Türk devletinin; Erdoğan-Bahçeli öncülüğünde AKP ve MHP’nin yürüttüğü siyasetin içine girmiş olduğu derin krizi, diktatörlük, teokratik ve faşist rejimle aşma arayışını anayasayı değiştirmekle giderme çabasında olduğunu biliyoruz.

Ortadoğu’daki gelişmeler, Rojava devrimi, Kürt Hareketi’nin giderek bir aktör konumuna gelmesi, Kürtlerin bir ulus olarak belli bir statüye kavuşma siyasetinin derinlik kazanması sonucu, Türk devleti var olan yasalarla krizi aşmasının mümkün olamayacağını anladı ve sürece faşist bir rejimle müdahale etme politikasını gündemine aldı. Erdoğan’ın Cemaat’le ittifakı bozması, daha sonra darbenin önünü açması, ardından Olağanüstü Hal ilan etmesi, oluşturulmaya çalışılan faşist rejim için bir ara dönem uygulaması oldu.

Erdoğan’ın “Ortadoğu’daki krizi, kapımıza dayanan savaşı, bölücü terör örgütünün Kuzey Suriye’de oluşturmaya çalıştığı statüyü mevcut sistemle, elimizdeki hantal bürokrasiyle, var olan meclis ve yasalarla aşmamız asla mümkün değildir” demesi, sadece bir kişinin kendisini diktatör ilan etme meselesi değildir. Esas olarak mesele; Kürt halkına karşı düşünülen soykırım politikasının bir an önce hayata geçirilmesi, Kürt Özgülük Hareketi’nin iradesinin kırılması, Rojava devriminin tasfiye edilmesi ve Lozan Antlaşması’nın korunmasıdır.

Anayasa değişikliği öyle basit ele alınacak bir durum değildir
Erdoğan, sadece diktatör olmak ve olası bir yargılama sürecinden kurtulmak için böylesi bir değişikliğe gitmiyor. Erdoğan’ın Türkiye’den çok kendisini, ailesini ve malını-dolarlarını düşündüğü kesindir, ama bu çalışmanın içinde aynı zamanda derin devletin de olduğunu unutmayalım. Bazı uluslararası güçlerin içinde olduğu da doğrudur. Erdoğan’ın, “değişiklik yapmazsak, yetkiler tek elde merkezileşmezse, devlet mekanizmasını hızlı bir biçimde çalıştırmazsak, Türkiye elden gidecek. Yeniden paylaşılmak istenilen Ortadoğu’da kaybeden Türkiye olacaktır” demesi, boşuna değildir. Bir kişi, tek başına faşist bir rejim, teokratik bir sistem ve ortak yaşamı tamamen değiştirecek şeriata dayalı bir hayatı getiremez.

Esas sorun, Kürt sorunudur
Kürt Özgürlük hareketinin tasfiye edilmesi, Rojava devriminin ortadan kaldırılması, ardından Güney’de oluşan yerel oluşumun yıkılarak, sorunun bir bütün olarak çözülmesidir. Esas mesele budur. Anayasa değişikliğine bu perspektifle yaklaşmak daha doğru, daha isabetli olacaktır.
O zaman anayasa değişikliğine HAYIR demek, sadece Erdoğan’ın diktatörlüğüne karşı çıkmak değildir. Aynı zamanda faşizme, tek kişilik yönetime ve oluşturulmak istenilen teokratik sisteme karşı da bir mücadeledir. Kürt soykırımına karşı bir duruş, getirilmek istenilen şeriat yaşamına karşı demokratik bir mücadeledir. Erdoğan ve Bahçeli amaçlarına ulaşırlarsa, yani sandıktan evet çıkarsa, Türkiye cehenneme dönüşür. Alevilerin, Kürtlerin, Ermeni ve diğer tüm farklı ulustan olan halkların büyük bir baskı altına alınacakları, hatta yeniden bir katliamdan geçirilme ihtimali yüksektir.
Erdoğan’ın, “vatan hainleri, Türk düşmanları etrafımızı sarmış, ecdadımızın yarattığı devletimizi ortadan kaldırmak istiyorlar. Ama bunlara aman vermeyeceğiz, bunlardan bedeli çok ağır hesabını soracağız” demesi, elbette ki boşuna değildir. Mevcut yasalarla katliam yapmanın zor olduğunu, daha doğrusu, ilerde bazı yargılamalara neden olacağını bildiğinden anayasa değişikliğine gitmektedir. Erdoğan kendini güvenceye almak istiyor. Malını-mülkünü-politik çalışmalarını, katliam sürecinde yer alacak askeri ve siyasi yapısını güvenceye almak istiyor. Bunun için de mevcut yasaları değiştirmek ve tek başına iktidar olmak, tüm yetkileri elinde merkezileştirmek, istediği zaman ve istediği gibi Kürdistan’ın dört parçasını işgal etmek, Kürtleri soykırımdan geçirmek, Alevileri sindirmek, gerçek Müslümanları ezmek, kendisine bağlı, biat eden bir yeşil sermaye ve vurucu çete gücünü oluşturmak istiyor.

