Kürt düşmanlığı ayyuka çıkan Türk Cumhurbaşkanı Erdoğan bunu yeni bir evreye taşıdı. DAİŞ ortaklarına verdiği desteğe rağmen Rojava'daki planlarının gerçekleşmemesinin öfkesiyle Kürtlere karşı dolaylı yürüttüğü savaşı artık aleni olarak yürüteceğini ilan etti. Rojava'yı işgal hazırlığı ve tehditleriyle bugüne kadar Kürtlere karşı yürüttüğü katliamlara yenilerini eklemek istediğini duyurdu. "Ne pahasına olursa olsun Kuzey Suriye'de bir devletin kurulmasına izin vermeyeceğiz" sözlerine akla ziyan gerekçeler uydurarak yine Kürtlerin kanını dökmeye hazırlanıyor. 
Türk devleti ve ona yön veren yöneticileri, Kürtlerin ve diğer ulusların inkarı üzerinde yükselerek bugünlere geldi. Sadece Türk devleti ve onu temsil eden siyasetçiler değil, Arap ve Fars despotizmi de aynı politikayı izledi. Soykırım politikalarıyla yaşamı halklara zindan ettiler. Kürtleri ve diğer halkları inkar ederek, sürgünlere göndererek, katliamdan, soykırımdan geçirerek denetim altına almak istediler. 
Erdoğan'ın tehdidi ve "ne pahasına olursa olsun izin vermeyiz" demesi Kürtlerin soykırım politikasına direnmesindendir. Öyle ya ilk kez sömürgeci devletlere rağmen bir Kürt iradesi ve bu iradenin temsil ettiği bir statü ortaya çıkıyor. Kürtler ilk defa değişik halk ve inançları bir çatı altında birleştirerek, deyim yerindeyse sömürgeciliğe kafa tutuyor. Kürt halkı ilk kez sömürgeciliğe rağmen kendi öz güçlerine dayanan bir savunma mekanizması yaratıyor. 
Elbette ki bu yeni durum Türk devletini de, Fars ve Arap devletleri de rahatsız edecek ve halkların bu iradesini kabul etmeyeceklerdir.
Fakat Erdoğan ve ortağı egemen sınıfının yöneticileri şunu iyi bilmeli ki Allah ne Türk'tür, ne Arap ve ne de Fars'tır. Devlet kurma veya özgürce yaşama hakkı da sadece bu devlet ve onun yöneticilerine ait değildir. Allah'ın yaratmış olduğu kubbenin altında yaşayan tüm halkların özgürce yaşama hakları vardır ve Allah herkesin, her ulusun, her halkın, her inancın Allah'ıdır. Hiçbir ulus, halk ve inanç diğerinden daha kıymetli değildir.
Erdoğan'ın, Kürtleri inkar etme, Kürtler'in devlet kurma ya da başka bir sistemi geliştirme talebini şiddetle bastırma gibi bir hakkı olmadığı gibi, "Ne pahasına olursa olsun izin vermeyiz" deme hakkı da yok. Ortadoğu'nun siyasi ve coğrafik sınırlarını çizme sorumluluğunu almış gibi konuşan Erdoğan'ın bu faşist zihniyetinin ne etik, ne hukuksal bir izahı olamaz. Bu durum, Erdoğan'daki sömürgeci faşist zorba anlayışın dışa vurumundan başka bir şey değil. Sömürge valisi gibi konuşan Erdoğan'ın artık bazı gerçekleri görmesi gerekiyor:
Kürtler şimdiye kadar elde ettiği hakları ve Rojava'daki statülerini haklı, onurlu ve büyük bedellerle yürüttükleri mücadeleleriyle elde etti. Kürt halkının binlerce fedai genç kadın ve erkeği bu uğurda can verdi. Bu mücadele Türk devletinin "izni" ile olmadı ve bundan sonra da olmayacak. Katliamlara, soykırımlara, imha politikalarına direnerek kendini var eden özgürlük mücadelesi, Erdoğan'ın faşist zihniyetine, kanlı planlarına karşı da direnerek büyüyecek. Erdoğan'ın tehditleri, kanlı tezgahları ne olursa olsun Kürtler kendi özgürlükleri ve Ortadoğu'daki diğer halkların özgürlükleri için savaşacak. Kürt halkı özgürlük mücadelesini yürütürken, Türk devletinin beslediği insanlık karşıtı IŞİD canavarının vahşetine son verme görevini de üstlenerek, barbarlığa karşı demokrasi ve özgürlük ölçülerini de belirleyecek. 
Tecavüzcü barbar IŞİD çetesini tek talebi özgürlük ve insanca yaşam olan Kürt halkına tercih eden Erdoğan'ın Kürt düşmanlığı ve kanlı planları, tüm Türkiye'ye zarar verecek. Tepeden tırnağa suç batağına saplanan Erdoğan'ın bu aşamada ıslah olmasını beklemek zor. Ondan bir beklentimiz olmadığına göre bu kanlı planlarına karşı insanlık saflarında yer alan demokrasi güçlerinin yerine getirmesi gereken görevler var. Ancak demokrasi güçlerinin mücadelesiyle bu tüm halkları uçuruma sürükleyecek bu tehlike bertaraf edilebilir. Bu cepheden verilecek mücadele ile birlikte Meclis'in de buna karşı acilen harekete geçmesi, bu savaş konseptine dur demesi gerekiyor.

02 Temmuz 2015 Perşembe
 
Yukarı