9 Ocak 2013'te Paris’te üç Kürt kadını hunharca katledildi.
PKK’nin kurucu üyelerinden Sakine Cansız, Kürdistan Ulusal Kongresi (KNK) Paris
Temsilcisi Fidan Doğan ile Kürt gençlik hareketi üyesi Leyla Şaylemez, Paris’in
merkezinde bulunan Kürdistan Enformasyon Bürosu'nda kafalarına sıkılan
kurşunlarla öldürüldüler. Kısa bir süre sonra katilin Ömer Güney olduğu tespit
edilmiş, ardından yapılan sorgulama neticesinde tutuklanıp Paris’teki Fresnes
Cezaevi’ne konulmuştu.
Cinayet Fransa'nın başkenti Paris’te işlenmişti. Sakine Cansız ve Fidan Doğan aynı
zamanda Fransa oturumlu kimlik ve pasaportuna sahiptiler. Leyla Şaylemez ise
Fransa’da misafir olarak kalıyordu. Bu anlamda işlenen cinayette sadece
cinayeti işleyen devletlerin değil, aynı zamanda Fransa’nın da sorumluluğu
vardı. Fransa, ya cinayeti gerçekleştiren devletleri deşifre edip olayı bir
bütünsellik içerisinde açığa çıkartıp kendini aklayacaktı, ya da kendisi de
işlenen bu vahşi cinayete ortak bir devlet olarak tarihe geçecekti.
Fransa
bunu biliyordu. Politik iktidar ve siyasete öncülük eden aktörler kadar,
yargıçlar da bunu gayet iyi biliyorlardı. Politik iktidar ve siyasi aktörler,
daha doğru bir anlatımla Fransa devleti ya cinayeti açığa çıkartıp bazı
ekonomik ve siyasi riskleri göze alacaktı, ya da cinayeti işleyen devletlerle
suç ortalığına yatarak işlenen vahşete suç ortağı olacaktı.
Gelinen
nokta; Fransa devleti olayı açığa çıkartmadığı gibi, bu vahşi ve hunharca
işlenen cinayete suç ortağı olma yolunu seçmiştir. Bu vurguları çok açık ve net
bir biçimde yapmamızın nedeni, Fransa’nın elinde olan tetikçiyi yargılamayı
geciktirerek cinayeti işleyen Türk devletini aklama çabasına girmiş olmasıdır.
ÖMER GÜNEY ‘ZANLI’
DEĞİL KATİLDİR
Üç
Kürt kadının hunharca katledilmesinde tetiği çekenin Ömer Güney olduğu
kesindir. Fransa Cumhuriyet savcısı da bunu tereddütsüz bir biçimde ifade
ediyor. “Cinayeti işleyen Ömer Güney olduğu kesinlik kazanmıştır” diyen savcı
her nedense aradan dört yıl geçmesine rağmen gerekli yargılamayı başlatmadığı
gibi, iddianameyi de adeta kaplumbağa yürüyüşüyle hazırlamıştır. Ellerinde
katil-tetikçi olmasına, tetikçinin kullandığı telefon görüşmelerinin kimlerle
olduğu bilinmesine, daha sonra katil ile katile talimat veren MİT elemanlarının
konuşma videosu kamuoyuna sunulmasına rağmen mahkeme süreci bir türlü
başlatılmamıştır.

Daha
sonra Türk istihbarat servisinin üç yetkili ismi olan, Şube Müdürü O. Yüret,
Daire Başkanı U. K. Ayık, Başkan Yardımcısı S. Asal ile Başkan H. Özcan’ın
imzasını taşıyan 18 Kasım 2012 tarihli “gizli” ibareli belge ortaya çıkmıştı.
MİT’in bu resmi belgesi aslında Sakine Cansız’ın öldürülmesi belgesidir. Bu
belgede “kod adı Sara olan Sakine Cansız’ın etkisiz hale getirilmesi için
gerekli operasyona girişilecektir” denilmektedir. Bu belgenin MİT’in resmi
belgesi olduğu yapılan araştırma ve inceleme neticesinde kesinlik kazanmıştır.
