Seçim sonuçlarını anlatmayacağım. Yaşanan hırsızlıkları, elektronik ortamında çalınan oyların hikayesini, başta Urfa’da olmak üzere Kürdistan’ın birçok ilinde zor, şiddet ve katliamlar eşliğinde gerçekleşen seçim çalışmalarını da anlatmayacağım. Bunlara gerek yok. Sadece tekrar olur. Ayrıca tüm bunları zaten görsel olarak herkes izledi. Türkiye halkı da, Avrupa kamuoyu da, tüm dünya basını ve sosyal medya kullanıcıları da izlediler.
Ayrıca seçim kararından hemen sonra AKP-MHP, Erdoğan-Bahçeli arasında yapılan seçim ittifakının nedenleri de bilinen bir durum. İttifakın esas nedeni HDP’in baraj altında bırakılması ve Kürdistan’daki tüm oyların tek blokta birleştirilmesiydi. Zaten bunun içindir ki Kürdistan’da HDP’in oy çoğunluğuna rağmen en az 16 Milletvekili AKP-MHP’ye geçmiştir. Bu da biliniyor.
Faşizm kurumlaşıyor…
Bilinmeyen ve hala farkında olunmayan AKP-MHP faşizminin ve Erdoğan-Bahçeli diktatörlüğünün Türkiye’de artık kurumlaşmasıdır. Evet, eskiden Türkiye’de on yılda bir yapılan askeri darbeyle faşizm iktidara gelir ve birkaç yıl sonra rutin bir işlevsel halle yeniden “sivil” sürece geçilirdi. 1961, 1972 ve 12 Eylül 1980 yılında gerçekleşen askeri darbeler ile faşizm yönetimi ele geçirmişti. Ancak 24 Haziran seçimi ile AKP-MHP faşizmi ve Erdoğan-Bahçeli diktatörlüğü kalıcı olacak şekilde yönetime el koymuştur. Görünüşte sivil, biçimde seçimsel, oylamayla darbe yapanlar kravatlı, ama özünde faşist ve bu faşizmi yönetenler de diktatör. Artık şu iyi biliniyor ki Türkiye’de faşizm eskisi gibi on yılda bir rutin bir biçimde askeri darbe ile gelmez. Hem Türkiye koşulları, hem uluslararası konjonktür bu tarza uygun olmadığı gibi, Avrupa ve ABD de bu yolu çok fazla tercih etmez. Genel olarak tercih edilen yol seçimle sivil iktidarı ele geçirme ve bir daha ayrılmamadır.
Avrupa ve ABD bunu gayet iyi biliyor…
Türkiye halkı bunun farkında mı, bilemiyoruz. Ancak Avrupa bunun bilincinde, ABD bu gerçeği gayet iyi biliyor. Tam 16 yıldır iktidarda at koşturan, geldiği nokta itibarıyla da devleti bir bütün olarak ele geçiren AKP ve Erdoğan’ın 24 Haziran seçimi ile faşizmi kurumlaştırma noktasında önü sonuna kadar açılmıştır. Bu anlamda Erdoğan artık bir diktatör olarak faşizmi engelsiz ve eksiksiz bir biçimde uygulayabilecek her türlü hukuksal ve toplumsal alt yapıyı oluşturmuştur. Zaten faşizm, faşizmi yöneten diktatörlerin, devleti tüm kurum ve kuruluşlarıyla kendi faşist ideolojisine göre biçimlendirme projesidir. Faşist devletleri, diğer devlet biçimlerinden ayrıştıran temel noktalardan birisi budur. Erdoğan da 24 Haziran seçimi ile birlikte Türk devletine buna göre biçim verecektir. Bu istem ve arzu aynı zamanda Türk ırkçı-faşist tekelci burjuvazinin istem ve arzusudur da.

Uluslararası güçler de faşizme destek veriyor…
Uluslararası güçler de başka seçeneği olmadığından, Türkiye’nin faşizme kayışı ile ilgili izlenen politikaya bir biçimde destek sunmaktadır. Esas desteğinin nedeni ise, tek alternatif olan Kürt Özgürlük Hareketi’nin olmasıdır. Çünkü Özgürlük Hareketi’nin oluşturmak istediği sistemi kendi çıkarlarına göre oldukça tehlikeli görmektedir. “PKK olmasın ama AKP-MHP faşizmi olsun, Başkan Abdullah Öcalan olmasın fakat Erdoğan-Bahçeli diktatörlüğü olsun” anlayışı onları faşizmle, Erdoğan-Bahçeli’yle uzlaşmaya götürüyor. Bir zamanlar Joe Biden’in “Amerika bir eldir. Eldivenleri ise Ürdün, Suudi ve Türkiye’dir. Erdoğan’ın zaman zaman uluslararası güçlerle çelişmesinin bu gerçeği değiştirmediğini vurgulamaya bile gerek yoktur.
