Hayri durmuş, askeri darbenin ikinci yıldönümünde öncülük ettiği açlık grevinin 64. Gününde şahadete ulaşmıştı. 12 Eylül faşist askeri darbeyi, yine bir 12 Eylül gününde şahadete ulaşarak, siyasi bazda yenmeyi başaran bir önder olarak tarihe geçmişti. Evet, bundan 34 yıl önce, yani 12 Eylül 1982’de şahadeta ulaşarak düşmanını yenen bir devrimci olarak parti tarihindeki en kutsal mekanında yerini almıştı.

            Büyük bir sabırla, çelik gibi bir iradeyle, keskin bir bilinçle, derin bir inançla bağlandığı davasına leke sürmemesi için bir devriş kadar acılar çekerek şahadete ulaşmadan birkaç gün önce şunları demişti: “Tarihin en mukaddes, en cefakar, en köklü ve en günahsız olan Kürt halkının kaderini değiştirmek için ne lazımsa onu yapmak her devrimcinin, her aydının ve demokrat vazgeçilmez görevidir. PKK bunun için ortaya çıktı, PKK kadroları bunun için eğitildiler, bunun için büyük bir fedakarlık ruhla çalıştılar ve bunun için her birisi bir havari gibi yaşamlarını bu kavgaya adadı. Ancak bu yetmedi, bu fedakarlık Kürdistan halkının özgürlüğünü getirmede kafi olmadı. Ben de bu zindanda, bu vahşetin şaha kalktığı bu zulüm deryasında diyorum ki, ‘mezar taşıma halkına karşı borçludur’ diye yazın…”
            Bu büyük yurtsever, sosyalist ve PKK’li önder, bunları söylerken son nefesini veriyordu. Oysa borçlu değildi. Mücadeleye katıldığı ilk günden itibaren bir maratoncu gibi hep koşarak zafer ipini göğüslemeyi amaçlamıştı. Son nefesini verene kadar da hep böyle hareket etmişti. Zindan sürecinde de bir önder olarak düşünmüş, yaşamış ve şahadete ulaşmıştı. Ama o, “eğer Kürdistan halkı hala özgürleşmemişse, eğer düşman hala Kürt ulusunu inkar ediyorsa ve buna karşı büyük bir zafer yaratılmamışsa demek ki sorumlu olan özgürlük için kavga edenlerindir” diye düşünmüş ve bu nedenle o tarihi sözü sarf etmişti.
            7 Eylül’de şahadete ulaşan Kemal Pir de “çok direndik ama hala özgür bir ülke, bir toplum yaratamadık, demek ki yeterli bir çalışma yürütemedik” demişti. Mazlum Doğan, “çok direndik, çok acı çektik, ama bu zaferimiz için yetmedi. Demek ki daha fazla çalışmalı, daha fazla direnmeliyiz ki zaferi elde edelim” demiş ve o tarihi eylemini gerçekleştirmişti.
  16 Eylül’de şahadete ulaşan Ali Çiçek, “ PKK bana teslimiyeti değil, direnişi öğretti, bu nedenle ben de daha fazla direneceğim ve siz ne yaparsanız yapın beni teslim alamayacaksınız” demiş ve ardından o büyük eyleme katlıma sosyluluğunu göstermişti. 15 Eylül’de şehit olan Akif Yılmaz, “ tarih karşısında suçlu konuma girmememiz, halkımıza karşı günah işlemememiz için direnmeli ve düşmanın her türlü ihanet dayatmasını boşa çıkartmalıyız” demişti.
        



Ölüm orucunun ilerleyen günlerinde Kemal Pir, iki gözünü kayb ettikten birkaç gün sonra şunları demişti: “ Bugün burada son nefesimizi verirken hiç kimsenin haberi olmadığını biliyorum. Belki hiç kimse cenazemize bile sahip çıkmaz. Ölü bedenlerimiz yalnız ve sessizce toprağa gömülecek, bu da kesindir. Ama unutmayın ki bu göreceli ve gecici bir haldır. Çok iyi biliyorum ki ibrkaç yıl sonra adımız ve eylemimiz dilden dile dolaşacak, yeni doğan çocuklara adımız verilecek, gelecek nesil bizim eylemimizle yeni eylemler gerçekleştirecek ve bu özgürlüğe kadar devam edecektir…”
            Evet, bugün onların şahadete ulaştıkları gün olan 12 Eylül’de binlerce Hayri, Kemal, Akif ve Ali serhildanlarda, zindanlarda, dağlarda ve açlık grevinde direniyorlar. Strasbourg ve    Amed’te sürüdrülen açlk grevi eylemi, onların çizdiği yolda büyük bir dirayetle devam ediyor. Strasbourg ve Amed’te açlık grevinde bulunan eylemciler, 14 Temmuz ölüm orucu eylemcilerinin yarattığı eylemle kendi önderlerine sahip çıkmanın soyluluğunu yaşıyorlar.
            Strasbourg’ta açlık grevine başlayan eylemciler şu açıklamada bulunmuşlardı: “ 15 Temmuz’da yapılan darbe girişiminde Başkan Apo’nun can ve sağlığı konusunda büyük endişer duyuyoruz. Bu nedenle bir an önce ya ailesi ya da avukatları Başkan Apo ile görüştürülmesi gerekmektedir. Başkan Apo’nun can ve sağlığı konusunda kesin bir bilgi alanıcaya kadar süresiz ve dönüşümsüz olarak açlık grevine başlıyoruz…”
            Bu açıklamayı yapan beş Ezidi Kürt, bu yazı kaleme alındığında açlık grevinin 18. günündeydiler. Ve onlar yavaş yavaş ölüme doğru ilerliyorlar. Çünkü her bir eylemci kararlı ve son derece sağlam bir duruşla önderlerine bağlı. Başkan Abdullah Öcalan’ın genelde Kürt halkı, özelde ise Ezidiler için ne kadar anlamlı olduğunu biliyorlar. Onlar, onu herhangi bir önder değil, Kürt halkına dil, bilinç ve özgürlük ruhu veren bir önder olarak görüyorlar. Bu nedenle önderleri için seve seve ölümü göze alan bu beş eylemciyle birlikte direnmek artık bir onur ve namus borcu olmuştur.
            Amed’te başlayan eylem ve daha sonra değişik yerlerde girilen açlık grevleri elbettr ki anlamlı ve önemlidir. Ama bu da yetmiyor. Çünkü onlar hergün ölüme gidiyorlar, bilerek, anlayarak ve an an ölüme doğru ilerliyorlar. Ölümlerini durdurmanın tek yolu var: Başkan Abdullah Öcalan’ın sağlığı ve güvenliği hakkında kesin bilgi elde etmek. Bu da ancak Türk devleti yapabilir. O halde Türk devletine karşı direnmek hem kutsal bir görevi oluyor, hem de 5 Şengal Ezidi Meclisi üyesi olan Ezidi kürdün ölümünün önünde set çekmek anlamına geliyor.
            Dolayısıyla herkes Başkan Abdullah Öcalan için harekete geçmeli, herkes beş Ezidi Kürdün eylemine sınırsız biçimde destek vermeli, herkesin bedeni ve ruhu Strasbourg’ta olmalı. Herkes CPT’nin görevlerini yapma konusunda elinden ne geliyorsa onu yapmalı, gün herkesin borcunu mutlak anlamda ödeme günüdür…


 
Yukarı