FRANSA CUMHURİYET
SAVCISI OLAYA YÜZEYSEL YAKLAŞMIŞTIR
Fransa’nın
elinde bu kadar açık ve somut bilgiler olmasına rağmen hem yargılama sürecini
bilinçli olarak geciktirmiş, hem de bu somut bilgiler iddianamede adeta iddia
konusu olmaktan çıkartılmıştır. Daha doğrusu bu somut bilgiler muğlak hale
getirilerek, cinayeti tetikçiyle sınırlı kılma çabasına girilmiştir. Aslında
iddianame kendi içerisinde çelişkilerle dolu bir sürecin düz anlatımından
ibaret bir laf yığını halini almıştır.
İddianamede
Ömer Güney’in katil olduğu vurgusu somuttur. MİT’ten emir aldığı vurgusu ve
bazı somut bilgilerle önemli sonuçlara ulaşma tespiti de somuttur. Tetikçinin
kullandığı telefon numaralarının bir kısmının MİT ile yapılan görüşmelerde
kullandığı da belirtilmektedir. Ancak savcının katilin ilişkide olduğu MİT
elemanlarının örgütlü olup olmadığı, cinayeti işleme emrini MİT merkezinden
alıp almadığı yeterince netleşmediğine dair vurgu yapması bir önceki somut
bilgileri de boşa çıkartmaktadır. Bu vurgunun Türk devletini işlemiş olduğu
cinayetten “yırtma”ya dönük bir çaba olduğu kesindir.
MİT MERKEZİ İLE ÖMER
GÜNEY’İN İLİŞKİLERİ SOMUTTUR
Halbuki
savcının kendisi, Ömer Güney’i MİT’le bağlantılı çalışan bir eleman, bir katil
olduğu sonucuna ulaşmıştır. Telefon bağlantıları ile birlikte çok daha değişik
ilişki ve görüşmeleri var. Yine Ömer Güney’in Türkiye’ye giderken MİT’le
ilişkilerinin somut belgeleri mevcut. Tüm bu somut bilgi ve belgeler, savcının
hazırladığı iddianamede yer alıyor. Tam da “tüm bu nedenlerden dolayı Paris
cinayeti, Türk devletinin resmi kurumu olan MİT tarafından
gerçekleştirilmiştir” diye kesin bir yargıya ulaşması gerekirken, ne yazık ki
savcı bir anda tüm bu bilgi ve somut delilleri adeta unutarak katil Ömer
Güney’in MİT’in merkezi yapısıyla doğrudan bir ilişkisinin olup olmadığı,
dolayısıyla cinayetin MİT’in içinde yaşanan bazı kişilerin mi yoksa MİT
merkezinin emriyle mi işlediği sonucuna varılamamıştır” diyerek, Türk devletini
işlemiş olduğu cinayetten adeta beraat ettirme yolunu seçmiştir.
Türk
devletinin cinayeti işlediğine dair somut belgeler mevcuttur
Türk
devletinin Sakine Cansız ve iki arkadaşının katledilmesi konusunda o kadar
somut deliller var ki, öyle fazla araştırmaya, özel bir inceleme ve farklı bazı
bilgilere ulaşmaya bile gerek yoktur. Tüm somut deliller savcının elinde, onun
hazırladığı iddianamede mevcuttur. Basına yansıyan video ve dört MİT elemanın
imzasıyla ortaya çıkan “gizli” damgalı emir dışında yığınca somut bilgi ve
belgeler vardır.
Dava
dosyasına bakan hakim Jeanne Duyé’nin “terör veya gözdağı ile kamu düzenini
ağır bir şekilde bozmak amacıyla bireysel veya kollektif bir tertip ile ilişki
içerisinde cinayet işlemek” diyerek, Ömer Güney’i suçluyor. Suçlaması doğru,
ama cinayet bireysel değil, kollektif ve oldukça örgütlü olduğu kesin
olmamasına rağmen, “veya bireysel” demesi doğru değildir.
Çünkü
cinayet işlendikten on gün sonra Almanya’dan Fransa’ya Ömer Güney'i cezaevinde
ziyarete gelen Ruhi Semen adında bir MİT elemanı vardır. Ruhi Semen’ın MİT
elemanı olduğu kesindir. Bu bilgiyi tescil eden Fransa ve Almanya resmi
makamlarıdır. Ruhi Semen cezaevinde Ömer Güney’le görüşürken, Fransa
yetkilileri ses alıcı cihazla görüşmeyi olduğu gibi dinliyor ve yapılan
konuşmaların tümü iddianamede yer alıyor. Ömer Güney, Ruhi Semen’e MİT’e özel
mesajlar iletiyor. Ne pahasına olursa olsun kaçırılması gerektiğini, kendisinde
olan “emanet”in kaçtıktan sonra ilgili kişi veya kuruma teslim edeceğini, kaçma
sırasında onlarca güvenlik görevlisi öldürülse de yine de yeniden cezaevine
dönmeyeceğini belirtiyor.