Bu genel belirlemeler ışığında şunları belirtmek mümkün:
1- Emir vaki bir biçimde dayatılan seçim kararı bir saldırı konseptinin meşrulaştırma projesidir…
2- 24 Haziran seçimi halklar, inançlar, emekçiler ve Kürt halkı için meşru değildir. Tamamen önceden hazırlanan bir senaryo ile 24 Haziran’da hayata geçirilen bir tiyatro oyunudur. Bu oyunun yazarı ve yönetmeni Erdoğan’dır. Bu kötü ve çirkin senaryonun yazarı olan Erdoğan aynı zamanda baş rolde oynamıştır.
3- 24 Haziran seçimi Türk devletinin faşist bir devlet niteliğine kavuşmasını sağlayan, Erdoğan’ın ise diktatörlüğünü meşrulaştıran bir sürecin başlangıcı olmuştur. Bu anlamda Erdoğan 24 Haziran akşamı “balkon” konuşması ile kendini hem diktatör ilan etmiş hem de “herkes haddini bilecek ve sandıktan çıkan sonucu kabul edip, devletimizin bekası için ne gerekiyorsa onu yapacaktır” diyerek, faşist süreci çok açık ve net bir biçimde ilan etmiştir. Seçimden üç gün sonra İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun HDP ve CHP yöneticilerini “artık buralarda barınamayacaksınız, buradan defolun gidin, o bölgeyi yakıp yıkacağım” biçiminde sarf ettiği sözler, Erdoğan-Bahçeli’nin ne yapacağını ve nasıl bir sistemi inşa edeceğini de göstermiştir.
4- Normalde AKP-MHP, Erdoğan-Bahçeli seçimi kaybetmiştir. Önceden hazırlanmış bir yol haritasına göre oylarının çoğunluğu alarak kendini diktatör ilan etmiştir. Her diktatör gibi seçimi kutsal ve her şeyden önce gören bir seçenek olarak hep ifade etmiştir ama yine her diktatör gibi, her seçimde de çoğunluğu elde etmiştir. Yani her diktatör gibi seçimleri olmazsa olmaz bir unsur olarak görürken kaybetmeyi de asla bir seçenek olarak görmemiştir. “Seçime giderim ama ben kazanırım” ilkesini hep esas almıştır. Biliyoruz ki diktatörler seçimleri kaybetmek için değil, diktatörlüklerini meşrulaştırmak için yapmışlardır. Bir zamanlar bir diktatör şunu demiştir: “Kaybetme riski binde bir de olsa seçim yaptırır mıyım?” Erdoğan’ın mutlaka bu diktatörün söylediğinden haberi vardır.
5- HDP, her türlü baskı ve devlet tarafından organize edilmiş oy çalma operasyonuna rağmen barajı aşmıştır. Barajı aşma HDP’nin esas hedefi olmuştur. Kuşatılmış, etrafı tamamen boşaltılmış, bir anlamda kolu kanadı kırılmış, yöneticileri ve seçim çalışmasında yer alacak tüm üyeleri tutuklanmış olmasına rağmen büyük bir emek gücüyle hem faşizme karşı dik durmasını bilmiş, hem büyük bir demokrasi mücadelesini vermiş hem de demokrasi ve özgürlükten yana olanların odağı haline gelmiştir. HDP demokrasiden yana olanların limanı olmuştur. Diktatörlüğe ve faşizme karşı dik durmayı esas alanların limanı…HDP aynı zamanda enternasyonalist bir parti olarak da ortaya çıkan bir irade olmuştur. Kürtleri Arapları, Çerkezleri, Ermenileri, Asuri-Keldani ve Süryanileri, Alevileri, Ezidileri, kadınları, kısacası Anadolu ve Mezopotamya coğrafyasında ne kadar dil-kimlik ve inanç varsa hepsini saflarına alarak büyük bir demokrasi hareketinin öncüsü olmuştur.
