FUAT KAV

Recep Tayyip Erdoğan deli değildir. Belleğini yitirmiş, ne yapacağını bilmeyen, rastgele hareket eden, olay ve olguları önceden hesaplamadan ve düşünmeden konuşan bir kişilik de değildir. Durup duruken gerginlik politikasını yaratan ve koltuğu elinden gideceği için, oyuncağı elinden alınmış bir çocuğun verdiği ani bir refleksle çığlıklar yapan bir zat da değildir. Vladimir Putin veya Neron’a benzer bir düşünce ve ruh dünyasına sahip olabilir, diktatörlük hevesleri olan ve kan emici bir dünyaya sahip de olabilir. Ama sadece bunlardan dolayı gerginlik, kriz ve bunalım siyasetini yürütmüyor.
Tayyip Erdoğan için gerginlik siyaseti bir ilke, bir yöntem, bir tarzdır. Daha doğrusu bunalım, kriz ve gerginlik siyasetinin teorisine uygun bir biçimde hareket ederek politika yapıyor. Biliyoruz ki gerginlik siyaseti iktidar süreçlerinde başvurulan bir tarzdır. Sürekli iç ve dış düşman yaratma, suni sorunlar oluşturma, toplumu gerdirerek onu esas gündemden uzaklaştırma, insanları ilgilenmesi gereken sorunlar yerine, daha çok yaratılan sunni sorunlarla meşgul etme politikası çoğu zaman başvurulan bir yöntem olmuştur. Bu yöntemle iktidarda olan kişi ve güç için kısa sürede belli bir sonuç elde edilmiştir ancak toplumlar için büyük bir felaket olmuştur.
Recep Tayyip Erdoğan’ın uyguladığı yöntem de budur. Bunalım teorisini işleterek sonuç almak isteyen bir politikanın sahibi olan Erdoğan, gerçekten de uzlaşı ve barış içinde bir arada yaşama politikasının kendisi açısından sonuç vermeyeceğini düşündüğünden, daha çok kriz ve bunalım siyasetini uyguluyor. Hatta çatışmalı, düşük yoğunluklu bir savaşın işine daha çok yarayacağını düşündüğünden, eskiden beri gerginlik politikasını esas alan bir strateji izemeyi tercih etmiştir.

Gerginlik siyaseti bilinçli uygulanıyor
Erdoğan, “savaş kimi koşullarda barıştan daha çok karlıdır” sözüne inananlardandır. Bu nedenle kavga etmeyi, gerginlik yaratmayı, kriz çıkartmayı bir taktik olarak sürekli geliştirmektedir. Sık sık “Erdoğan yine konuştu ve yine bir gündem yarattı” deyişimizin altında yatan da budur. Ülkeyi kriz ve gerginlik siyaseti ile yürütmesi çıldırmış olmasından değil, tamamen taktiktir ve tamamen bilinçli, önceden tasarlanmış bir programın sonucudur. İkide bir gündem değiştirmesi, rest çekmesi, kızgın ve öfkeli bir biçimde fırça atması da bundan ileri gelmektedir. Erdoğan, “Bazen barışla değil, kriz ve savaşla iktidarı yürütmek en doğrusudur” belirlemesini kulağına küpe yapmışçasına uygulamakta ve yönetime geldiğinden beri sürekli bu taktiğe başvurmaktadır.
R. Tayyip Erdoğan’ın bir gün olsun tebessüm ettiğini, şaka yaptığını, normal insani davranışlarda bulunduğunu, bir yerlerde oturup sohbet ettiğini gördünüz mü? Hep kırgın ve alıngan, öfkeli ve kızgın, yüzü buruşuk değil mi? Yüzü mahkeme duvarlarına benzemiyor mu? Hep insana küfür edercesine ters ters ve çoğu zaman vahşice bakmıyor mu? Kısacası sokakta, ekranda, kürsüde, parlamentoda, seminer ve panellerde, konferans ve normal sohbetlerde sözcüğün gerçek anlamıyla gergin bir yay gibi durmuyor mu?
Eger tüm bunlara “evet” diyorsak o zaman R. Tayyip Erdoğan bir deli, bir manyak, şuurunu kaybetmiş biri değil, siyaseti gerginlik ekseninde yürüten bir teorisyendir. Erdoğan bu gerginlik teorisiyle, sürekli geçmişin siyah tarafını göstermekle, teklerle başlayıp teklerle bitiren milliyetçi söylemiyle kitlelerin ezici çoğunluğunu fanatikleştiren siyaseti ile Hitler ve Mussolini’nin izleyicisi olarak değerlendirmek yanlış olmayacaktır. Çünkü tüm diktatörler gibi onlar da aynı taktiği izleyerek dünyayı felakete süreklemişlerdir.

