa olmaz bir özellik haline gelmiştir. Her şeyini devlete ve devleti temsil eden 'erkân'a peşkeş çekebilecek kadar düşürülmüş ve köleliği iliklerine kadar içselleştirmiştir.

Türk halkının esas anlayışı kul-köle anlayışıdır. Devlet ve devlet erkân'ına karşı son derece düşkün ve kölece bir konumda yaşayan Türk halkı, bu anlamda hem devletçi, hem de devletin reddettiği en kutsal değerlere karşı bile durabilecek kadar köle ruhludur. Devletle yatan devletle kalkan, devletle düşünen, devletle var olmayı bir yaşam biçimi olarak gören bir zihniyete sahip olan Türk halkı "kardeşim" dediği Kürt halkına uygulanan soykırım politikasına karşı kendi devletinin ve hükümetinin yanında yer almıştır. Bu anlamda devletin işlediği suçlara aynı zamanda objektif olarak suç ortaklığını yapma konumuna girmekten kurtulamamıştır.

Bu yönüyle Marx sanki Türk halkını tarif etmiştir. Gerçekten de düşürülmüştür, ruhu karartılmış, belleği yok edilmiş, yüreği ve bilinci tamamen dumura uğratılmıştır. Elbette ki bunu yapan egemenlerdir, devlettir ve devletin “erkân“ıdır. Sınıf, halklaşma, kardeşlik ve dürüst olma bağlamında da bunun böyle olduğunu söylemek gerekiyor.

O halde yapılması gereken, düşürülmüş bir halktan özgürlük için ayağa kalkan, kendini devletten bağımsız kılan ve doğru bir yaşam biçimine kavuşturma düşüncesine ulaştıran bir halk gerçekliğine ulaştırmaktır. Sadece onun için egemenlerle savaşmak değil, ama aynı zamanda onun barındırdığı kul-köle zihniyetine karşı da savaşmak artık kaçınılmaz bir görev ve sorumluluk olmuştur. Halk dalkavukçuluğunu aşmak, kapitalist modernitenin düşürmüş olduğu halk ve sınıf gerçekliğine karşı doğru bir mücadele vermek de gerekiyor. Osmanlı ve TC'nin inşaa sürecinde devşirilmiş bir konumu da arz ettiği gerçeği de dikkate alındığında bu iç mücadele çok daha sistemli ve keskin olmak zorunda. Yeni inşaa edilen uluslarda devşirilme gerçekliği ve bu gerçekliğin oluşturduğu çelişkiler de oldukça fazladır.

TC'nin de devşirilerek yaratılan bir ulus ve oluşturulan bir halk gerçekliğini asla unutmadan doğru bir mücadele stratejisine şiddetle ihtiyaç vardır.

Kürt halkı nasıl ki düşürülmüşlükten kurtulup doğru bir yaşam biçimi için ayağa kalkmış ve özgürlüğü için savaşmayı öğrendiyse ve nasıl ki bugün dünyanın en onurlu halkları arasında yerini almış durumdaysa, Türkiye halkı da bunu yapmak durumdadır. Önce düşürülmüş olduğunun bilincine varacak, sonra bu bilinçle kendini doğru temelde örgütleyecek, ardından da “devletlum“ dediği canavara karşı savaşacaktır. Bunu yaparsa ancak gerçek anlamda kardeşlik ve özgür halk olma bilincine ulaşabilir. Bunun dışında kardeşlik ve özgür halk olma bilinci ona göre Türklere biat etme anlamına gelecek ki, bu da köleliğin ve düşürülmüşlüğün ta kendisidir. Aksi takdirde Türk halkı, özgürlüğü için kıran kırana kavga veren Kürt halkına karşı kardeşlik görevini yerine getiremez. Kaldı ki köle bilinci ile yoğrulmuş bir kölenin kardeş bilinci de fazla anlamlı olmaz. Mevcut durumda Türk halkında da aynı bilinci, yani kardeşlik bilincini görmek mümkün değildir. Asker de, polis de, AKP'ye oy veren de, Erdoğan'ın katliamlarını alkışlayan da ezici çoğunluğu oluşturan bu bilinci taşıyan devşirilmiş bir yapıdır...

O halde bu yapının, bu bilincin, bu ruhun değişmesi gerekiyor. Bedenden köle ruhun alınıp onu yerine özgür bir ruhun konulması kaçınılmazdır. Bu görevi yerine getirecek olan da hiç kuşkusuz ki Türkiye devrimci güçleri olacaktır.

Nasıl ki PKK ve Başkan Abdullah Öcalan Kürt halkının taşımış olduğu korku ve köle ruhuna karşı kıran kırana mücade etti ve onu bugünkü özgürlük için savaşan bir halk gerçekliğine ulaştırdıysa, Türkiye devrimcileri de Türk halkının taşımış olduğu köle ruhuna karşı mücadele edecek ve ardından ona doğru bir düşünce ve özgürlük bilinci vererek doğru bir yaşam için savaştıracaktır. Kürt ve Türk kardeşliği ancak bu esaslar üzerinde gelişir, başka türlü kardeşlik olmaz...

Devletin Yakıp yıktığı Kürdistan'ı görmeyen, bunu doğru ele almayan, yapılan kadın ve çocuk katliamlarına bir anlamda sessiz kalarak, polis ve askerlerin vahşetini alkışlayarak destek vermek kardeşlik değildir, olamaz...Kardeşlik acıyı ve sevinci, ekmeği ve aşı, yaşamı ve kaderi birlikte paylaşmayı ifade eder. İşte bunun bilincini oluşturmak gerek. Bunu yapacak olan da Türkiye Devrimci Hareketi'dir...
 
Yukarı