6- “Cumhur İttifakı’na karşı CHP’nin öncülüğünde kurulan “Milli ittifakı”n daha sandıklar açılmadan maskesi düşmüştür. Bir anlamda Muharrem İnce’nin şahsında ve öncülüğünde verilen demokrasi mücadelesi bir düdüğün çalması ile son bulmuştur. Ringde galip gelen boksörün eli daha havaya kaldırılmadan, alelacele havluyu atıp peşinen pes etmeyi kabul eden boksör gibi, Muharrem İnce de seçim boyunca Erdoğan ile çıktığı ringde daha nakavt olmadan nakavt olmayı peşinen kabul etmiştir. Her tarafta oyların talan edildiği haberinin geldiği saatlerde ortaya çıkmayan Muharrem İnce tam bir gün sonra moralsiz ve şekilsiz bir biçimde aniden ekran karşısına çıkarak, “tamam kabul ediyorum, ben kaybettim adam kazandı” deyip milyonları hem yüzüstü bıraktı, hem hayal kırıklığına uğrattı hem de ana sütü gibi helal olan oylara sahip çıkamadı. Daha birkaç saat önce binlerce avukatla YSK kapısının önünde oturacağını, en ufak bir şüphe karşısında milyonları meydana çıkartacağını söyleyen İnce ne yazık ki süt dökmüş kedi gibi, ekran karşısında büyük bir korku ve panik içerisinde milyonlara teslim olma çağrısında bulundu. “Aman ha, sakın provokasyona gelmeyin, iç savaş çıkar, sonra ben sorumlu tutulurum” anlamına gelebilecek mahiyetteki açıklaması CHP’nin devletçi ve teslimiyetçi, kitleleri iktidara ve devlete bağlayan ruhunu bir kez daha açığa çıkarttı. “Hırsızlık olmuştur ama o kadar değil, ne kadar olsa da sonuçta on milyon değildir” diyerek, sözcüğün gerçek anlamıyla Kılıçdaroğlu’nun öteki yüzü olan Muharrem İnce artık CHP ‘de genel başkan olsa da asla demokrasi cephesinde yer alamaz. Ürkek, korkak, ikircikli ve ödü kopan bir “lider” faşizme karşı dik duramaz. Oysa faşizme karşı mücadele dik durmayı ve cesur olmayı gerektiriyor. “Ola ki organizede bir hata oldu da çoğunluğu elde edemedim. İç savaş pahasına da olsa iktidarı ve yönetimi bırakmam” diyen Erdoğan kadar bile demokrasi için riski göze alamayan Muharrem İnce daha şimdiden kaybetmiştir. Bu anlamda CHP’ye daha cesur, daha kararlı, demokrasi için riskleri göze alan sorumlu bir lidere ihtiyaç vardır.
7- İktidar için iç savaşı göze alan Erdoğan-Bahçeli, AKP-MHP kliği kesinlikle bir savaş ve Kürtleri soykırımdan geçirme konseptidir. Oluşturulacak kabine bir savaş kabinesi olacak. Plan ve izlenecek yol savaş ve kan üzerinde olacaktır. Bu nedenle önümüzdeki günler, aylar ve hatta yıllar savaş, kan, gözyaşı ve Türkiye’nin daha fazla bitme ve tükenme yılları olacaktır.
Ancak büyük bir muhalif güç, demokrasi cephesi ve diktatörlüğü kabul etmeyen bir irade de vardır. Ancak bu güç yeteri oranda örgütlü değildir. Parçalı ve dağınıktır. Kendi içinde farklılıklara ve değişik argümanlara sahip olduğu için bir araya gelme konusunda ciddi sorunlar yaşamaktadır. Bu durum faşizm ve diktatörlüğün işine gelmektedir. Erdoğan-Bahçeli buradan güç almaktadır. O zaman bu gücün hemen birleşmeye ve örgütlenmeye ihtiyacı vardır. Faşizme, diktatörlüğe, Erdoğan-Bahçeli’nin savaş konseptine karşı olan herkes gücünü birleştirmeli, oluşacak cephede yer almalıdır. Rengi, cinsi, kimliği, milliyeti, inancı ne olursa olsun hiç kimse bir başka kimseye “ideolojin ne” demeden bu birlik içinde yer almalıdır. Çünkü faşizm her renge, her kesime, her cinse ve her inanca, Erdoğan-Bahçeli diktatörlüğü de Kürtlere de, Türklere de, Ermenilere de, Çerkezlere de, Alevilere de, gerçek Müslümanlara da karşıdır. Karşı olmadıkları sadece AKP-MHP’li olmaktır. Toplumun yüzde yetmişi AKP-MHP faşizmine karşıdır. Erdoğan’a göre “HDP de, CHP de aynıdır, Kılıçdaroğlu ile Pervin Buldan aynı ayardadırlar, Muharrem İnce ile Sezai Temelli aynı telden çalan iki vatan hainidir.” Madem ki böyledir o zaman Kılıçdaroğlu HDP’ten korkmamalı, Muharrem İnce Pervin Buldan ve Sezai Temelli ile yan yana gelme cesaretini göstermeli. Tüm CHP’li seçmenler Kürtlerle el ele vererek faşizme karşı mücadele kuvvetine kavuşma ruhunu göstermelidirler. Başka çare yok, yoksa faşizm tam bir canavar gibi herkesi yutar. Sonra kimse kimseye kızmasın, CHP HDP’ye, HDP CHP’ye, CHP seçmenleri Kürtlere, Kürtler CHP seçmenlerine sitem etmesinler. Birbirine kızma, sitem etme, küsme, birbirini suçlama zamanı değil, faşizme karşı ortak mücadelede birlik olma ve dik durma zamanıdır…
 

 
Yukarı