Hakikat komisyonları oluşturulmadan Diyarbakır Cezaevi'nde işlenen suçlar ortaya çıkamaz...

Son zamanlarda, 12 Eylül döneminde Diyarbakır Cezaevi'nde yapılan işkence ve yaşanan ölümlerden dolayı dava açıldığına dair basından haberler çıkmaktadır. Bazı kurum ve kişilerin başvurusu temelinde açılacak olan bu dava, özel bir savcılık tarafından takip edilecek, önce işkence ve ölüm olaylarına karışmış kişiler tespit edilecek, ardından işkenceye maruz kalmış kişilerin ifadesine başvurulacaktır.

Buraya kadar herhangi bir sorun yok.  Dolayısıyla ciddi bir itirazımız de olmaz. Ama bizim için esas sorun ve itirazımız işin özüne yöneliktir.

Evet, Diyarbakır Cezaevi'nde yapılan işkence ve gerçekleştirilen yüzlerce ölüm olayını öylesine basit ve sıradan bir araştırma ile kesin sonuca ulaşılması ve adaletin doğru temelde tecelli edilmesi mümkün değildir. Diyarbakır Cezaevi'nde yapılan işkence ve yaşanan ölümlerin doğru temelde açığa çıkartılması için her şeyden önce bağımsız, tarafsız ve siyasal ranttan uzak bir komisyonun çabasıyla ancak mümkün olabilir. Bir iki savcının, yıllardır özel savaşı sürdüren bir siyasi partinin ve tamamen rantta bulaşmış bir bakanın yönlendirmesi ile gerçek adalete ulaşmak asla düşünülemez.
İkincisi, temel felsefesi insana ve adalete dayanmayan, dünya görüşü takkecilik ve hile üzerinde kurulmuş olan, zihniyeti ve ruhu sonuna kadar kirli ve hakikatten uzak bir partinin, yani AKP ve başbakanın adaleti sağlaması düşünülemez. Yani boğazına kadar suça bulaşmış, faşizmi adeta içselleştirmiş bir parti ve başbakanın denetiminde olan bir yargı gücü, gerçek anlamda adaleti ve hakikati sağlayamaz.

Üçüncüsü, AKP ve başbakanın siyasi rant elde etmek için "12 Eylül Askeri Darbesi'ni yargılayacağız, Diyarbakır Cezaevi'nin hesabını soracağız, hiçbir işkenceci adaletten kurtulmayacak" deyip, sağa sola mavi bocuk dağıtan bir anlayışla aynı kulvarda bulunulamaz.

Bu dönemde Diyarbakır Cezaevi'nde yapılan işkencelerden sorumlu kişileri ve 12 Eylül Askeri darbeyi gerçekleştirenleri yargıya taşıma, AKP ile başbakanla aynı kulvarda kulaç atma anlamına geleceği kesindir. Zira AKP ve başbakan işkencecilerin yargılama isteminden bulunmasının esas nedeni, gerçekten de AKP ve başbakanın demokratik bir düşünce ve zihniyete sahip olmasından değil, daha çok bu süreç üzerinden seçim ve siyasal rant elde etmek içindir. AKP ve Başbakan Tayyip Erdoğan'ın esas amacı ve düşüncesi budur. Tayyip Erdoğan ve AKP hiç bir zaman işkencecilerden gerçek anlamda hesap sorucu bir duruşa sahip olmadığı gibi, her zaman onlarla, yani işkenceci ve darbecilerle aynı noktada buluştu. İktidara geldiği günden itibaren her zaman savaştan, şiddetten yana olduğu gibi, Türkiye'nin temel sorunu olan Kürt sorunun tıkanması ve binlerce insanın ölmesine neden olan bir siyasetin izleyicisi oldu. Bu anlamda AKP ve başbakan iktidarda olduğu sürece ne cuntacıları, ne de işkencecileri yargılayabilir.