Ömer
Güney çok daha somut ve özel bilgiler veriyor. Cinayeti işleyenin esas olarak
MİT olduğuna dair kesin kanıtlar sunuyor. “Sen Anne’ye, Bey’e söyle onlar
bilirler, onlar yardımcı olurlar, onlar anlarlar” diyerek, Ruhi Semen’in
ısrarla onlara ulaşmasını sağlamaya çalışıyor. Kendisinde olan “emaneti” bizzat
kendisi tarafından “Bey” e vereceğini söylemesini istiyor. Savcı, “Anne” ve
“Bey”in MİT elemanları olduğunu söylüyor, bunu iddianamede uzun uzun anlatıyor,
ama bu iki MİT görevlisinin kim olduğuna dair ya ciddi bir araştırma çabasına
girmiyor, ya da bilerek es geçiyor. Öyle ya, bunca somut bilgi ve delile rağmen
cinayeti işleyen Ömer Güney’in MİT’ten emir alıp almadığına dair kesin bir
sonuca ulaşmasının mümkün olmadığını belirtiyor.
Örneğin
savcı, Ömer Güney’in bahsettiği “Anne” dönemin MİT Müsteşar Yardımcısı Afet
Güneş, “Bey” denilen kişi veya kurum ise MİT Müsteşarı Hakan Fidan
olabileceğini neden düşünmüyor ve neden bunun mümkün olabileceğine dair en ufak
bir araştırma yapma gereğini duymuyor?
Çok
daha vahim bir hata veya es geçme olayı ise Ruhi Semen'in katil Ömer Güney’le
görüşmeden hemen sonra yakalanıp sorgulanmamasıdır. Görüşme yerine yerleştirdiği
özel ses alma cihazına rağmen görüşmeden sonra Ruhi Semen’in sorgulanıp
üzerinde bulunan belgeleri dosyaya konulması gerekirken bu yapılmıyor. Ruhi
Semen’i sonradan Almanya’da Alman polisi sorguluyor. Alman polisinin eline çok
önemli belgeler geçiyor. Ömer Güney’in Ruhi Semen’e dikte ettirdiği notlar
bulunuyor. Bu notlarda hem cezaevinden firar girişim planı hem de “Anne” ve
“Bey”e, yani MİT’in merkezine gönderilmesi gereken bilgi notları bulunuyor.
Ayrıca Ruhi Semen’in evinde, MİT’in, Ömer Güney’in annesine gönderdiği
mektuplar bulunuyor. Bu mektuplar, Cezaevinde Ömer Güney’e verilmek üzere
annesine ulaştırılması gereken mektuplardır.

Tüm
bu somut bilgi ve belgeler Ruhi Semen’in MİT elemanı olduğunu, bu MİT
elemanının Ömer Güney ile MİT merkezi arasında bilgi akışını sağladığını, Ömer
Güney’in cezaevinden gönderildiği hastaneden kaçırılması için özel planlar
hazırladığını gösteriyor. Ruhi Semen'in aynı zamanda cinayeti işleyen
kişilerden birisi olduğu sonucuna ulaşmak da mümkün olmasına rağmen, Fransa bu
MİT elemanını sorgulama gereğini duymadığı gibi, daha sonra tutuklama talebiyle
Almanya hükümetine başvurma gereğini bile duymuyor.
Kısacası
Fransa, Paris’te katledilen üç devrimci Kürt kadının katilinin Türk devleti
olduğunu biliyor. Bol miktarda belge ve bilgi olmasına rağmen devleti
yargılamaktan ısrarla menediyor. Erdoğan’ın açıklaması bile bunu çok daha somut
hale getiriyor. Fransız yargıçları cinayeti işleyen katilin tek başına
olmadığını, bunun kolektif bir cinayet olduğunu ve Türk devletinin kirli
savaşını Avrupa’ya taşırma planının bir parçası olduğunu gayet iyi biliyor.
Eğer öyle değilse o zaman Fransa yargıçları ve adaleti, daha da önemlisi
hükümeti bu iddialara yanıt vermek zorunda:
1.
