Türkiye korkunç bir girdabın içersine girmiştir. Gerçeklerden tamamen kopmuş, rotasını yitirmiş, dev dalgalarla boğuşa boğuşa yol almaya çalışan bir gemiyi andırıyor adeta. Alabora olmak üzere olan bu geminin kaptanı da ne yazık ki zil-zurna sarhoş. Elbette ki gemide olan büyük çoğunluğun bu gerçeklilten uzak olma hali ise, çok daha vahim bir durumu ifade ediyor.

Ne yazık ki bugün, Türkiye’yi yöneten elit takımı bir gaflet, delalet ve hatta büyük bir ihanet içerisindedir. Çünkü bu elit takımının izlediği poltika, Türkiye’nin yaşadığı kriz ve çatışmalı sorunları ve bu sorunlarla bağlantılı olarak ortaya çıkan büyük çelişki ve çatışmaları daha fazla derinleştirmek, tüm sorunların kaynağı olan Kürt sorununu daha fazla kanlı hale dönüştürmek olmuştur.

        Erdoğan ve derin devleti gerçekten de artık kan dökmek, savaşı derinleştirmek, kaos ve derin çelişkiler temelinde Türkiye’yi uçurumun kenarına tutarak, varolan iktidar gücünü daha çok korkuyla korumak istiyor. Kaos ve öldürme politikasına dayanarak iktidarlarını sürdürmek isteyen bu elit güç, iktidara geldiği dönemde göreceli “barış” ve “uzlaşıcı” bir üslupla kendini egemen halde tutma politikasını izlerken, mevcut durumda ise çatışma ve kaosu derinleştirerek kendini egemen halde tutma çabasında.

          Çünkü artık halk desteğini kaybetmiş, yalana, kandırma ve hilleye dayalı olan eski politikaları deşifre olmuştur. Çünkü halk artık Erdoğan kendini tek adam haline getirme, inşaa ettiği sarayda bireysel ve ailesel iktidarını  kurumlaştırma çabası içerisinde olduğunu biliyor.
         Daha önemli bir nokta ise halkta oluşan yeni bilinç ile ‘Erdoğanizm’ denilen faşizm arasındaki makasın giderek açılmasıdır. Yaşanan derin kaos ve gerçekleşen katliamlar, halkın yükselen bilinç hali ile AKP ve Erdoğan’ın mutlak anlamda iktidarda kalma istemi arasındaki çelişkinin dışa vurma halidir. Erdoğan kopuş bilinci geliştikçe, Kürt özgürlük mücadelesi belli bir kurumlaşma ve giderek demokratik ulusu inşa etme süreci kuvvetlendikçe, AKP ve Erdoğan da bir o kadar gerçeklikten kopmuş, akılsal gücünü, duygu ve düşünsel şuurunu kaybetmiştir.

          Hortumladığı bankaların, aleni olarak çaldığı paraların, yaptığı yolsuzlukların, ihalelerden elde ettiği milyonlaarca doların hesabını verme  olasılığının giderek daha belirginleştiğini gördükçe sinir sistemi ve ruhsal halinin çok daha bozulan Erdoğan ve şurekası giderek daha çılgın konseptlere başvurmaya başladığı bir sürece girmiştir.

          ‘Sınırsız korku ve kaosla, şiddet ve savaşla iktidarda kalma tercihini kitlelerde hakim kılma’ siyasetinin, tarihin bazı dönemlerinde kullanıldığını ve bu siyasetin kitleleri “sürü” haline getirdiğini, bu “sürü”ile kaos ve savaşın beslendiğini gören Erdoğan, kendisi de aynı konsepti uygulamıştır. Kaos ve şiddet ortamında kitleleri büyük umutsuzluğa ve karanlık dehlizlere sokarak, barış ve huzur adresinin sadece AKP ve kendisi olduğunu algısını oluşturma politikasını devreye sokmuştur.
         24 Temmuz’da başlatmış olduğu kanlı savaşın ardından peş pşe patlttığı bombalar, işte bu konseptin bir sonucudur. “Ben olmazsam kan dökülür”, “AKP tek başına iktidara gelmezse savaş çıkar”, “başkanlık sistemi oluşmazsa toplum kaosun pençesinden kurtulmaz” algısı, bu konseptin propaganda boyutu olmuştur.

          Bu konseptin esas özü ise, Özgürlük Hareket’ini yenilmez bir kuvvet olmaktan çıkartmak, Başkan Abdullah Öcalan’ı sürecin dışında bırakmak, gerillayı silahsızlandırmak, Rojava devrimini tasfiye etmek ve kazanılan kazanımları yok etmektir. Kaos ve şiddetin, savaş ve kanlı sürece girişinin esas nedenlerden birisi de budur.

          Ancak Erdoğan ve derin devletinin konsepti hayat bulmamış, izlediği kirli-kanlı ve halklara düşman politikası boşa çıkmış, tek başına iktidar olma, padişahlık sistemi ile kendini ilelebet başkan-halife yaptırma hevesi kursağında kalmıştır. Özgürlük Hareketi’ne darbe vuramamış, Kürt halkını teslim alamamış, Rojava devrimini tafiye edememiş, Türk toplumunu “sürü”leştirememiş, tam tersine HDP konsepti ile Türkiye halkı demokrasi ve özgürlüğün temel ayaklarından birisi haline gelmiştir. Davutoğlu’nun, “Ankara katliamından sonra oylarımız yükselmiştir” demesine rağmen, AKP’nin oylarında herhangi bir artış olmadığı gibi, önemli oranda eriyen bir sürece girildiği de açığa çıkan başka bir gerçeklik olmuştur.

          Kısacası Erdoğan ve derin devletin geliştirdiği kanlı konsept, amacına ulaşmadan elinde patlamıştır. Bu kez de kurtuluşu Başkan Abdullah Öcalan’ın kapısını çalarak mı bulacak, yoksa beslediği IŞİD ile birlikte kimsesizler mezarlığına gömülerek, tarihlerinin en büyük yenilgisini mi alacak? Hiç kuşkusuz ki bu iki sorunun yanıtı 1 Kasım’da HDP seçmenleri ve ardından gerillanın savunma performansı verecektir.


Fuat Kav


 
Yukarı