Dördüncüsü, Diyarbakır Cezaevi'nde yaşanan ölüm ve işkencelerin hesabını sormanın zamanını belirleyecek olan AKP ve başbakan değil, işkenceye maruz kalan mağdurlar olmalıdır. Yani işkencecilerden hesap sorma gününü belirleyecek olan kurbanlar olmalıdır. Bu, ne başbakanın, ne AKP ve ne de değişik sıfatlarla kendilerini öylesine sorumlu kılan kurumların, kuruluş veya bireylerin işidir. Bu nednele diyarbakır Cezaevi denildiğinde son derece objektif olunma gibi bir zorunluluk vardır. Ne duygusal yaklaşılmalı, ne siyasi rant gerekçesi yapılmalı, ne de 'önce ben yapmalıyım' anlayışı hakim olmalıdır.

Beşincisi, Diyarbakır Cezaevi'nin hesabı sorulurken mevcut iktidardan, hükmet ve başbakandan asla destek ve yardım istenilmemelidir. Yukarda da vurguladığımız gibi bu iktidar, bu hükmet ve bu başbakan her şeyi muğlaklaştırıyor, her şeyi kendine göre biçim veriyor, kendine doğru yontuyor. En kutsal şeye bile hille ve rantı katıyor. Hem faşist hem devrimci, hem Kürtçü hem Türk milliyetçisi, hem dinci hem yeşil faşist konumunda olan bir bukalemun olan bir parti ve başbakan Diyarbakır sürecni sorgulayabilir mi? Hayır, mevcut iktidar kan ve irinle beslenen, yaşamı yalanlr üzerinde inşa eden, doğaya ve hayata atgözüyle bakan bu iktidar uzak durdukça gerçekler daha doğru bir biçimde ortaya çıkar.

Altıncısı, diyarbakır Cezaevi'nde ortaya çıkan yeni bir şey yoktur. Her şey zaten açık ve nettir. İşkence emrini veren de, işkence yapanlar da, komutanlar da, asker ve siviller de, itirafçılar da, doktorlar da bellidir. Diyarbakır Cezaevi'nde tutukluların sağlam dişlerini kulaklarını, burun ve çenelerini paslı penseyle çeken Dr. Mustafa özcanlı'yı tanımayan var mı? Bu celladın CİA aşanı olup, ankara Sevgi hastane'sinin sahibi olduğunu ve bundan dört yıl önce eşini öldüren bir katil olduğunu bilmeyen var mı? İşkence yapan itirafçılardan Şahin Dönmez'i, Yıldırım Merkit'i, Hıdır Akbalık'ı, Ali Gündüz'ü tanımayan var mı? Esat oktay Yıldıran'nın sağkolu, en az Esat Oktay kadar işkence sürecine katılan ve birçok tutuklunun öldürülmesinden birinci derecede sorumlu Ali Osman Aydın'ı bilmeyen var mı?

Hayır, bunları bilmeyen, tanımayan ve haklarında bilgi sahibi olmayan kimse yoktur. Fakat buna rağmen bu kişiler geziyor, dolaşıyor, terfi ediyor ve devletten beslenerek yaşamlarını sürdürüyorlar. Kenan Evren orada, Marmaris'te özel bir vilada oturuyor.Peki, neden şimdiye kadar yargılanmadı, yargılanmıyor ve hala dışarıda kendi özel villasında yaşıyor? Çünkü devlet, hükmet ve yasalar öyle olmasını istiyor...

Özetle, hiç kimse Diyarbakır Cezaevi'ni kendi tekeline alma, istediği biçimde tasarruf hakkını kullanma hakkına sahip değildir. Yine hiç kimse Diyarbakır Cezaevi sürecini, mevcut iktidarın rantını, siyasi ve seçim propagandasının aletini yapma gibi büyük bir hata yapmamalıdır. Bu konuda başbakandan, AKP'den, hükmet ve iktidardan yardım istememelidir. Bu çalışma devletlerin, hükmetlerin, başbakanların işi değildir. Bağımsız ve tarafsız komisyonların, hakikat arayışçılarının görevidir. Bunu herkes anlamalı, algılamalı ve bilmelidir.
 
Yukarı