Savcı neden Ruhi Semen’i sorgulama gereğini duymadı?
2.
Savcı neden MİT elemanı olan Ruhi Semen’in elindeki belgeleri bizzat kendisi
değil de birkaç gün sonra Almanya polisine başvurarak, Ruhi Semen’i sorgulama
gereğini duyuyor?
3.
Savcı Ruhi Semen’in, Ömer Güney’in cezaevinden kaçırma planına rağmen, içeriye
silah ve bomba sokma tasarısına karşın ve katilin cinayetle ilgili bilgi
notlarını MİT’e gönderdiğine dair somut belgeler olmasına rağmen neden Ruhi
Semen’i tutuklama emrini çıkartmıyor?
4.
Savcı, ısrarla istemiş olduğu bilgi ve belgelere rağmen kendisine cevap verme
tenezzülünde bile bulunmayan Türk devletine karşı neden en ufak bir eleştiride
bulunmuyor ve neden bilgi ve belgeleri karartma iddiasıyla gerekli hukuksal
işlemlerin gereğini yerine getirmiyor?
5.
Savcı son derece önemli olan böylesi bir davayı neden sürüncemede bırakma
gereğini duydu ve neden katilin hasta olmasını bilmesine rağmen dava
iddianamesini daha erken hazırlamadı?
6.
Daha önce Aralık 2016 tarihinde görülmesi gereken duruşma neden gerekçesiz bir
biçimde 23 Ocak 2017 tarihine ertelendi?
7.
Mahkeme tarihinin ertelenmesi, acaba katil Ömer Güney’in ölüm sınırına ulaşan
bir zamanın planlamasından dolayı mıydı?
8.
Ömer Güney nasıl oldu da aniden “öldü?” Daha önce hasta olduğu doğru, ama ölüm
derecesinde hasta olduğuna dair hiçbir bilgi ve belge olmamasına rağmen, nasıl
oldu da bir gün ansızın hastanede can veriyor?
9.
Böylesi önemli bir davanın ölen katili için onlarca kez otopsi sürecinden
geçirilmesi gerekirken, bu sürecin katil Ömer Güney için işletilmediğini
biliyoruz. Bunun nedeni ne?
10.
Yargıçlar, katil Ömer Güney’in 2011 yılının sonlarına doğru ansızın Almanya’dan
Fransa’ya gelmesi, uzun sürede burada kalması, nasıl geçindiği, nerede kaldığı
gibi konularda bile en ufak bir araştırma gereğini duymamışlardır: Bunun nedeni
ne? Acaba Almanya’dan Fransa’ya transfer edilen ortak bir katil, kolektif
olarak kullanılan bir “eleman” mı?
11.
Davanın zamanında görülmemesinin, sürekli ertelenmesinin, katilin ölüme terk
edilmesi ve MİT’le, devletle olan bağlarını muğlâklaştırma çabasının esas nedeni
Fransa ve Türk devletinin derin hatlarının bir anlaşması olmasın?
Sonuç
olarak Paris’te hunharca katledilen üç devrimci Kürt kadının katili Türk
devletidir, katledileme emrini veren de Erdoğan ve onun yürüttüğü savaş
kabinesidir. Fransız yargıçları bunu bilmeli, yapılacak en ufak bir araştırmada
bile bunu açığa çıkartacak kadar yığınca bilgi ve belge vardır.
Aslında
mevcut derme-çatma halinde elimizde bulunan iddianamede bile bu bilgi ve
belgeler mevcuttur. Fransa’nın Türk devletini aklaması için bu yaptıkları
gerekli ve zorunludur. Fransa bu konuda sabıkalı bir devlet konumundadır. Çünkü
daha önce de işlenen siyasi cinayetlerden hiç birisi açığa çıkmamış ve
dolayısıyla Fransa hep şaibeli bir konumda kalmıştır. Sadece Fransa’nın
aklanması için de değil, adaletin yerine gelmesi için de bu gereklidir. Kürtler
adalet istiyor, ama bizce en fazla adalet istemesi gereken Fransa devleti ve
halkı olmalıdır. Çünkü Fransa mevcut haliyle Türk devletinin suç ortağı
konumunda görünmektedir. Bunun için de olsa bile Fransa bir devlet olarak
Paris’te işlenen bu vahşi cinayeti açığa çıkartmalıdır. Kürtler bunu ısrarla
istiyor.