Siz Türk devletinin sağa sola sataşmasına;
Her zora girdiğinde kabadayılık taslamasına;
Zayıf gördüğü devletlere ve halklara saldırmasına;
İkide bir komşularını tehdit etmesine;
“Dünyaya sulhu getirecek olan tek güç biziz, ama
gerekirse dünyayı, bizi sevmeyenlerin başına da yıkarız, bunu da kimse
unutmasın” naralarına;
“Gerekirse bin yıl da savaşırız. Şehitlik
mertebesine ulaşan, onun şerbetini kana kana içen bir milletin torunlarıyız”
demesine bakmayın!
Siz Erdoğan’ın attığı naralara da, Başbakan diye
geçinen soytarıya da, sabahtan akşama kadar gezip dolaşan ve her gittiği yerde
büyük yalanlar söyleyen, psikolojik savaş yürüten AKP’nin rantçılarına da kulak
asmayın!
Hergün onlarca ‘zafer’ kazanan zavallı generallere,
hergün onlarca kez tükürdüklerini yalayan sözde vekillere, hiç bir şeye
inanmamalarına rağmen tanrıya el pençe divan durma taklidi yapan sahte
‘inanmışlar’a, ahlaki değerlerini tamamen tüketmiş Mehmet Metinerlere de
bakmayın siz!
Kendini beş paraya pazarlayan, yalandan başka bir
şey yazmayan, haberden ziyade Erdoğan’ın ayakkabısını temizlemenin insanlığa
olan yararlarını anlata anlata bitiremeyen, AKP’nin Allah tarafından kurtarıcı
olarak gönderilen kutsal bir hayır kurumu olduğuna dair neredeyse her gün yazıp
çizen uyduruk medya ve satılmış yazarlara da bakmayın!
Hırçın ve öfkeli olma, elindeki güçle her şeyi ezip
geçme çabası, yetkiyle zulüm ekme, oluşturulan bir grup çeteyle her yere ölüm
yağdırma hali çoğu zaman yenilgi yolunda başka bir şey yapamamanın işareti
olduğunu asla unutmayın...
Hoşgörüyle, anlayışla, uzlaşıyla, hak ve hukukla,
adalet ve insan olmanın en derin erdemliliği ile çare bulma girişiminde
bulunmayanların zulümle, yetkiyle, baskı ve şiddetle, kırım ve sefaleti
yaymakla çare aradıklarını biliyoruz...
Hırsız birisine ‘hırsız’ dediğinizde müthiş
öfkelenir. Seri cinayet işleyen bir katile ‘katil’ dediğinizde size tepki
gösterir, bir tecavüzcüye ‘tecavüzcü’ dediğinizde sizin dünyanın en büyük
tecavüzcüsü olduğunuzu dünyaya ilan eder. Bu, bazı insanlarda oluşan psikolojik
bir ruh halidir. Mutlak değildir, ama geneldir. Bu psikolojik hal devletler
için de geçerlidir. Zaten devletleri yönetenler de bu türden insanlardır.
Türkiye devletine, Türk devletini yöneten
yöneticilere, onun kolluk kuvveti olan askerlerine, polis ve bürokratlarına,
tüm bunların başı olan Başbakan ve Cumhurbaşkanı'na bakın. Hepsi de katil,
hırsız, kırımcı, tecavüzcü, kelle avcısı, sabahtan akşama kadar işkence yapan
ve yaptıran konumda olmalarına rağmen hiç birisi bunu kabul etmez. Kabul
etmedikleri gibi karşı tarafı suçlarlar.
Son bir yıl içinde Kürdistan’ı tepeden tırnağa
yakıp yıktılar. Kürt halkını katliamdan geçirdiler. IŞİD denilen bir çeteyi
oluşturarak Rojava’yı yerle bir etmek için ne gerekiyorsa onu yaptılar.
İnsanları diri diri yaktılar. Yaralı kadın ve çocukları tedavi etme yerine
günlerce sokaklarda öylece bıraktılar.
Ama Cumhurbaşkanı Erdoğan, başbakan, bakanlar,
bürokratlar ne diyorlar? “Türkiye büyük bir terör belasıyla karşı karşıyadır.
Askerlerimizi, polisimizi, vatandaşlarımızı öldürüyorlar...” Yani hesap
vereceklerine hesap soruyorlar. Suçlu olmalarına rağmen mağdur konumunda
olanları suçluyorlar. Yüzleri kızarmadığı için büyük bir pişkinlikle yalan
söylüyorlar. Bu yalanları gizlemek için de bir gecede 12 TV, 11 radyonun yayınını
kestiler. Büyük rüşvet ve ihale karşılığında Mednuçe TV’nin yayınına son
verdiler.

Suçlu olan suçlu olduğunu söylemez dedik. Tam
tersine karşı tarafı, haklı olan tarafı suçlar. Türk devletinin işgalci,
saldırgan, haktan, hukuktan anlamayan bir devlet olduğunu herkes bilir.
Örneğin; Cerablus’u işgal eden Türk devleti, Irak’ın sınırları içinde yer alan
Başika işgal altında. Bu nedenle Irak meclisi, Türk ordusunun kendi sınırları
içinde olan Başika bölgesinde oluşturduğu
üs’ten çıkmasını istedi. Türk devlet yetkilileri, Erdoğan, Başbakan ne dedi?
“Küstahça bir istem.” Türk basını ne yazdı? ”Irak meclisinin kararı Türk
devletini tahrik eden bir karar. Hangi cesaretle bu karar alınır, Irak Türkün
gücünü unuttu mu?”
Aslında gelinen aşamada artık fazla bir şey belirtmeye
gerek yoktur. Çünkü her şey ayyuka çıkmış durumda. Ve orta yerde çok açık bir
faşizm vardır. Faşizmin olduğu yerde de sözün bittiği yer olur. Şimdi
Türkiye’de söz bitmiştir. Gün faşizme karşı olanların tek cephede buluşma ve
ona karşı mücadele etme günüdür… Ve bu
cephede esas olarak yer alması gerekenlerin başında Türkiye halkı , Türkiye
emekçileri, Türkiye işçi sınıfı gelmektedir. Kürtlerle aynı cephede faşizme
karşı demokrasi mücadelesini verirse, ancak kendisi de kurtulabilir.. Başka
çaresi yok. Yoksa Erdoğan faşizminin çizmesi altında ezilmeye mahkûm olur...