Amaç barış değil, PKK’nin tasfiyesi
Müzakere sürecine ilişkin yaklaşımı da aynı teori üzerinden sürdüren Erdoğan, son açıklama ve tutumuyla da bunu çok daha somut bir biçimde ortaya koymuştur. Bunalım yaratarak, gerginlik oluşturarak, ortamı muğlaklaştırarak, fanatiklerini harekete geçirerek karşı tarafı, yani Kürt Hareketi’ni baskı altında tutmaya çalışıyor. Kürt Hareketi’ni kendi koşullarına çekip isteklerini kabul ettirmek için ne kadar yalan varsa hepsini peşpeşe diziyor ve öfkeli bir üslupla ortamı adeta bunaltarak, süreci boşa çıkartmaya çalışıyor.
Erdoğan’ın amacı süreci kendi lehinde sonuçlandırmaktır. Daha açık bir ifadeyle; PKK’yi muhtap haline getirmeden, Kürt halkının savunma gücü olan askeri kuvvetleri dağıtmaktır. Erdoğan bunu gizli de söylemiyor. Şunu söylüyor Cumhurbaşkanı: “Koşulsuz bir biçimde silahları bırakın, ondan sonra gerekirse konuşuruz.”
Kendisinin deyimiyle; “Var mı üç kuruşa beş köfte?” Dünyada böyle bir barışa rastlamak mümkün mü? Hangi kuvvet muhtaplarıyla konuşup tartışmadan, belli bir program ve yol haritası izlemeden elindeki, bir anlamda can simidi olan araçları bırakmıştır? Savaş ve barışın olduğu ülkelere bakın, Erdoğan’ın dikte ettirmeye çalıştığı bir barış sürecine raslamak mümkün mü? Bir de utanmadan IRA ile İngiltere arasındaki barış sürecini örnek vererek, Kürt Hareketi’ni etkilemeye, kamuoyunu da kandırmaya çalışıyor. Erdoğan bir zamanlar durmadan,”Kızımız Sibel’i cayır cayır yaktılar” diyordu. Oysa Sibel’i yakan devletti. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan bu konuda da yalan söyleyerek, kamuoyunun kafasını muğlaklaştırmaya devam ediyor.
Biliyoruz ki her şey insanın istediği aynı rotada ilerlemiyor. Bu kez de öyle oldu. Erdoğan’ın gerginlik, kriz ve bunalım yaratma teorisi bu sefer işe yaramadı ve adeta bir bumerang gibi kendisini vurdu. Bu kez gerginlik dozunu fazla kaçırdığından hükmetle karşı karşıya geldi ve daha önce var olan ama fazla dışa yansıtılmayan kendi iç çelişkilerini çok daha belirgin bir biçimde açığa çıkarttı. Arınç-Gökçek çatışmasının bir görüntü, danışıklı bir dövüş olmadığı, daha sonraki gelişmelerle açığa çıktı. Başkan Abdullah Öcalan’ın Newroz açıklaması bu süreci hızlandırdığı gibi, çözümden yana olmayan zihniyeti de bu şekilde daha açık bir biçimde gün yüzüne çıkarttı.
Bir kez daha anlaşıldı ki Kürt sorunu çözülmeden Türkiye’de ısrar da olmaz, gelişme de sağlanmaz. En “kararlı“, “istikrarlı” gibi görünen hükümetler de çatlar, cumhurbaşkanları da patlar, başbakanlar da kırılıp dökülür. Şimdi olan budur. Demek ki gerçek çözüm ve müzakere süreci ne Erdoğan’ın kurnazlıklarıyla, ne Davutoğlu’nun sürdürdüğü sinsi politikayla, ne Arınç-Gökçek’in horozvari dövüş tarzıyla olur. Gerçek çözüm Başkan Abdullah Öcalan’ın gösterdiği yol haritasıyla ancak mümkün olabilir.
 
Yukarı