Faşizm; birlik-beraberlik, ulus-devlet,
vatan-bayrak ve sınır hakimiyeti ile kendisini tamamen iktidarlaştırarak
tekleştirme hareketidir.
İdeolojisi ırkçı-milliyetçi ve tekçidir.
Başka düşüncelere, başka uluslara, başka vatanlara, başka bayrak ve sembollere
tahammülü olmadığı gibi, onalarla birlikte aynı çatı altında olmayı, yan yana
yaşamayı asla istemez, kabul etmez.
Devleti; tanrının yeryüzüne gönderdiği
dokunulmaz ve dolayısıyla kutsal bir varlık olarak görür. Irkçı ve milliyetçi
ideolojisini de bu kutsal varlığın ışığı olarak benimser. Dolayısıyla ırkçı ve
milliyetçi ideolojisini tanrının en kutsal ışığı, onun nuru olarak ele alır ve
dokunulmaz, ondan başkası olamaz anlayışıyla yaklaşır.
Faşizm genel olarak ulus-devlet bağlarına,
daha çok “kandaş”, “vatandaş” ve “devletdaş” anlayışı ile bakar. Ona göre aynı
kanı taşıyan, kul-köle zihniyeti ile bağlı vatandaşlardan oluşan bir devlet
ancak kendisini yaşatabilir ve “temiz” bir kale konumunda varlığını
sürdürebilir. Bunun dışında, yani “kanıbozuk olan vatandaş” gerçek anlamda
vatandaş olamaz, dolayısıyla “asil” ve “yedi sülalenin temiz ruhuyla” inşa
edilmiş bir devet konumuna da ulaşılamaz.
Faşizm ideolojisi ve zihniyeti gereği tekçi
ve otoriter bir devlet oluşumunu esas alır. Bu oluşumun kendisi ulus-devlettir.
Ulus-devletin selameti için faşizm elzemdir. Faşizmde ise tekler vardır.
Teklerin dışında başka bir hayat yoktur. Tek renk, tek düşünce, tek zihniyet ve
tek “adam” tanrının verdiği emirle yerine getirilmesi gereken kutsal bir iştir.
Tekler aşılırsa “kutsal devlet”, yer yüzüne indirilmiş tanrının vekili olan
ulus-devletçik de aşılır. Bu nedenle sadece “siyah” var olmalı ve sadece
“siyah”a yaşama hakkı tanınmalıdır.
Tüm bunlar bize hangi ülke ve hangi faşist
diktatörlüğü hatırlatıyor: Elbette ki İspanya ile Franco’yu, İtalya ile
Mussolini’yi, Almanya ve Hitler’i. Peki başka hangi ülke ve hangi diktatörü
hatırlatıyor?: Tabii ki Türkiye ve Erdoğan’ı.
Erdoğan da tıpkı Franco, Mussolini ve
Hitler gibi kendine has ve kendine özgü bir faşizm yaratarak belli bir sonuca
ulaşmaya çalışıyor. O da tıpkı diğer faşist diktatörlükler gibi önce “yumuşak”
ve “şefkatli” bir maskeyle iktidara geldi, iki ayağını yere sağlam bastıktan
sonra devlet yapısını tamamen faşist yapılanmaya göre yeniden ele alıp
değerlendirdi. Orduyu, polisi, yargıyı, bürokrasiyi ve toplumsal zihniyeti
kurmak istediği faşist sisteme göre düzenledi.
Erdoğan da tıpkı diğer faşistler gibi
devletçi, ırkçı-milliyetçi, tekçi ve “vatandaş”çıdır. Her konuşmasını teklerle başlatıp
“vatandaş” la bitiriyor. Her konuşmasında mutlak anlamda “güçlü” devletten,
“temiz” soydan, “asil” kandaşlıktan ve yedi sülaleden bahsediyor.
Siyahtan başka hiç bir rengi, sünni
islamdan başka hiç bir inancı, Türk’ten başka hiç bir farklı ulus ve etnik
kimliği kabul etmiyor. Varsa yoksa siyah renk, sünni islam ve tek Türk
kimliğidir. Anadolu ve Mezopotamya’da yaşanan onlarca inanç ve kimliğin onun
için hiç bir kıymeti harbiyesi yoktur. Türklüğü kabul etmezsen “bölücü”
olursun, sunni islamın dışında kendi inancının gereklerini yerine getirirsen
“zerdüşti” damgası ile damgalanırsın, demokrasi ve özgürlük istersen “terörist”
ve “vatan” haini olursun...
Şu artık tartışılmaz bir gerçektir: AKP ve
Erdoğan kendi faşizmini yaratmış durumdadır. Devleti ve bayrağı
kutsallaştırmış, sunni islamın dışında tüm inançları adeta yasaklamış,
kendisinin savunduğu düşünce dışında tüm düşünceleri men etmiş, farklı
örgütlenme ve yaşam arayışını tamamen ortadan kaldırmıştır. Ona göre AKP bir parti, bir siyasi düşünce
olarak Türkiye’ye, hatta tüm dünyaya yeterli olmaktadır. Kendisi de bu siyasi
düşüncenin yaratıcısı olarak Türkiye’yi yönetecek düzeyde ve kapasitede olduğu
için hükümetlere, kabineye, başbakana, bakanlara, dolayısıyla da meclise gerek
yoktur. Hitler de, Mussolini de, Franco da bu tarzda kendi faşizmlerini
oluşturarak “tek lider”, “tek şef” halinde yıllarca ülkelerini yönetmişlerdi.
Erdoğan'ın; “onlar ‘tek şef’ ve ‘tek lider’ oldularsa, neden ben olmayayım”
diye düşündüğü kesindir. Sadece düşünmüyor, aynı zamanda şu anki pratik
uygulamalarıyla bu düşüncesini hayata geçiriyor.
Erdoğan “onlar” gibi faşizmi
kurumlaştırabilir mi? Sanmıyoruz. Estirdiği terör ve Kürdistan’da uyguladığı
siyasi ve fiziki soykırımla bunu yapmaya çalıştığı doğrudur. Ama Kürdistan ne
İtalya’dır, ne İspanya ve ne de Almanya’dır. Erdoğan da Franco, Mussolini ve
Hitler değildir. Her şey birbirinin zıddı ve her şey çok farklı bir zamanda ve
farklı mekanda cereyan etmektedir. Üstelik Türkiye’de, yani Erdoğan’ın yaşadığı
zeminde Kürtler otuz yıldan fazladır mücadele yürütüyor. Bu mücadele
uluslararası boyutlara ulaştığı gibi, dünyaya örnek teşkil edecek Rojava gibi
bir sistem kurmuşlardır.
Son süreçlerde Kürtlerin örgütlü gücüne
saldırılması, HDP milletvekillerinin tutuklanması, siyasi soykırımın ve bununla
birlikte fiziki soykırımın derinleştirlmesi bu gerçeği değiştirmez. Tam tersine
bu süreç AKP ve Erdoğan faşizminin çok daha erken yıkılmasına neden olacaktır.
Çünkü Erdoğan, ateşi benzinle södürme gibi büyük bir hata daha yapmıştır.
“Musul’u, Kerkük’ü, Cerablus’u, Minbiç’i, Bab’ı alacağım” derken, varolanı da
kaybedeceği kesindir. Osmanlı hayali Kürtlerin ” sert” kafasına çarpacaktır…
Buna Erdoğan ve AKP faşizmine karşı ortak bir cephenin oluşumu da eklendiğinde,
Türk faşizmi çok daha erken kaybedecektir.