Erdoğan ve Bahçeli’nin dediği ‘evet’in anlamı budur. Bu nedenle ‘evet’ yerine HAYIR demek; herkesin, her insanın, her Müslüman’ın, her demokratın, her Alevinin görevi, esas işi olmalıdır.
“Evet” demek; Alevilerin, Kürtlerin, gerçek Müslümanların katliamlarına evet demektir. “Evet” demek faşizme, tek kişilik yönetim yapısı olan teokratik bir sisteme, devletin daha fazla inkârcı ve ezen bir güce dönüşmesine evet demektir. “Evet” demek yeni cemaatlerin türemesine, yeni “Hoca Efendi”lerin boy vermesine, ordunun, polisin, yargının, savcı ve yargıçların tamamen Erdoğan’ın denetimine girmelerine evet demektir.

Tüm bu nedenlerden dolayı kesin ve net bir biçimde HAYIR demek, artık insan olmanın, namusluca yaşamanın bir gereği haline gelmiştir. Erdoğan’a biat etmeyen tek bir insanın bile insanca yaşama olanağının olamayacağı, buna izin verilmeyeceği anlamına gelen “evet”e kesinlikle HAYIR demek, insan olmanın en temel ölçütü haline gelmiştir.

Taciz ve tecavüzün neredeyse günlük yaşamın bir parçası haline getiren AKP-Erdoğan sistemine “evet” demek, bu yaşama, yani kadınlara, çocuklara tecavüz edilmesine “evet” demektir. Erdoğan-Bahçeli-AKP-MHP’nin “evet”i, tecavüzcüsüyle evlenmeye “evet” demektir. Bu kesinlikle böyledir. Dolayısıyla, Erdoğan’ın “evet”ine kitlesel olarak ilk HAYIR diyecek olanlar, kadınlar ve anneler olmalıdır. Babalar, eşler, kısacası “ben insanım, namusumla, gururumla, özgürce yaşamak istiyorum” diyenler olmalıdır.

Şeriat cehenneminde yaşamak istemeyenler de, evet değil, HAYIR demeliler. Erdoğan’ın şeriatı, asla gerçek Müslümanların algıladıkları tarzda bir şeriat değildir. Erdoğan her şeyi olduğu gibi, şeriatı da kendine göre inşa etmektedir. “Başları örtülü bacılarım hapishanelere atıldı, onların temsilcisi biziz ve iktidara geldiğimizde buna asla izin vermeyeceğiz, herkes özgür olacak” diyen Erdoğan, AKP’li olmayan sayısız başı örtülü kadını bizzat kendisi tutuklatmıştır. Ona biat etmediği için, neredeyse her gün gözaltına alına HDP İstanbul Milletvekili Hüda Kaya ve çocukları bunun en somut örneğidir. Demek ki şeriat kanunlarını sadece laik kesimlere karşı değil, gerçek Müslümanlara karşı da kullanacaktır. Dolayısıyla gerçek Müslümanlar da Erdoğan ve Bahçeli’nin “evet”ine HAYIR demeliler.

Özetle; fiziki ve siyasi soykırımlara,
Kadın ve çocuklara yönelik taciz ve tecavüze,
Politikleşmiş Sünni İslam’ın farklı ulusal ve inançsal baskılarına,
AKP-MHP-Erdoğan-Bahçeli ve devlet faşizmine,
Her türlü birey ve kurumun diktatörlüğüne,
Toplumsal ve iç savaşa neden olacak, demokratik ve özgürlükçü bir yaşama karşı inşa edilmek istenilen Şeriat yaşam tarzına,
Şehirlerimizin, orman ve evlerimizin yakılıp yıkılmasına,
Kürt halkına karşı yürütülen inkâr ve imha savaşına,
Kürdistan ve Suriye’nin işgali için gönderilen askerlerin ölümüne, Hırsızlığa, talana, yalana, ikiyüzlülüğe ve münafıklığa, yaratılmak istenilen korku imparatorluğuna HAYIR!
İMRALI’da 18 yıldır Başkan Abdullah Öcalan’a uygulanan çürütme politikasına HAYIR!
HAYIR‘larınız hayırlı günlere vesile olsun…
 
Yukarı